Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, HDP ve 6 sosyalist örgütün sürdürdüğü ortak mücadele görüşmelerinden dünkü 'Emek ve Özgürlük İttifakı' deklarasyonu öncesinde neden çekildiklerini Sendika.org'a anlattı.

'SOLUN EN GENİŞ BİRLİĞİNİ SAĞLAMAK İÇİN ÇALIŞMA GÖREVİ HALA OMUZLARIMIZDA'

Sistemin bir bütün olarak kriz içinde olduğunu ve çatışmalı bir süreç öngördüklerini belirten Merttürk, “Tarif ettiğimiz kriz tablosunda kendimizi konumlandırdığımız yer, neoliberalizme ve faşizme karşı direnişin barikatlarıdır. ‘Barikat’ı direnişin bütün biçimlerini içeren bir metafor olarak kullanıyorum. Bu Halkevleri’nin kendine çizdiği dar sınırların adresi değil. Sosyalist bir programa gerçeklik kazandırmanın, devrimci siyasetin ve aynı zamanda solun birliğinin adresi de bu barikat” dedi. 

“Biz Halkevleri olarak seçimlerin bir önemi olduğunu biliyoruz ama mücadelemizin odağına seçimi koymuyor, mücadelemizi seçim düzlemine daraltmıyoruz” diyen Merttürk, Ocak 2022’de ortak mücadele zeminlerini çoğaltma, güçlendirme ve bu ortaklığı Türkiye’nin bütün demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerini kapsayacak şekilde genişletme hedefiyle yola çıkan birlikteliğin fiilen bir 'seçim ittifakı'na daralması nedeniyle dünkü açıklamaya katılmadıklarını belirtti.

Merttürk 'solun, anti-faşist güçlerin ortak mücadele görevinin ortadan kalkmadığını' da ekledi ve “Neoliberalizme ve faşizme karşı direnişte dost örgütlerimizle bundan sonra da omuz omuza olmaktan geri durmayacağız. Yola çıkarken ortaya koyduğumuz ortak mücadele zeminlerini güçlendirmek ve solun en geniş birliğini sağlamak için çalışma görevi hala omuzlarımızda” diye konuştu. Merttürk'ün açıklamaları şöyle: 

'BÜYÜK BİR ÇÖKÜNTÜ HALİ VE ACİL DEĞİŞİM BEKLENTİSİ VAR'

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin siyasal atmosferini belirleyecek temel çelişki ve çatışma düzlemleri neler?

Muazzam bir toplumsal ekonomik çöküntü içindeyiz. Bunu gündelik hayatta sert bir yoksullaşma, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerde enkaz görünümü, temel hak ve özgürlüklerin kırıntılarının da ortadan kaldırılması, çürüme ve gerici-şoven eğilimlerin kışkırtılması şeklinde yaşıyoruz. Bu sistemsel bir kriz. Neoliberal politikaların 20 yıllık uygulayıcısı AK Parti iktidarı bu çöküntü halinin sorumlusu, evet ama ülkeyi daha kurallı, liyakatli ve kendince daha demokratik yöneteceğini iddia eden bir başka sermaye iktidarının da çözemeyeceği bir kriz. Kapitalizmin bir çözümü yok. Kapitalizm içinde kalan seçeneklerin de bir çözümü yok. Yani büyük bir çöküntü hali ve acil değişim beklentisi var ancak adına her ne derseniz deyin, sistem içi değişimlerle çözülmesi mümkün olmayan bir krizden söz ediyoruz.

Artık bir ücretli emekçiler toplumuna dönüşen, bu hızlı dönüşüm içinde yaşanan kolektif siyasal tecrübelerle toplumsal bilinç anlamında da büyük sıçramalar yaşayan Türkiye halklarının hoşnutsuzluk ve beklentileri eski kalıpların, mevcut siyasal düzlemin, geleneksel örgütlenmelerin sınırlarını zorluyor. Ancak bu zorlama henüz devrimci siyasete evrilemediği için siyasal çatışma yine düzen içi siyaset sınırları içinde tanımlanıyor.

Kriz halinin egemen siyaset sahnesindeki yansımalarını, daha önce görülmedik biçimde sermayenin hoşnutsuzluğunu da arkasına alan alternatif arayışları, sağın parçalanması, kontgerilla içi hareketlenme ve toplamda bir devlet krizi olarak yaşıyoruz. Cumhur İttifakı’nın çoğunluk desteğini yitirmesi ve Millet İttifakı’nın da yükselişiyle bir iktidar değişikliği beklentisi var. Bunun garanti olduğu yönündeki beklentileri iyimser buluyoruz. Çatışmalı bir süreç öngörüyoruz. Çatışmanın tam olarak hangi biçimleri alacağı kestirilemez ama gelecek planlarımızı çatışmasız bir süreç varsayımıyla yaparsak hata ederiz.

AK Parti iktidarı müttefikleri ile birlikte elinden geleni yapacak. Her şeyi yapabilir demiyoruz ama elinden geleni yapacak. Kitle desteğini geri kazanacağı cambazlıklar yapmak istiyor ama ekonomik koşullar izin vermiyor. Eskisi gibi açılım vadedip muhalif saflarda bir kesimi kandırmayı denemeye de yeltenebilir ancak o şansı çoktan tüketti. Suriye’de yeni bir savaş istiyor ama buna uluslararası dengeler izin vermiyor. Savaş konusunda eski aralık yok. Bu koşullarda geriye içeride baskıyı, tehditleri ve saldırganlığı tırmandırma, namluları içeri çevirme seçeneği kalıyor. Neler yaşıyoruz? Konser yasakları, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının tırmandırılması, en son Gülşen’in tutuklanması örneğinde gördüğümüz şekilde İslamcı gericiliğin simgesel gözdağı operasyonları. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinden Alevilerin bir kez daha hedef tahtasına konması ve Alevi örgütlerine yönelik saldırılar, muhalefet içinden dile getirilen göçmen düşmanlığının “Gerekirse Esad’la barışır, Suriyelileri biz göndeririz” söylemi ile iktidarın yelkenine rüzgar yapılmaya çalışılması, her türlü hak arama girişiminin polis terörü ile bastırılmaya çalışılması, muhalefetin en geniş yelpazesinin yargı, polis, iktidar medyası ve yer yer sivil faşistler eliyle sindirilmeye çalışılması, hoşnutsuzluğu büyüyen emekçilerin sendikal örgütlenme ve yasal düzenekler içinde hak arama çabalarının kararlılıkla engellenmesi…

Bu baskılar egemen sınıflar arasındaki parçalanmayı, devlet içi krizi çözmeye yetmeyecek. Bu seçimlerle giderilebilir bir kriz değil. Madem ki kendi zayıflamamızı önleyemiyoruz, elimizden geldiği kadar sindirip, parçalayıp, ezebildiğimiz kadar ezerek muhalefeti de zayıflatalım diye yapıyorlar bunları.

Ama Millet İttifakı halka sabır telkin ediyor.

Bu onların çatışmanın farkında olmamasından kaynaklanmıyor. Sınıfsal bir tercih bu. Halkın bu saldırılar karşısında aktif bir direniş örgütlemesi aynı zamanda siyasette aktif bir özne olması ve kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda hareket etme imkânı yakalaması, sistemin krizini derinleştirmesi anlamına gelir, ki bunu AK Parti istemediği gibi Millet İttifakı da istemiyor.

Bu ülkeye ciddi bir hesaplaşma lazım, Millet İttifakı’nın liderliğini yapan CHP ise kısmi bir hesaplaşma ile sistemin onarımından söz ediyor. 5’li çetelerden, iktidar sopası gibi davranan bürokratlardan, bazı aleni suçlulardan hesap sormaktan bahsediyorlar. Ola ki iktidara gelirlerse ne kadar yaparlar, tartışılır, velev ki bu hesapları sorsunlar, biz bunun da ötesinde bir hesaplaşmanın gerekliliğinden söz ediyoruz. Sadece 5’li çete ile değil, bütün bir sermaye düzeni ile hesaplaşılmalı, hukuk dışına çıktığı söylenen bazı kontrgerilla artıklarından değil, “Devlet benim” diyen bütün kontrgerilla yapısından hesap sorulmalı.

Halka seçimlere kadar sabır telkin etmek, onun siyasal eylemini seçmenlikle sınırlamak, düzene boyun eğmesini söylemek anlamına geliyor. Geçen yargı yılı açılışında Diyanet’le birlikte el açıp dua etmişlerdi, şimdi sanatçı Gülşen tutuklanmak üzere linç edilirken buna yol verdiklerini görüyoruz. Gericiliğe karşı mücadelede ve laikliğin savunulması noktasında elleri titriyor. Ancak bu yaşananlar halkın kaderi değil ve AK Parti’ye boyun eğmediğimiz gibi AK Parti’nin üzerinde yükseldiği düzene de boyun eğmeyeceğiz. “Nefes alma” beklentisi ile Erdoğan’sız yeni bir AK Parti düzenine de razı gelmeyeceğiz.

'NEOLİBERALİZME VE FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYİ BİR BÜTÜNLÜK İÇİNDE ELE ALMAK GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORUZ'

Bu atmosfer içerisinde Halkevleri’ni nerede konumlandırıyorsunuz? Nasıl bir politika izleyecek Halkevleri?

Tarif ettiğimiz kriz tablosunda kendimizi konumlandırdığımız yer, neoliberalizme ve faşizme karşı direnişin barikatlarıdır. Barikatı, direnişin bütün biçimlerini içeren bir metafor olarak kullanıyorum. Bu Halkevleri’nin kendine çizdiği dar sınırların adresi değil. Sosyalist bir programa gerçeklik kazandırmanın, devrimci siyasetin ve aynı zamanda solun birliğinin adresi de bu barikat.

Genel kurulumuzda isyanların ve direnişlerin birbirini izlediği, egemenlerin kapitalizmin krizine çözüm üretemediği bu dönemin, halkın savunmada kaldığı değil, kendi kurtuluş mücadelesini bütün ezilenlerin, ezilen ulusların, cinsiyetlerin ve doğanın kurtuluşu ile bütünleştirdiği bir sosyalist atak dönemi olması gerektiğini söylemiştik. Sermayenin yarattığı çöküntü karşısında her alanda toplumsallaştırma ilkesi ile hareket etmeli, bizden çalınanları geri almalı, ülkemizi yeniden inşa etmeliyiz. Reform mümkün değil, bize devrim lazım. Fahiş faturalar ve kış ortasında karartmalarla yaşadığımız enerji krizi, hastaneleri doktorsuz bırakıp hastaları muayene için sıra bile alamaz hale getiren, sağlık emekçilerini isyan ettiren sağlık krizi, çöken eğitim sistemi, artık emekçileri göçe iten barınma krizi, gıda krizi ve daha pek çok örnek bunu anlatıyor.

'Sosyalist atak' elbette bir iktidar mücadelesidir. Bu da hükümet değişikliğiyle yetinmeyen, onu da içeren ancak ülkemizde faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını hedefleyen bir mücadeledir. Siyasette gündelik mücadele ile stratejik hedefler arasında bir bağ kuramadığınızda, sadece birine odaklandığınızda savrulmak ya da siyasetsiz kalmak kaçınılmaz. Bu nedenle neoliberalizme karşı mücadele ile faşizme karşı mücadeleyi bir bütünlük içinde ele almak gerektiğini söylüyoruz.

Neoliberalizme ve faşizme karşı direnişte işçi sınıfını, halkı bağımsız bir siyasal güç haline getirmek devrimcilerin iradi müdahalesini gerektiriyor. Muazzam bir toplumsal hoşnutsuzluk ve alttan alta kaynama var ama kendiliğinden hareketler elbette yeterli değil. Devrimcilerin mahallelerde, işçi havzalarında, işyerlerinde, kampüslerde sosyalist bir programı savunurken, düzen siyasetinin seçime odaklanan sabır telkinleri karşısında direnişin mümkün olduğunu gösteren bir devrimci eylem çizgisini örgütlemesi ve bunun örgütlerini kurması gerekiyor. Biz Halkevleri olarak tecrübemizi, birikimimizi, olanaklarımızı bunun için seferber edeceğiz. Devrimcilerin bulunduğu yerde halk, itirazını ve talebini dile getirmek için seçimi beklemek zorunda olmadığını, meşru militan mücadelelerle haklarını alabileceğini, saldırılar karşısında savunmasız olmadığını görecek. Mamak’ta Alevi kurumlarını hedef alan saldırılar ve Erdoğan’ın cemevi ziyareti karşısında açıkçası kötü bir sınav verdik. Bu kadar birlik tartışmasının, bu kadar direniş ve mücadele çağrısının ortasında bağıra bağıra gelen saldırı karşısında etkili bir pratik ortaya konmadı. Çuvaldızı kendimize batırıyoruz ve diyoruz ki, bulunduğumuz hiçbir mahallede gericiler, faşistler ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıp kurumlarımızı, komşularımızı, halkımızı hedef alamaz. Bu iradeyi ortaya koyacağız. Siyaset sahnesinde kendisine bir deli gömleği gibi giydirilen seçmen kimliğinin ötesine geçecek. Tehditler karşısında sinmeyecek, mücadeleye hazırlanacak. Seçimlere de basit birer seçmen olmanın ötesine geçerek gidecek. Belki sınırlı sayıda pratik ortaya çıkarabileceğiz ama hoşnutsuzluğu ve arayışı büyüyen geniş kesimlere ilham veren, örnek olan, benzer pratikleri tetikleyen örnek mücadeleler olacak bunlar. Önümüzdeki krizli ve çatışmalı süreçte halkı adressiz ve savunmasız bırakmamak, direniş eğilimlerini düzen içi saflaşmalara kurban vermemek ancak böyle mümkün olacaktır.

Bir süredir HDP ve altı sosyalist örgütün ortak mücadele zeminleri üzerine yaptığı görüşmelerin bir parçasıydınız. Dün, bu ortaklık zemini üzerine bir deklarasyon da yapıldı ama yer almadınız. Sizi bu masadan ayrılmaya iten ne oldu?

Sol, sosyalist, anti-faşist güçler arasında ortak hareket arayışları uzun süredir var. Az önce ayrıntısıyla bahsettiğimiz kriz ve siyasal çatışma koşulları bunu bir ihtiyaç olarak dayatıyor. Biz de bu ihtiyacı dile getirdik ve 2021’in bahar aylarından bu yana bir dizi görüşme trafiğinde yer aldık.

HDP’nin çağrısıyla ocak ayında sekiz örgüt bir araya gelip, ülkenin içinde bulunduğu koşullar karşısında, “Türkiye’nin demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerinin geniş bir mücadele ortaklığı sağlaması gerektiğine inanıyoruz” demiş, ortak mücadele zeminlerini çoğaltma, güçlendirme ve bu ortaklığı Türkiye’nin bütün demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerini kapsayacak şekilde genişletme hedefini ortaya koymuştuk. Kamuoyunda ilgi yaratan bu birlikteliği 'seçimleri de görecek bir mücadele ortaklığı' olarak tanımlasak da bunun bir 'seçim ittifakı' olmadığını vurgulamıştık.

Ne var ki, birlikteliğimiz ortak mücadele zeminlerini güçlendirme anlamında kayda değer sonuçlar üretemedi. Elbette örgütlü muhalefet güçlerinin merkezi ortaklıklarının toplumsal mücadeleler düzleminde birebir izdüşümünün olmasını beklemiyoruz. Ancak var olanı güçlendiren bir ilişki kurulabilirdi. Neoliberal yıkımın emekçilerin hayatına yansımaları karşısında, İslamcı gericiliğin tırmandırılması karşısında, kontrgerilla hareketliliği karşısında ortak mücadele fikrini, zeminini, pratiğini güçlendiren bir etki yaratılmadı. Kimse bu ihtiyaçları yadsımıyor elbette ancak birlikteliğimiz yola çıkıştaki hedefine uygun bir misyon üstlenemedi. Kendi sorumluluğumuzu da üstümüzden atmadan söylemeliyim ki, böylesi bir ilişki kurulmadı. Halkı bu süreçte düzen içi saflaşmaya mahkûm etmeyecek bir başka adres yaratma iddiası da önemli. HDP kendi başına zaten bir adres ama bunun ötesinde bir inisiyatif almaktan bahsediyoruz. Az önce söz ettiğimiz toplumsal mücadeleler zeminine müdahale zayıf kalınca böyle bir inisiyatif de gelişemiyor.

Nihayetinde birlikteliği oluşturan örgütlerin önemli bir bölümünün siyasi parti olması, önceliklerimizde bazı farklılıkların oluşmasını da beraberinde getirdi. Birliktelik, diğer hedeflerde kayda değer bir pratik de ortaya konamayınca giderek bir seçim ittifakına daraldı. Biz Halkevleri olarak bir seçim örgütü değiliz, seçimlere kör de değiliz, seçimlerin bir önemi olduğunu biliyoruz ama mücadelemizin odağına seçimi koymuyor, mücadelemizi seçim düzlemine daraltmıyoruz. Seçimlere dönük şimdiden köşeli bir tutumdaki açıklamayı, seçimlerin hangi koşullarda gerçekleşeceği henüz netleşmemişken, kendimiz açısından gerekli bulmuyoruz. Bu durumda da kamuoyuna yeni bir seçim ittifakı ilanı olarak yansıyan dünkü açıklamada yer alamayacağımızı dostlarımıza önceden bildirdik.

Yine dostlarımıza da bildirdiğimiz gibi bu birliktelikte artık yer almayacak olsak da neoliberalizme ve faşizme karşı direnişte dost örgütlerimizle bundan sonra da omuz omuza olmaktan geri durmayacağız. Yola çıkarken ortaya koyduğumuz ortak mücadele zeminlerini güçlendirmek ve solun en geniş birliğini sağlamak için çalışma görevi hala omuzlarımızda.

'SOL GÜÇLERİN, ANTİ-FAŞİST GÜÇLERİN YAN YANA DURMA, BİRBİRİNİ YALNIZ BIRAKMAMA İHTİYACI VAR'

Bu masa dışında da çeşitli sosyalist örgütler arasında birlikte mücadele zeminleri tartışılıyor. Bir birliktelik daha kuruldu. İki birlikteliğin yan yana gelmesi gerektiğinden söz edenler oldu. Sosyalist hareketteki bu arayış hakkında ne söylersiniz?

Biz örgütlü muhalefet güçleri olarak öznel kısıtlarımızı biliyoruz. Bu basitçe örgütsel yapılarımızı yan yana getirerek giderebileceğimiz kısıtlar da değil. Türkiye işçi sınıfının iktidar mücadelesini verecek örgütsel ve programatik bağlardan büyük ölçüde yoksunuz. Bunun bir örgütler arası birlik sorunu değil, bir yeniden inşa sorunu olduğunu söylüyoruz.

Ancak faşist iktidar karşısında örgütlü sol güçlerin, anti-faşist güçlerin yan yana durma, birbirini yalnız bırakmama ihtiyacı var. Ne faşizmin sadece Kürt hareketini bastırmak için değil, Türkiye toplumunu teslim almak için özel olarak hedef aldığı HDP’nin nesnel durumunu yok sayabiliriz, ne de sosyalistlerin siyasal varlığını ve misyonunu küçümseyebiliriz. İşin doğrusu, ayrı ayrı ele alınması gereken ihtiyaçları birbirine karıştırmadan, Türkiye’nin bütün demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerini kapsayacak bir birliktelik tarif edebilmek. Bütün birlik ihtiyaçlarını seçim ittifakının izdüşümünde aramak, tersten halk direnişlerinde farklı sandık tercihleri nedeniyle ayrışmalar da yaratabiliyor. Anti-faşist güçlerin omuz omuza vereceği birlik çabalarının da seçim ittifakları zemininden ayrı ele alınması gerekiyor. Bu anlamda sorumluluğumuz sürüyor ve sorumluluk alacağız da. Aynı anda farklı yan yana gelişleri başarabilmeliyiz. Gerçekçi olmak gerekirse seçim düzlemi önemli bir belirleyen ama siyasal mücadelenin tek gerçekliği değil, gerçeklik ondan ibaret değil. Gezi bunu göstermişti, faşizm gösteriyor, önümüzdeki çatışmalı süreç gösterecek.

Tekrarlayalım, biz bu süreçte öncelikli olarak neoliberalizme ve faşizme karşı direnişin barikatlarını örgütleyecek ve 'Direnişte birleşelim' çağrısını sürdüreceğiz. Bunu, siyasetin seçimler gibi diğer gerçeklerine ve dostlarımıza sırtımızı dönerek yapmayacağız. Ama seçim tutumumuzu da, ittifak siyasetimizi de devrimci siyasetin gerekleri doğrultusunda belirleyeceğiz.