Dünya kamuoyu iki gündür Türkiye'nin Suriye'den Libya'ya naklettiği öne sürülen cihatçı görüntülerini tartışıyor.

Ahval’den Burak Tuygan’ın haberine göre, bilgiler bağımsız kaynaklar ve Türkiye tarafından henüz doğrulanmadı, ancak Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SOHR) göre Ankara İdlib'de farklı milis gruplardan oluşan 300 civarında militanı birkaç gün önce Libya'ya gönderdi,  yaklaşık bin kişilik bir militan grup da Libya'ya gönderilmek için Türkiye'deki kamplarda eğitim alıyor.

Londra merkezli SOHR'un başındaki isim Rami Abdurrahman'a göre militanlar iki bin dolardan başlayan maaşlar alacak ve bu ücretler kalış sürelerinin uzamasıyla birlikte daha da artacak.

Son birkaç günde yaşanan gelişmelere bakılırsa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adeta zamanla yarışıyor. 7 Ocak'ta açılacak TBMM'de Libya'ya asker gönderme tezkeresini hemen oylamaya sunacaklarını söyleyen Erdoğan Libya ile yaptığı askeri yardım ve deniz sınırlarını belirleme anlaşmaları kadar önemli bir hamleyi Tunus'a yönelik yaptı.

Koltuğuna henüz oturan Cumhurbaşkanı Kais Said'i 'bölgesel bir tur kapsamında sizi ziyaret etmek istiyoruz' minvalinde sözlerle oldu bittiye getirdiği ortaya çıkan Erdoğan, mevkidaşından ortak basın toplantısı sırasında istediği sözleri sarfetmesini de sağladı.

Fakat Erdoğan'ın uçağı daha Tunus'tan ayrılmadan ülke kamuoyu ayağa kalktı. Hükümetin işlevsiz, cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlı olduğu Tunus'un Erdoğan tarafından oyuna getirildiği yönünde sert açıklamalar geldi ülkedeki etkin sivil toplum kurumları, partiler ve insan hakları örgütlerinden.

Hemen akabinde Tunus Cumhurbaşkanlığı, Erdoğan'ın iddia ettiği gibi Trablus'taki hükümeti desteklemediklerini, tarafsızlık politikasını sürdürdüklerini duyurmak zorunda kaldı. Görünürde Erdoğan hamlesinin ters teptiği düşünülüyor fakat sahada durumun ne olduğu tam olarak bilinmiyor.

Erdoğan için Tunus stratejik olduğu kadar diplomatik arenada da önemli bir ülke. Almanya'nın öncülüğünde başlatılan Berlin Süreci'nde masada tek başına kalmak istemeyen Erdoğan Tunus ve Cezayir'i de yanına almaya çalışıyor.

Tıpkı Libya ile imzalanan deniz anlaşması ile 'Doğu Akdeniz'de tek başımıza değiliz.' mesajının verilmesi gibi...

General Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu'nun Rus paralı askerler ve Sudanlı milis güçlerinin de yardımıyla Trablus kapılarına iyice dayandığı, uluslararası diplomasinin hızlandığı bir dönemde denklemden silinmek istemeyen Erdoğan'ın diğer önemli bir hamlesini Cezayir üzerine kurguladığı görülüyor.

Yıllarca perde arkasından ülkeyi yönettiği öne sürülen Genelkurmay Başkanı Ahmet Gaid Salah'ın geçtiğimiz hafta ölmesi, 19 Aralık'ta cumhurbaşkanlığı görevine seçilen Abdulmecid Tebbun'un devam eden gösterilerden dolayı koltuğunu sağlamlaştıramamış olması Erdoğan'ı harekete geçirdi ve bu ülkeyi de denkleme sokmaya çalıştı. Erdoğan yanlısı gazetelerde  yayınlanan habere bakıldığında Tunus ve Cezayir'le güçlü bir Libya paktı oluşturulmuş durumda.

Hatta TCG GÖKSU ve TCG GÖKOVA fırkateynleri de, Barbaros Hayreddin Paşa’nın ağabeyi Oruç Reis’i anmak için 7-10 Ocak arasında Cezayir’e gidecek.

Ayrıca son iki gündür Cezayir menşeli bazı sosyal medya hesaplarında Türk askerleri ve destekli Suriyeli grupların Cezayir'deki bazı limanlara ulaştıkları, Libya'ya doğru yola çıktıkları da öne sürülüyor.

Fakat resmi açıklamalara yansıyan Türkiye'yi ya da Trablus hükümetini destekleyeceklerine dair herhangi bir açıklama gelmiş değil Cezayir tarafından.

ABD ve Rusya arasındaki ihtilafı çok iyi kullanarak yıllarca Suriye denkleminde kalabilen ve ufak ta olsa bazı kazanımlar elde eden Erdoğan'ın Libya'daki en büyük kozu da uluslararası çarpık ilişkiler, denklemler ve zayıf noktalar.

Halihazırda en az on ülkenin dahil olduğu Libya iç savaşında her ne kadar iki taraf var gibi görünse de onlarca kabile ülkenin zenginliklerine sahip olabilmek için birbiriyle mücadele ediyor. Bölgedeki ülkeler siyasi istikrarsızlıklarla mücadele içinde.

Avrupa Birliği Suriye konusunda olduğu gibi Libya'da da paramparça. Libya üzerinde rekabet halinde olan İtalya ve Fransa birbiriyle kanlı bıçaklı. ABD'nin nasıl bir tavır takınacağı net değil. Rusya bir yandan Hafter'i desteklerken, diğer yandan Türkiye'nin neler yapabileceğini izleyerek tüm taraflara gülücükler atıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Hafter için sahaya inen ülkelerin de Türkiye ile bir savaşı göze alıp alamayacakları bilinmiyor. Ayrıca Türkiye'yi eleştiren ülkelerin de benzer bir şekilde hukuksuz olarak Libya'nın içişlerine müdahalede bulunması ve bazı ülkelerin emperyal kirli geçmişleri Erdoğan'a söyleyecek söz bırakıyor.

Tüm bu gelişmelere baktığımızda yeni yılla birlikte Libya krizinin daha tehlikeli bir boyuta taşınması mümkün. Tüm gözler Türkiye'nin muharip birlikler gönderip göndermeyeceğine odaklı. Bu senaryonun uygulamaya konması durumunda vekalet savaşları sona erecek ve bizzat aktörler sahaya inmiş olacak.

Türkiye için masada olan diğer bir alternatif ise bizzat düzenli ordu birlikleri ile değil İdlib'deki militanlarla savaşı yürütmek. İdlib'de yaşanan son gelişmelere bakıldığında Erdoğan'ın muhaliflerin elinde kalan bu son bölgeyi gözden çıkardığı görülüyor. Kentin her an rejim güçlerinin eline geçmesi muhtemel. İdlib'i stratejik olarak değil, Rusya ve rejim güçlerine karşı bir restleşme ve pazarlık alanı olarak kullanan ve gören Erdoğan için önemli olan bölgeler Afrin'den başlayarak Irak sınırına kadar uzanan ülkenin kuzeyi. Buralardan da istediklerinin bir kısmını elde eden Erdoğan için artık en önemli muharebe alanı Libya.

Bizzat Erdoğan'ın Sözcüsü İbrahim Kalın katıldığı bir televizyon programında her açıdan sorunlu, provokatif ve ayakları yere basmayan sözler sarf ederek aslında Erdoğan'ın Libya'de neler yapabileceğini de ortaya koydu. Bu sözler Kalın'a ait: Küreselleşme çağında Misak-ı Milli sınırlarının güvenliği sınırların ötesinde başlar. Yani Türkiye'nin güvenliği bu çağda Misak-ı Milli sınırlarının ötesinde başlar. Siz hattı geniş çizmezseniz bu küreselleşme çağında ülkenizin ulusal sınırlarını dahi koruyamazsınız. Hatta Kalın aynı programda Mısır'la ilgili de komedi derecesinde sözler sarfederek, Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz sınırlarını belirleme anlaşmasından Kahire'nin memnuniyet duyduğunu da ileri sürdü. İddiaya Mısır medyası ateş püskürdü.

Kalın'ın sözlerini tercüme edecek olursak, Türkiye bugünkü sınırlarını koruyabilmek için başka ülkelerde gerekirse savaşa girebilir. Dolayısıyla Erdoğan, Suriye için sürekli dile getirdiği 'Siz onbinlerce kilometre uzaklardan gelip Suriye'de ne arıyorsunuz?' gafletine kendisi de düşmüş oluyor. Belki o ülkeler de kendi Misak-Milli sınırları için endişeleniyordur!

Türkiye'nin Libya'ya cihatçı militanlar ihraç ettiği yönündeki iddialar neredeyse son beş yıldır sürekli olarak dile getiriliyor. Son günlerde ortaya çıkan sosyal medya görüntülerinde bu akışın iyice hızlandığı görülüyor. Türkiye'den havalanan Libya menşeli havayolu şirketlerinin Trablus ve Misrata'nın yanı sıra Tunus'a, Tunus'tan Trablus ve Misrata'ya yaptıkları uçuşların sayısında yaşanan artışlar bu tür iddiaları destekliyor.

Zaten Erdoğan cihatçı transferinin zihni, fikri, ahlaki, stratejik, politik alt yapısını da hazırlamış durumda. Katıldığı bir televizyon programında Rus paralı askerlerinden bahsederken 'Wagner'in paralı askerleri nasıl gittiyse Türkiye'nin de benzer adımları atabileceğini' söylemişti.

Şimdi ise bir fiili savaşta rakiplerinin uygulayacağı hava ve deniz blokajını kırmak için alternatif köprüler kurmaya çalışıyor ve bunun için de en önemli ülke Tunus.

Libya'nın, daha doğrusu Türkiye destekli Trablus hükümetinin nefes borusu olan Tunus, konumu, güçsüz siyasi, ekonomik pozisyonu ve parlamentodaki Müslüman Kardeşler bağlantılı El Nahda Hareketi'nin güçlü pozisyonu ile tam da Erdoğan'ın istediği kriterlere sahip. Tunus'un Türkiye'yi ne kadar engelleyebileceği ya da direnebileceği bilinmiyor.

Ancak muhtemel bir savaşa göre pozisyon almaya başlayan Tunus'un Libya sınırına yakın bölgelerde elli bin kişilik bir mülteci kampı inşa etmeye ve 500 km uzunluğundaki sınır boyunca yoğun güvenlik önlemleri almaya başladığı ifade ediliyor. Ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşayan Tunus'un en önemli gelir kaynaklarından birini Libya ile arasındaki iki sınır kapısı. Tunuslular başta petrol olmak üzere Trablus hükümeti tarafından sübvanse edilen pek çok tüketim maddesi alıyor.

Benzer bir durum Cezayir için de söz konusu. İktidar en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor. Cunta sokakları göstericilerden temizleyemiyor. Ayrıca ülkenin İslami Selamet Cephesi gibi güçlü bir İslamcı geçmişi var. Libya'daki savaşın uzaması ve ülkedeki gösteriler Cezayir'i farklı bir duruma getirebilir.

Cezayir yıllarca Erdoğan tarafından Fransız işgalinin vahset boyutlarını göstermek için kullandığı bir argümandı. Ne zaman ki 2012'de dönemin Başbakanı Ahmed Uyahya, Türkiye’ye, Fransa’nın sömürge dönemi sırasında Cezayir’de yaptığı katliamları siyasi bir çıkar gütmek için kullanmaktan vazgeçme çağrısında bulundu, Erdoğan bu iddiaları çok fazla dile getirmemeye başladı.

Türkiye’nin sömürge döneminde bir NATO üyesi olduğunu hatırlatan Uyahya, bu nedenle Fransa’nın suç işlediği dönemde dolaylı olarak Türkiye’nin de lojistik destek sağlayarak ortak olduğuna işaret etmişti.

Muhtemel bir sıcak savaşa Yunanistan'ın da seyirci kalmayacağı ortada. Libya ile yapılan deniz anlaşmasının nefes borularını tıkayacağını belirten Atina Libya ile ilgili görüşmelere katılmak istiyor.

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis haftalık To Wima dergisine verdiği röportajda, 'Komşumuz olan bir ülkede istikrarsızlık olmasını istemiyoruz. Bundan dolayı Libya'daki gelişmelerle ilgili bizim de sözümüz olmasını istiyoruz.' diyerek Ocak ayında Berlin'de yapılması planlanan BM destekli barış görüşmelerine katılmak istediklerini resmen açıkladı.

Fiilen Misrata'yı tıpkı Katar ve Somali gibi askeri üs haline getiren Türkiye'nin Libya'daki en büyük kozlarından biri Suriye operasyonlarında kullandığı ve tecrübe kazandırdığı başta Türkmen ve Uygur militanlar olmak üzere binlerce cihatçı.

Erdoğan'ın paramiliter grubu SADAT'ın da dahil olmasıyla bu cihatçıların adım adım İran Devrim Muhafızları'nın altıncı kolu gibi Lübnan, Irak ve Suriye başta olmak üzere pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizbullah benzeri bir örgüte dönüşmesi mümkün. Zaten halihazırda Misrata'da faaliyet gösteren pek çok örgüt kan bağları olduklarını öne sürdükleri Türkiye ile yakın ittifak halindeler. Suriye'den gönderilecek cihatçılarla bu sayının artırılması ve bu şekilde Trablus merkezli hükümetin Hafter tarafından düşürülmesi durumunda dahi mücadeleye devam edilmesi amaçlanıyor olabilir.

Haberin tamamı burada.