Örgüt Erkan Doğan’ın işbirlikçi olduğu ve yaptığı ihbar sonucu devlet tarafından öldürülen 2 yoldaşının intikamını almak için öldürüldüğü yönünde açıklama yaptı.
Erkan Doğan’ın ailesi ve yakın çevresi ise onun suçsuz olduğunu, haksız yere öldürüldüğünü söyleyerek bu suçlamayı reddetti.
Devamında her iki açıklama hakkında Dersimliler arasında tartışmalar ve suçlamalar başladı.
Tartışmayı sürdürenlerin “karşı taraf” olarak belirlediği kesimleri suçlamaya odaklanmış yaklaşımlarının gerçekleri kararttığını görüyorum. Bu tarz bir didişmenin Dersim’in tarihsel toplumsal sorunlarını anlamak ve çözmekte katkı sunmadığını, tam tersine kutuplaştırıcı bir rol oynadığını düşünerek bu olay ve bağlantılı konular hakkında görüşlerimi paylaşmak istedim.
Devrimcileri anlamayan “halk”, halkı anlamayan “devrimciler…”
Genel yaklaşım:
- Devrimci grupların siyasal düşüncelerini, kullandığı yöntemleri benimsemesem de onların varlığını genel anlamda meşru görürüm.
Ancak; Devrimcilerin varlığını meşru görmem onların hatalarını, yanlışlarını eleştirmeyeceğim ve işledikleri suçlara karşı tavırsız kalacağım anlamına gelmez. Bir sosyalist olarak toplum tarafından kabul görmeyen bu tarz düşünce ve pratiklerini meşru görmem. - Dünya’nın, Türkiye’nin herhangi bir yerinde devrimcilerin var olmaları beni rahatsız etmiyorsa Dersimde de olmaları rahatsız etmez.
Ancak; Dersim’in tarihsel ve toplumsal yapısını; dillerini, inançlarını, kültürlerini önemsemeyen politikaları ve pratiklerinden rahatsız olurum. - Bir yerde devrimciler onlarca yıl barınabiliyorsa orada halkın bir kısmının desteğini aldıkları anlamına gelir. Dersim halkının bir kısmının devrimcileri“domane ma” (bizim çocuklar) diyerek sahiplendikleri herkesçe bilinir.
Ancak; halkın bir kısmının desteğini almak bütün toplumu temsil ettiği veya “halk adına” her şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Üretilen politikalar ve uygulamalar desteğini alamadığı, hatta desteğini aldığını varsaydığı kesimleri ciddi oranda rahatsız ediyorsa, zarar veriyorsa orada ortaya çıkan tablonun “halk adına” olmadığı / olmayacağı tartışılmaz bir gerçekliktir. - Nasıl ki; Kürtler, Aleviler/Kırmanclar, Zazalar, Ermeniler oranın gerçekliği ise devrimciler de Dersim’in toplumsal, siyasal ve kültürel sürecinin yok sayılamaz 40 yıllık gerçekliğidir. Onları ötekileştiren ve üretilen komplo teorileriyle düşmanlaştırmayı amaçlayan yaklaşımları doğru bulmadım, bulmuyorum.
Ancak; Dersim’in bu çok kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü özgünlüğünü anlamayan bu özgünlüğe saygı göstermeyen devrimci grupların dayatmacı politika ve pratikleriyle toplumda düşmanlaştırıcı bir iklim yarattığını ve hakikatlere zarar verdiğini de belirtmem gerekir. - Devrimcilerin devlet kadar asimilasyoncu ve adaletsiz olduğu, Dersimlilere devlet kadar zarar verdiği görüşünü hakikatten uzak ve yanlış bulurum. Hatta bu görüşün çoğu zaman devletin katliamcı ve asimilasyoncu politikalarının gizlenmesine katkıda bulunduğunu düşünürüm.
Ancak; Dersimlilerin dillerini, inançlarını, kültürlerini eşit ve adaletli biçimde yaşayabilmeleri, geliştirebilmeleri için devrimcilerin özgün politikalar üretemediklerini ve uygulayamadıklarını kabul etmek durumundayım.
Ne yazık ki; bazı devrimci grupların “halk adına” veya “halkın adaleti” adına halka büyük haksızlık yaptıkları ve telafisi mümkün olmayan zararlar verdikleri görüşü tamamen yanlış değildir.
Erkan Doğan’ın “halk adına” öldürülmesine yaklaşım:
Şiddeti bir mücadele biçimi olarak benimsemiş güçler (devlet veya örgüt) arasında yaşanan sürecin seyrinde kaçınılmaz olarak insanlar ölür/ölüyor.
Erkan Doğan bu iki güçten birinin organik mensubu muydu? Anladığımız kadarıyla böyle bir iddia yok. Örgütün “devletle işbirliği sonucu militanlarının ölümüne neden olmak” iddiası var. Bu iddia doğru olsa bile “hak etti” demiyorum, ölümü onaylamıyorum. Fakat varsa işbirliğini lanetliyorum. Zira tüm ajan, işbirlikçi, ihbarcıların kendi halkına ve değerlerine zarar verdiğini biliyorum.
Peki, devrimci bir örgüt böyle bir iddia ile birilerini öldürebilir mi? Ya da öldürmeli midir? Bu sorunun yanıtı “ölüm cezası”na karşı ilkesel tavırla doğrudan ilgilidir.
Siyasal kapasitesi yüksek ve adalet bilinci güçlü, “ölüm cezası”na ilkesel olarak karşı duran bir devrimci örgütün vereceği yanıt bellidir. (Bu süreçte tartışılan idam / ölüm cezasına karşı Türkiye’deki sol, sosyalist, devrimci çevrelerin mücadele ettiklerini hatırlatarak sormak isterim; bu örgüt ve taraftarlarının devletin yeniden gündemleştirmek istediği “ölüm cezası”na karşı tavrı nedir acaba?)
- “Ölüm cezası”nı gerekli görüyor olsanız bile; “ajan,” “işbirlikçi,” “ihbarcı” ne denirse denilsin bunlara dair “ölüm cezası” gibi ağır bir karar almadan önce onların devrimci adalet ve insan onuruna yakışır biçimde sorgulanmaları zorunludur.
- Devrimci adaletin yüksek hassasiyetiyle deliller ortaya konularak “halk mahkemesi”nde adaletli bir yargılama sürecinde kimsenin kuşku duyamayacağı bir sonuç ortaya konulmak durumundadır. Bu adalet bilincinin derin gücünü gösterir.
- Böyle objektif ve adaletli bir sürecin sonunda onlar “suçlu” bulunsa bile “ölüm cezası” dışında ceza seçenekleri üzerine düşünülmesi ve halkın onayına sunulması gerekmektedir. Öte yandan verilen her “ölüm cezası”nın siyaseten uygulanıp uygulanmayacağı (siyasal süreç, toplumsal değerler, ailesinin yapısı, zaman ve mekân ilişkisi vs. vs) meselesi çok daha büyük önem kazanır. Bu da siyasal yetkinliğin düzeyini gösterir.
Dersim halkının “ölüm cezası”na karşı çıkması ve sorular sorması kıymetlidir. Bu toplumdaki demokrasi ve adalet bilincinin düzeyini göstermektedir.
Bu mesaj doğru okunarak, duygusal yaklaşımdan uzak hem siyasi, hem ahlaki sorumluluk gereği Erkan Doğan’a (suçlu olsa bile) uygulanan “ölüm cezası” nedeniyle başta aileden ve Dersim toplumundan özür dilenmelidir. Ayrıca iddia edilen suçlamalara dair bütün kanıtlar en kısa zamanda açıklanmalı ve topluma “suçlu” olduğu kanıtlanmalıdır.
Devrimcilik adına bir daha bu tür yanlışların yapılmaması ve suçların işlenmemesi için başta Dersim olmak üzere Türkiye ve K. Kürdistan’da “devrimci adalet” ve “halk adına” yapılan yanlışlar ve işlenen suçlarla yüzleşmenin yaşamsal bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
“Halk adına” onlarca “ölüm cezası”nı infaz etmiş bütün siyasi çevreler bu yanlış politikalarını ivedilikle gözden geçirmeli ve bir yüzleşme süreciyle arınmalıdırlar…
Yüzleşme hem siyasi, hem de ahlaki sorumluluğun gereğidir; bu ağır sorumluluktan arınmadıkça daha özgür ve adaletli bir gelecek inşa edilemez…