Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Haziran kayıtlarına göre, erkekler 27 kadını öldürüldü, 23 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. İzmir’de 12 Temmuz’da Konak ilçesinde Dilek Yüksel, Buca ilçesinde Hatice Sevinç ve 14 Temmuz’da ise Seferihisar ilçesinde Sultan Kaya adlı kadın olmak üzere 2 günde 3 kadın katledildi. Bu tabloya rağmen iktidar ve ortağı, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme çabaları tepki topladı. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilen konuları, İzmir Barosu Genel Sekreteri ve Kadın Hakları Merkezi’ni Yöneten Avukat Perihan Çağırışım Kayadelen, Mezopotamya Ajansa’na (MA)  değerlendirdi. 
 
‘250 YAKIN KADINA DESTEK SUNDUK’
 
Kayadelen, Ocak ayından Mart ayına kadar 157 kadının psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddette karşı kendilerine başvuruda bulunduğunu belirtti. Koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde yaklaşık 60 kadına telefon üzeri hizmet verdiklerini kaydeden Kayadelen, baronun Ocak ayından Temmuz ayına kadar psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalan yaklaşık 250 kadına destek sunduğunu vurguladı. Kayadelen, Türkiye genelinde kadın cinayetlerinde artışların olduğunu hatırlatarak, temel sebeplerinden birinin de devletin üst kademelerindeki kişilerin kadına karşı kullandıkları dil olduğunu belirtti. “İzmir’de son dönemde erkekler tarafından katledilen kadınların ailelerine ulaşmaya çalışıyoruz" diyen Kayadelen, “Ailelere avukat desteğinin dışında, davalarını baro olarak da takip etmek istiyoruz. Cezasızlık kültürü birçok noktada olduğu gibi kadın cinayetlerinde de artışa sebebiyet veriyor. Birçok kadın katilinin savunmasında hep aynı ifade var: ‘Erekliğime laf etti, beni aldatıyordu, kadınlık görevini yerine getirmedi’ gibi benzer şeyler. Neden? Çünkü bunun bir karşılığı olduğunu biliyorlar. Cezasızlık kültürü artıkça maalesef ki kadın cinayetlerinin önüne geçmemiz bu aşamada mümkün olmuyor” diye belirtti. 
 
'FAİLLER ORTAK AKIL İLE HAREKET EDİYOR'
 
Kayadelen, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamasıyla haksız tahrik ve iyi hal indirimlerinde azalmalar yaşandığını dile getirerek, haksız tahrikin ise birçok dosyada uygulanmadığını söyledi. “Aldatma bir boşanma sebebidir, tahrik olarak uygulanamaz” diyen mahkeme kararların olduğunu anımsatan Kayadelen, şöyle devam etti: “Katiller üst düzeyden ceza aldığında cinayet sayılarında bir düşüş yaşanıyordu. Fakat konjonktür tersine dönüp yine kadın düşmanı söylemleri artığında ve katillere gerekli cezalar verilmediğinden kadın katliamları artıyor. Çünkü failler bir birinden öğrenerek ortak akıl ile hareket ediyor. Örneğin Münevver Karabulut cinayetinde böyle oldu. Münevver öldürüldükten sonra Türkiye’de testereyle kadın cinayetleri artmaya başladı. Fakat ne zaman Cem Garipoğlu en üst düzeyden ceza aldı bir daha böyle bir şey duymadık. Devletin bütünlüklü bir politika üretmesi lazım. Önce kadın cinayetlerini önleyecek ve kadını bir politika geliştirmesi gerekiyor. Eğer yine engelleyemediyse de en sonunda cezalandırmasını düzgün bir şekilde yapması gerekir.”
 
‘YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMİYOR'
 
“Devletin İstanbul Sözleşmesi'ni bu kadar dillerden düşürmemesinin temel sebeplerinden birinin de devlete yükümlülük yüklüyor olmasıdır” diyen Kayadelen, imzacısı olunmasına rağmen yükümlüklerin birçoğunu gerçekleştirilmediğine vurgu yaptı. İstanbul Sözleşmesi’ne göre şiddet hattının olması gerektiğini sözlerine ekleyen Kayadelen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim bir 183 şiddet hattımız var ama kadına, çocuğa, engelliye, yaşlıya herkese hizmet veriyor. İstanbul Sözleşmesi'nin söylediği böyle bir hat değil. İstanbul Sözleşmesi'nde, 'Senin devlet olarak sadece şiddete karşı bir hat geliştirmen lazım, bunun dışında cinsel istismar ve cinsel saldırı merkezleri kurman gerekiyor. Kadınlara burada rehabilitasyon hizmeti vermen gerekiyor' diyor. Bırakın cinsel saldırı suçlarında bir klinik açmayı, sığınma evi sayısını tamamlayabilmiş bir ülke değiliz. Kadınların en fazla ihtiyaç duyduğu şey barınma ihtiyacıdır. 6284 sayısı yasada ve İstanbul Sözleşmesi’ne göre devlet gerekirse bir yer tutacak ve kadını oraya yerleştirecek diyor. Bırakın onları bizde kararların uygulanmasında bile sıkıntı var. Adres gizlilik kararı aldırıyoruz. Faile adres tebliğ ediliyor. Tebligatla kadının adresi faile gidiyor. Mahkeme tarafından o kadar özensiz bir şey yapılıyor” dedi. 
 
'MIŞ GİBİ YAPARSAK PORBLEMİ ÇÖZEMEYİZ'
 
Elektronik kelepçe uygulamasında faillerin şiddete başvurmalarında ciddi düşüşler yaşanacağını ifade eden Kayadelen, şunları söyledi: “Hem kadında bir verici var hem adamın ayağında bir kelepçe var. Yakınlaşmada sinyal hem kadına haber veriyor hem de karakola bildiriyor. Fail üzerinde devletin baskısını hissettiği için şiddete yönelimi de azalıyor. Bu alan için özgülenmiş kelepçe yanılmıyorsam 34 -35 tane var. Toplamda Türkiye’de kadına yönelik şiddete ayrılan elektronik kelepçe sayısı bu kadar. Yani ‘mış’ gibi yaparsak problemi çözemeyiz. 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesine saldırılmasının sebeplerinden biri de bu. Devlet bu sorumlulukları yerine getirmektense sözleşmeden çekilmeyi dillendiriyor. Bu söylemi dillendirirken kendi eril tabanına sevimli göstermeyi sağlıyor. Türk yargısının eril bir yargı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir kadın hata yapısında onun karşılığını vereyim diye bekleyen bir yargımız var." 
 
MEDYA ERİL DİLDEN UZAK DURMALI
 
Kadına yönelik şiddete medyanın dilinin önemli olduğunu dile getiren Kayadelen, medyanın eril dilinin cinayetleri artırmasına sebebiyet verdiğini vuruladı. Şule Çet dosyasında, "İki erkekle bir plazaya girdi" şekilde haberlerin yapıldığını hatırlatan Kayadelen, şunları belirtti: "Aşk cinayeti, çılgın âşık şöyle yaptı gibi. Bu söylemlerin tamamen ortadan kalkması gerekiyor. Haberleri merak uyandıran, gizemli hale getirmek için kadın bedeni üzerinden haber üretilmemesi gerekiyor. Medya bu dili değiştirirse ancak büyük bir etken olarak katillerin daha fazla cinayet işlemesini engeller.” 
 
'KOPYALA YAPIŞTIR KARARLARLA KARŞILAŞIYORUZ'
 
Şiddete uğrayan bir kadının en yakın valilik, kaymakamlık ve karakolla gitmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Kayadelen, koruma kararının içeriğinin ise kadının ihtiyacına göre belirlenmesi gerektiğini söyledi. "Evden uzaklaştırma kadının işine yaramayacaksa kadının kadın sığınma evine götürülmesi gerekiyor" diye devam eden Kayadelen, “Fakat orada da hep basmakalıp kopyala yapıştır kararlarla karşılaşıyoruz. Bunun sonucu olarak da koruma kararı işe yaramıyor maalesef” dedi.