Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullar, sağlık durumu ve yaşadığı hak ihlallerinin incelenmesi için TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na başvurdu.

Komisyonun oluşturulacak bir milletvekili heyetiyle birlikte İmralı Cezaevi’nde inceleme yapmasını istedi.

Koçyiğit, verdiği dilekçede “24 Haziran 2018 Genel seçimlerinde Hakkâri’den Milletvekili seçilen DTK Eş Başkanı Leyla Güven, milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemiştir. Cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada Milletvekili seçilen Leyla Güven’in, 29 Haziran 2018 tarihinde görülen davasında mahkeme heyeti tarafından oybirliği ile tahliyesine karar verilmiş ancak verilen tahliye kararına savcının itiraz etmesi üzerine bir üst mahkemenin aldığı tutuklama kararıyla tahliye edilmeden yeniden tutuklamasına hüküm verilmiştir. 29 Haziran’da Güven hakkında verdiği kararda tahliye edilmesi yönünde oy kullanan mahkeme üyesi 2 hâkimin, 14 gün sonra bu kez tutuklama yönünde oy kullanması davanın politik içeriğiyle yakından ilintilidir ve hem ulusal hem de uluslararası yasaların açık bir şekilde ihlali anlamına gelmektedir” dedi. 

Leyla Güven’in 6 Kasım’dan bu yana açlık grevinde olduğunun yer verildiği dilekçede Güven’in tek talebinin İmralı Cezaevi’nde 3 yıldan fazla bir zamandır Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit koşullarının kaldırılması olduğu ifade etti.

‘GÜVEN’İN TALEBİ KÜRT HALKININ TALEBİDİR’

Dilekçede Güven’in talebinin Kürt halkının talebi olduğu savunularak şunlar kaydedildi:

 “Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana avukatlarıyla, 6 Ekim 2014 tarihinden bu yana ailesi ile ve 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana ise İmralı heyeti ile görüştürülmemektedir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Diyarbakır’da Leyla Güven’in de aralarında olduğu 50 Kürt siyasetçi, Abdullah Öcalan’ın hayati durumundan ve sağlığından haber alamadıkları için açlık grevi eylemi başlatmışlardı. Açlık grevi eylemi sonucunda 11 Eylül 2016 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir. O günden bugüne Öcalan ve İmralı’da tutulan üç hükümlü aile, avukat, heyet görüşleri yapılamamış; telefon, mektup, telgraf ya da faks dâhil hiçbir haberleşme sağlanmamıştır. Sadece 12 Ocak 2019 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yaşamından duyulan endişenin giderilmesi amacıyla 15 dakikalık bir görüşme gerçekleştirilmiştir.”

‘ÖZEL BİR REJİM SÖZ KONUSU’

Öcalan’ın avukatlarının her hafta görüşme talebiyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurduğunun hatırlatıldığı dilekçede, “Ancak avukatların, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana Öcalan'a ilişkin yaptığı bütün görüşme başvuruları, 'Hava muhalefeti', 'Koster bozuk', 'Koster onarımda', 'OHAL' ve '5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun gereğince hükümlüler hakkında getirilen kısıtlamalar' şeklinde gerekçelerle reddedilmiştir. Abdullah Öcalan’ın avukat görüş başvuruları bugüne kadar 780 kez reddedilmiştir. Temel insan hak ve hürriyetleri evrensel ilkeler çerçevesinde ayrımsız olarak bütün herkes için yasal ve anayasal güvence altına alınmıştır. Ancak İmralı Adası’nda tutulan Abdullah Öcalan’a dönük ağırlaştırılmış mutlak tecrit ve izolasyonun, ulusal mevzuatta ve uluslararası hukukta karşılığı bulunmamaktadır. İmralı Adası’nda 20 yıldır Abdullah Öcalan’a yönelik uygulana gelen özel bir icra rejimi söz konusudur” ifadelerine yer verildi.

Dilekçenin devamında şu ifadeler yer aldı:

“İmralı Kapalı Cezaevi doğrudan tek bir bireye göre inşa edilmiş, bireyi doğrudan hedef alan, zamana yayılmış sistematik cezalandırma mantığına  göre kurgulanmış ‘yüksek güvenlikli’ tek kişilik bir cezaevidir. İmralı sistemi, bir adanın ortasında dış dünyayla bütün bağların kesildiği, dört tarafı sular ve yüksek duvarlarla çevrili fiziki yapısıyla da tecrit mekânsal bir çevrim kazanmaktadır.

‘TEMEL HAKLAR YERİNE GETİRİLMELİDİR’

Abdullah Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti yasalarında her mahpusun asgari düzeyde yararlandığı temel hakların hiç birinden yararlanmamaktadır. Avukat ve noterle görüş hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefon ile haberleşme hakkının yanı sıra radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkını da kullanamamaktadır. Hakeza mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, muayene ve tedavi istekleri de yasalara aykırı bir şekilde engellenmektedir. Beslenme, sağlık denetimi, hastaneye sevk, ziyaret hakkı, spor ve fiziki faaliyetler, diğer hükümlülerle görüş hakkı en asgari haklardan olup söz konusu haklar kati bir surette yerine getirilmemektedir.

‘ÖCALAN EN ETKİLİ AKTÖRDÜR’

Tüm bunların yanında kuşkusuz ki Abdullah Öcalan’ın rolü ve misyonu oldukça önemlidir. Yakın tarihte Türkiye toplumu çözüm sürecinde de gördü ki, Abdullah Öcalan çatışmalı süreci durdurulabilecek, diyalog ve müzakere ile Kürt sorunu çözülebilme noktasında ülkenin en etkili aktörü durumundadır. Abdullah Öcalan, 2013- 2015 tarihleri arasında Kürt sorununun diyalog ve müzakere yoluyla çözümü için devlet ve hükümet ile görüşmeler yapmış; halkların ortak barışının mümkün olacağını belirterek çözüm iradesini ortaya koymuştur. Çözüm ve müzakere süreci boyunca Türkiye halkları barış ve huzur içinde üç yıl geçirmişlerdir.

Leyla Güven’in talebi çok açık ve nettir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde ‘en önemli ve en etkili aktör’ olduğu siyasetle ilgili her kesim tarafından kabul edilen Abdullah Öcalan'a yönelik mutlak tecrit ve izolasyon uygulamasının sona erdirilmesini istemektedir.

‘KRİTİK EŞİĞİ AŞMIŞTIR’

Leyla Güven’in açlık grevi eylemi; bugün itibariyle 75. gününe girmiş olup kritik eşiği aşmıştır. Artan sağlık sorunları nedeniyle son iki haftadır avukat görüşüne çıkmakta zorlanmaktadır. Açlık grevinde olan Leyla Güven, çok ciddi sağlık sorunları yaşamakta, vücudunda geri dönüşü olmayan hasarlar oluşmaktadır. Ciddi kilo kaybı, yoğun eklem ve baş ağrısı, vücutta uyuşma ve dönemsel kramplar, tansiyonun düzensizliği, mide bulantısı ve mide krampları, baş dönmesi ve ağrıları, ses ve ışığa karşı aşırı hassasiyet, vücudun sıvı tüketimini reddetmesi şeklinde sağlık sorunları baş göstermiş ve sözüne edilen sağlık sorunları giderek kronik bir hal almış durumdadır.

‘MEŞRU BİR EYLEMDİR’

Leyla Güven’in süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi ve talebi bu anlamıyla insani, vicdani ve hukuki bir içeriğe sahiptir ve her yönüyle de meşru bir eylemdir.

Barışçıl bir eylem türü olan ‘açlık grevi’ eylemleri Anayasa’nın 26. maddesine göre ‘düşünceyi açıklama ve yayma’ hürriyeti kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü Açlık grevi yapan kişi ya da kişiler düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim dışındaki bir yolla tek başlarına veya toplu şekilde açıklamakta ve bu yöntemle yaymaktadırlar. Bu çerçevede bu eylemlilik türü düşünceyi açıklama ve yaymanın meşru yollarından birisi olarak kabul görmektedir.

‘DEVLETİN YAŞATMA SORUMLULUĞU VARDIR’

Leyla Güven’in açlık grevi eylemi ile birlikte Türkiye’deki çeşitli cezaevlerinde süresiz dönüşümlü 230’u aşkın mahpus aynı talep ile açlık grevi eylemine başlamıştır. Açlık grevlerinde, devletin yaşatma sorumluluğu birinci planda olduğundan; açlık grevlerinde dile getirilen talepleri değerlendirmek ve buna göre koşulları iyileştirmek de devletin görev ve sorumluluk alanına girmektedir.”

Dilekçenin son kısmında TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun milletvekillerinden oluşan bir heyetle İmralı Cezaevi’ni ziyaret ederek, ziyaret sonuçlarını kamuoyuyla paylaşması talep edildi.

Kaynak: Mezopotamya Ajansı