Evrensel yazarı Yusuf Karataş, 3-4 Aralık’ta Londra’da toplanacak NATO Zirvesi öncesi başlayan tartışmaları değerlendirdi.

Türkiye’nin NATO krizinin derinleşmesinde etkin bir rol oynamasının en çok Rusya’yı memnun ettiğini ifade eden Karataş,  “Ancak yapılan pazarlıklara bağlı olarak başta Polonya ve Baltık ülkeleri savunma planı olmak üzere, Türkiye’nin NATO’da üsteleneceği yeni görevlerin uzun vadede Rusya ile daha fazla karşı karşıya gelmesine yol açacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Çünkü başta da söylediğimiz gibi NATO, Rusya’yı ‘en büyük tehdit’ olarak görüyor. Bu konuda 2016 temmuz ayında Varşova’da yapılan zirvede Rusya’ya karşı askeri önlemlerin arttırılması kapsamında Türkiye, İspanya ve Romanya’ya yeni füze sistemlerinin yerleştirilmesi kararının alınmasını hatırlatmak yeter” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve NATO arasında sorun oluşturan  en önemli başlıkların SDG ve Kuzey Suriye olduğunu anımsatan Karataş, “Türkiye’nin NATO ile krizinde iki konu öne çıkıyor. Birincisi, S-400 savunma sistemleri ve ikincisi de SDG/PYD’nin “terör örgütleri” listesine alınması, başka bir deyişle Kuzey ve Doğu Suriye’de Türkiye’ye yönelik bir tehdit olduğunun kabul ettirilmesi. Türkiye’deki iktidarın NATO zirvesindeki asıl önceliğinin SDG/PYD’nin “terör örgütleri” listesine alınmasını ve Fırat’ın doğusuna yönelik müdahalesinin desteklenmesini sağlamak olduğunu/olacağını şimdiden söyleyebiliriz” dedi ve ekledi: “NATO zirvesi öncesinde Kürt kartını oynamaya çalışan Türkiye’deki iktidar, anlaşıldığı kadarıyla kendi sorunlarını çözmek yerine, bu sorunları ciddi bir kriz yaşayan NATO’ya taşıyıp uyguladığı yanlış politikalara zaman kazandırmayı bir başarı olarak pazarlamak istiyor. Oysa bu politika sorunları çözmek bir tarafa derinleştirecek ve uzun vadede emperyalistlerin ülke politikalarına daha fazla müdahale edebileceği koşulları hazırlayıp emperyalizme bağımlılığı arttıran sonuçlara yol açacaktır.”

Yusuf Karataş’ın Evrensel’de ‘NATO'ya karşı Kürt kartı!’ başlığıyla yayınlanan yazısı şöyle:

3-4 Aralık’ta Londra’da toplanacak zirve öncesinde sürdürülen tartışmalar, NATO’nun yaşadığı ciddi sorunların daha görünür olmasını sağlıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği”ni söyleyip ABD ve Türkiye’yi eleştirmesi, önceliğini Avrupa’dan çok Çin’e veren Trump’ın “NATO üyelerinin daha fazla ödeme yapması gerektiği” eleştirisi, Türkiye’nin NATO tarafından ‘en büyük tehdit’ olarak tanımlanan Rusya’dan S-400 savunma sistemi almasının yarattığı kriz ve en son Erdoğan yönetiminin NATO’nun Polonya ve Baltık ülkelerini savunma planını kabul etmek için NATO ülkelerinden SDG/PYD’yi resmen ‘terör örgütü’ olarak tanımalarını istediği yönündeki açıklamalar, Londra zirvesi öncesinde NATO’nun yaşadığı sorunların akla ilk gelenleri…

Görüldüğü gibi Türkiye’deki Erdoğan iktidarı NATO’daki krizin önemli taraflarından/aktörlerinden biri konumunda bulunuyor. Türkiye’nin NATO krizinin derinleşmesinde etkin bir rol oynaması en çok hangi ülkeyi memnun ediyor? Elbette Rusya’yı. Ancak yapılan pazarlıklara bağlı olarak başta Polonya ve Baltık ülkeleri savunma planı olmak üzere, Türkiye’nin NATO’da üsteleneceği yeni görevlerin uzun vadede Rusya ile daha fazla karşı karşıya gelmesine yol açacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Çünkü başta da söylediğimiz gibi NATO, Rusya’yı ‘en büyük tehdit’ olarak görüyor. Bu konuda 2016 temmuz ayında Varşova’da yapılan zirvede Rusya’ya karşı askeri önlemlerin arttırılması kapsamında Türkiye, İspanya ve Romanya’ya yeni füze sistemlerinin yerleştirilmesi kararının alınmasını hatırlatmak yeter.

Türkiye’nin NATO ile krizinde iki konu öne çıkıyor. Birincisi, S-400 savunma sistemleri ve ikincisi de SDG/PYD’nin “terör örgütleri” listesine alınması, başka bir deyişle Kuzey ve Doğu Suriye’de Türkiye’ye yönelik bir tehdit olduğunun kabul ettirilmesi.

Türkiye’deki iktidarının Rusya’dan S-400 savunma sistemi alması, NATO içinde ciddi tepkilere yol açmış olsa da S-400 krizinin NATO’ya taşınmasının Erdoğan iktidarının işine geldiğini belirtmek gerekiyor. Çünkü bu krizi, Erdoğan’ın mal varlığının araştırılması dahil ciddi yaptırım tehdidinde bulunan ABD ile ikili görüşmeler yerine NATO’ya taşımak, Erdoğan iktidarına birçok bakımdan avantajlar sağlıyor. Her şeyden önce son ‘Barış Pınarı’ harekatı zamanında da görüldüğü gibi birçok konuda NATO içinde bir görüş birliği bulunmuyor.

Bu harekata karşı NATO içinden hem destek ve hem de tepki açıklamaları gelmişti. Dolayısıyla NATO içindeki görüş ayrılıkları, Türkiye yönetimine S-400 krizini NATO içinde çözmek için sınırlı da olsa bir hareket alanı yaratıyor. Böylesi bir çözümün mümkün olmadığı koşullarda bile karşı karşıya bulunduğu krizi ve yaptırım tehdidini ertelemek için belli bir zaman kazandırıyor.

Türkiye’deki iktidarın NATO zirvesindeki asıl önceliğinin SDG/PYD’nin “terör örgütleri” listesine alınmasını ve Fırat’ın doğusuna yönelik müdahalesinin desteklenmesini sağlamak olduğunu/olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Zaten Polonya ve Baltık ülkelerini savunma planının kabulü için SDG/PYD’nin “terör örgütleri” listesine alınması koşulunun öne sürülmesi de bunu gösteriyor.

Erdoğan iktidarı, NATO’daki bölünmüşlüğü S-400 krizinde olduğu gibi bu konuda da kendi politikalarının NATO ülkeleri tarafından onaylanması için bir fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Ancak bu politikanın başarı şansının yüksek olmadığını söyleyebilmek için uzağa gitmeye gerek yok.

Çünkü Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği” eleştirisini öncelikle Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ operasyonu nedeniyle yapmıştı. Macron, bu operasyonu “NATO üyesi Türkiye’nin, çıkarlarımızın söz konusu olduğu bir bölgede, koordinasyonsuz saldırgan eylemleri” biçiminde tanımlamıştı. Öte yandan bu operasyon sürecinde Almanya ve Fransa başta, NATO üyesi birçok ülkenin Türkiye’ye silah satışını askıya aldığını da unutmamak gerekiyor.

Sonuç olarak Erdoğan iktidarı, ülke içinde Kürt sorununun demokratik çözümü ve Suriye Kürtleriyle diyalog için adım atmak, Suriye yönetimini muhatap alarak mülteci sorunu başta olmak üzere sorunlarını birlikte çözmeye dayalı barışçıl bir politika geliştirmek ve Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve askeri olarak daha fazla yük ve tehditle karşı karşıya getiren silahlanma yarışından vazgeçmek yerine uygulaya geldiği yanlış politikalarda ısrar ediyor.

NATO zirvesi öncesinde Kürt kartını oynamaya çalışan Türkiye’deki iktidar, anlaşıldığı kadarıyla kendi sorunlarını çözmek yerine, bu sorunları ciddi bir kriz yaşayan NATO’ya taşıyıp uyguladığı yanlış politikalara zaman kazandırmayı bir başarı olarak pazarlamak istiyor.

Yazının tamamı burada.