Sedat Peker'in ifşaatlarıyla gündeme gelen Türkiye-El Nusra ilişkisini değerlendiren gazeteci Fehim Taştekin, "Erdoğan’ın onayı ve dahili olmadan bir yaprak kımıldaması bile mümkün değil. O yüzden her yol Saray'a çıkıyor" dedi.  

Devlet bağlantılı suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in devlet-mafya-siyaset ilişkilerine dair ifşaatları gündemdeki sıcaklığını koruyor. Peker, yayınladığı son videoda, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski askeri danışmanı Adnan Tanrıverdi'nin başında bulunduğu SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlığı'na dair önemli itiraflarda bulunarak, kendi adına SADAT tarafından El Nusra’ya silah gönderildiğini açıkladı. Bölgedeki güçler de, Peker'in bu açıklamalarını doğruluyor. 
 
Suriye'deki iç savaşı yıllardır sahadan takip eden gazeteci Fehim Taştekin, Selam Güzelyüz'ün sorularını yanıtladı. Taştekin'in Mezopotamya Ajansı'nda yer alan açıklamalarının bir bölümü şöyle: 

Peker, SADAT'ın şu anki ismi Heyet Tahrir El-Şam olan El Nusra’ya silah gönderdiğini ve milyarlarca dolarlık yasadışı ticaretin Saray’dan idare edildiğini ifade etti. Bu itirafların sahadaki karşılığı nedir? 

Sedat Peker’in bu söyledikleri kendi rolü ile ilgili küçük bir ifşaattır ama Türkiye’nin Suriye savaşına müdahil olmasının sadece ufak bir parçasıdır. Resmin tamamını görmek için daha da geriye gitmek gerekiyor. Çünkü Sedat Peker’in anlattığı olay 2015 yılında gerçekleşiyor. Oysa 2011 yazından itibaren, önceleri yasa dışı yollarla ve mevcut sınır dışı kapıları dışındaki geçiş noktalarında silahların ve militanların Suriye’ye girdiğini biliyoruz. Sedat Peker’in sözünü ettiği sevkiyata kadar hem jandarmanın hem de MİT’in orada bir dahli vardı zaten. Bu akış, 2016 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) doğrudan askeri müdahale ile Suriye’ye girmesine kadar devam etti. Sonrasında zaten her şey Türkiye’nin resmi araç ve sevkiyatlarıyla yürütüldü. Ama bu ifşaat, aslında Suriye içerisindeki Türkiye’nin yasal ya da gayri yasal kollarla dahil olduğu suçları da bir anlamda yeniden konuşma ve tartışmayı mümkün kılıyor. Bu açıdan da önemli.  

Silah ve lojistik desteğinin Saray ile ilişkilendirilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Sedat Peker bir taraftan Erdoğan’ı koruduğu iması veriyor, Erdoğan’ı bir şekilde kendisine 'dönüş bileti' olarak konumlandırıyor ve sanki tüm bu meseleler Erdoğan’ın dışında, Erdoğan’ın çevresindeki birtakım insanlar tarafından yürütülüyormuş gibi aktarıyor. Ama tüm bu süreçlerde Erdoğan’ın onayı ve dahili olmadan bir yaprak kımıldaması bile mümkün değil. O yüzden her yol Saray'a çıkıyor. Yani Peker’in verdiği isimler bu süreç içerisinde yer alan isimler. Peker, ısrarla MİT’i ve devletin diğer resmi organlarını işin içine karıştırmıyor. Bunlar yokmuş gibi davranıyor ancak gerçek böyle değil. Peker’in zikrettiği SADAT işin sadece bir parçasıdır. Belki bunlar devletin işlediği suçun farkına vararak ve bir anlamda pek çok ülkenin yaptığı gibi bu tür şirketleri bir paravan gibi kullanarak suç öteleme taktiğine gitmiş olabilirler. Ama 2014 yılında MİT tırları yakalandığında olayın büyüklüğünü gördük. Yani devlet doğrudan bu işi MİT üzerinden yürütüyordu. Sonra MİT’in bu operasyonlarla ilgili olmadığına dair eleştiriler yapılınca MİT yasası değiştirildi ve MİT’in sınır ötesi hareketlerine iç hukuk kapsamında meşruiyet kazandıran değişikliğe gittiler. Peker, ‘Ben devlete zarar vermem’ diyor. Peker konumundaki bir insan için bu anlaşılır bir şey ama fotoğrafın geneline baktığımız zaman devletin bütün organları var. Valilikler, kaymakamlıklar… Peker, bu işin ticaret boyutuna dikkat çekti ama bu yağmadır. Bu yağmanın nasıl işlediğini iyi biliyoruz.

Peker, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, "Bundan sonraki videoyu karşınızda anlatacağım. Helalleşeceğiz abi" şeklinde seslendi. Peker, Erdoğan hakkında neler söyleyebilir? Bu konuda bir öngörünüz var mı?

Muhtemelen Erdoğan hakkında ifşaattan daha çok kendi temas noktalarını anlatacaktır. Erdoğan’a, "Ben senin adamınım, ben seninle çalıştım, ben sana hizmet ettim" diyecek. Bunu da ispatlayacak bazı bilgiler verecek. Benim tahminim bu yönde. Peker, şu aşamada Erdoğan’a bir savaş açmak yerine, Erdoğan ile bir anlamda nasıl iyi ilişkiler içinde olduğunu gösteren bilgiler paylaşacak. Benim tahminim bu. Diğer taraftan Erdoğan’ın ne yapacağını da bilmiyoruz. Erdoğani, bir skandal ortaya çıktı diye bakan harcayan pozisyonda değil. Bu bir zafiyet göstergesi olduğu için hep ondan kaçındı ama siyaseten kendisine yük olduğunu düşündüğü bakan ya da bürokratları da bir süre sonra tek tek açığa aldı ya da başka görevlere gönderdi. Bunların konuşmaması da lazım. Çünkü Peker’in sahip olduğu sırlar, bu bakanlarda da var. Onların da konuşmaması için Erdoğan ya yanında tutarak ya da başka türlü memnun edecektir. Şirketlerin yönetim kurul üyeliği gibi bir sürü şey. 

Erdoğan, bunu kendi denklemi içerisinde, kendi iktidarı bloku içerisinde diğer ortaklarını da gözeterek adımlar atacaktır. Şimdi Peker bunu gördüğü için, tam cephe almak yerine hala Erdoğan’ın adım atmasını kolaylaştıracak tüyolar ya da bilgiler paylaşıyor. Ama bu işin sonu nereye gider onu bilemeyiz. Sonuçta Peker, Binali Yıldırım’ı işaret ettiği zaman aslında işaret ettiği kişi Erdoğan’dı. Peker, bu oyunu böyle oynayarak sonuç almaya çalışıyor. Bir sonuç alamazsa bu sefer tüm gemileri yakma kararı verdiğinde, sanırım herkesi daha da şoke edecek şeyler söyleyebilir.

Peker’in açıklamalarından sonra yaptığınız bir değerlendirmede, Peker’in MİT, TSK ve jandarmanın yanı sıra İnsani Yardım Vakfı (İHH) gibi örgütlerin rolünü bilerek es geçtiğini ifade ettiniz. Tam olarak neyi kastettiniz?  

Peker’in genel video serisinde izlediği bir strateji var. Asla ve asla babayı işaret etmeyen ve çevresindeki insanlara değinen bir yaklaşım izliyor. Bunun ötesinde Peker, eğer daha fazla konuşursa konumunun da düşeceğini biliyoruz. Mesela daha fazlasını konuşsa, MİT’ten, ordudan ve silahlı kuvvetlerden bahsedecek, bunların nasıl eğitilip, donaltıldığından bahsedecek. Peker, konumunda birisi bunların hepsini biliyordur. Ben bir gazeteci olarak birçok şeyi biliyorsam, o benden çok çok fazlasını bilir. Peker, düşeceği konumdan dolayı, bu konulara sadece nokta atışları yapıyor. Birazcık detaya girdiği zaman olayın rengi elbette değişecektir. Bunu şu an da kendi çıkarları açısından istemiyor. Ben Halep’te o yağmalanan sanayi tesislerini gezdim. Orada inanılmaz hikayeler dinledim. Türkiye’nin desteklediği gruplar tarafından oranın yağmalandığını gördüm. O zaman o bölgelere gelen birtakım mallarla ilgilenen yetkililerden de bahsetmişlerdi. Valilik ve Kaymakamlık düzeyindeki yetkililerden bahsediyorum. Bütün bunlarla ilgili Suriye’nin kendisi de bir dosya hazırlayıp, bunları uluslararası mahkemelere taşıyacağını söylüyordu o dönemler. İşte Peker bunun ticaret boyutunu anlattı ve her şeyin Saray’dan onaylı döndüğünü söyledi. Bunlar doğrudur. Daha doğrusu, herhangi bir şekilde böyle ciddi paraların döndüğü operasyonların Erdoğan’ın bilgisi haricinde olma ihtimali mümkün değildir.

ABD ve BM tarafından "terör listesine" alınan El Nusra gibi örgütlere SADAT üzerinde yapılan yardımların bölgesel ve küresel güçlerin istihbari raporlarında yer aldığı da ifade ediliyor. El Nusra’ya silah aktarılmasının uluslararası hukukta karşılığı nedir?

Zaten Türkiye bir şekilde o bölgeleri tamamen kontrol ediyor. Türkiye o bölgenin her şeyinden sorumlu. Bu açıdan da uluslararası hukuk bağlamında el alındığı zaman, bunlar çok sayıda suça işaret ediyor. Yani savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, yağma suçu, terör örgütlerinin destekleme suçu, göçertme, soykırım suçu... Bunların hepsi bu meselede tartışmaya açık konulardır. Tabi Türkiye’nin uluslararası konumu şu anda bunları tartışmaya izin vermez. Keza bir yargılama süreci şu an için mümkün kılmaz. Ancak hukuk açısından işler çok vahim.

Diğer yandan Türkiye, NATO üyesi bir ülke ve uluslararası ortakları var. Türkiye'nin uluslararası bağlamda stratejik ve jeostratejik bir değeri var. Bu açıdan da bu dosyaları Türkiye’yi kanalize etmek, Erdoğan’ı sıkıştırmak için kullanabilirler. Ama başta ABD olmak üzere Türkiye’nin şu an ki oturduğu uluslararası çerçeve, bunların bir davaya dönüşmesine izin vermez. Sonuçta ABD de bu suçun ortağı, İngilizler de bu suçun ortağı. Suriye sürecini Irak’ın işgaliyle birlikte değerlendirmek de gerekiyor. Çünkü ikisi cihatçıların ortaya çıkması noktasında birbirini çok besledi. Burada suç ortakları aynı. Şimdi uluslararası hakim karar mekanizmalarını etkileyen hakim yapılardır bunlar. Yani Almanlar mı Fransızlar mı el atacak, hayır. Onlar da suç ortağı. O yüzden uluslararası ceza mahkemesinin kurulması ya da mevcut ceza mahkemelerinde bir soruşturmaya dönüşmesi gibi bir şey beklemiyorum. 

Türkiye, sözünü ettiğim o uluslararası bağlamlarında kopar ve uzaklaşırsa, bu sefer Türkiye’yi cezalandırma anlamında bu dosyalara el atabilirler. Birikmiş olan bu dosyalar hem hasım devletler hem de müttefik devletler tarafından Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, politika değişikliğine zorlamak için kullanılacaktır. Mesela Rusya bunu kullandı ve etkili sonuçlar elde etti. 2015’te Türkiye’ni IŞİD petrolünü aldığına dair ifşaatlar da bulundular. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi’ne bir rapor götürdüler.  Tabi bunu paylaşmadılar ama tüm bunlar Türkiye’yi fena halde köşeye sıkıştırdı ve Türkiye Rusya ile iş birliğine gitmek zorunda kaldı. Bu bir oyundur. Bu ifşaatlar elbette bu oyunda karşı tarafların elini güçlendirecektir.

Saray ya da Türkiye, Suriye savaşının başından bu yana suç işleyen silahlı gruplarla ortaklık ediyor.  Bu grupların Türkiye’de sorun olma ihtimali nedir? Bu anlamda Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Şu anda İdlib’te, Doğu Halep’te ve Fırat’ın doğusunda yüz binin üzerinde silahlı milis varlığı söz konusu. Bunlar 10 yıldır ellerinde silahlarla suç işliyorlar. Her türlü suç ve bu işin bir de rantı var. Bu örgüt liderleri milyonlarca dolarla oynayan, kaçakçılık dahil her şey yapan savaş ağlarına dönüştüler. Şimdi bunların fişini çekmek, bu saatten sonra onlara yardım etmiş olan ellere de bir şekilde tehdit olarak dönecektir. Bunun örnekleri var. Pakistan-Afganistan mevzusunda aynı örnek var. Türkiye’nin 10 yıldır yaptığını, Pakistan Afganistan’da yaptı. Pakistan, desteklediği bu terör örgütleriyle toplumsal bir dönüşüm de yaşadı. Askeri kanatları dönüştü, istihbaratları dönüştü. Seküler olmakla övünen Pakistan Meclis’i şu an Usame Bin Ladin’e taziye mesajları yayınlayan milletvekilleriyle dolu. Şimdi böylesi bir dönüşüm çok tehlikeli bir dönüşüm. Pakistan bunu yaşadı. Çok böyle belli konularda ortak tepkiler veren iki ülke, benzer hevesleri olan iki ülke. Onun için bunları düşünmek zorundayız.

Biz bunları aslında iç politikada nasıl kullanıldığını 2015 seçimlerinde gördük. Bunlar şiddet unsuru olarak kullanıldı ve daha fazla da kullanılacaktır. Asıl tehlike Suriye’nin şu anda cihatçı militanların bulunduğu alanları kontrol etmesiyle başlayacak. Yani Suriye devleti buraları kontrol altına aldığı zaman, bunlar orada barınamayacak. Yeryüzünde rahat barınabilecekleri yegane yer Türkiye maalesef.  IŞİD’in dağıldıktan sonra en rahat hareket ettiği yer nasıl Türkiye olduysa bunların da böyle olacak. Bunu unutmayalım; Onlara karşı çok sayıda operasyonlar olabilir, gözaltılar olabilir ama bir tarafta da bunların nasıl kullanılacağına dair, Suruç’ta, Ankara’da ve Diyarbakır’daki patlamaları dikkate aldığımız da geleceğe dair de tablonun epeyce karanlık olduğunu söylemek gerekir. Bu iktidar yapısı, bu haliyle varlığını sürdürdüğü sürece bunlardan korkmak gerekiyor.

SADAT’ın başındaki Adnan Tanrıverdi'nin, Erdoğan'ın danışmanlığından istifa etmesinin bilinçli bir plan dahilinde olduğu, böylelikle Saray’ın El Nusra gibi örgütlerle ilişkisinin ortaya çıkmaması için istifa ettirildiği yönünde iddialar ortaya atıldı. Sizce de Tanrıverdi bu ilişkiler ortaya çıkmasın diye mi istifa ettirildi?

Amerikalılar ve İngilizler bu işe çok önceden başlamışlardı. Bu güçler, kendi askerlerinin yargılanabileceği ya da kendi siyasi karar mekanizmalarında bir bedele dönüşebilecek durumlarda, bu özel savaş şirketlerini kullanıyorlar. Bunu bir anlamda suçu kendilerinden uzaklaştıracak bir mekanizma olarak yapıyorlar. Mesela Wagner’i Ruslar kullanıyor ama asla ve asla Kremlin’le Rus devletiyle, Rus dışişleriyle ya da savunma bakanlığıyla ilişkilendirilmesine izin vermiyorlar. Her şeyi reddediyorlar. Wagner üzerinden Rus uçakları sürekli Libya’ya gidip geliyor ama bunu kimse Rusya’ya mal edemiyor. Siyasi bedele de dönüştüremiyorlar. Erdoğan da bu tecrübeleri gördüğü için, 2012 yılında SADAT’ı kurdurttu. El Nusra’ya ilişkileri ortaya çıkacak diye istifa ettirildiği yorumundan ziyade, başdanışman pozisyonunda kalarak bu işleri yürütmesinin daha zor olacağını düşünüyorum. Eğer suç şebekesi ya da paravan şeklinde bir ilişki biçimi varsa, bu başdanışman statüsüyle olmaz. O ilişkiyi kesmen gerekir. Madem ki suçu başka bir paravan üzerine yıkacaksan o zaman başdanışmanlık olmaz. Senin dediğin doğrudan onunla ilişkilendirir. Orada bir mantık hatası vardı. Herhalde bunu fark ettiler ve buna son verdiler.