Akil İnsanlar Heyeti'nden Prof. Dr. Doğu Ergil ve Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) Genel Başkanı Zübeyde Teker, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptıkları görüşmeyi ANF’den Ali Barış Kurt’a değerlendirdi.

ERGİL: ERDOĞAN KAPSAMSIZ BİR KONUŞMA YAPTI

Akil İnsanlar Heyeti'nde İç Anadolu Grup Üyesi olarak görev yapan, Prof. Dr. Doğu Ergil, Başbakan Erdoğan'ın dün kendileriyle yaptığı toplantıdaki konuşmasını eleştirdi.

Prof. Dr. Ergil, "Erdoğan'ın konuşması kapsamsız bir konuşmaydı. Bu sürecin tamamlanması ve başarıya ulaşması konusunda katkılarımıza teşekkür edip, önerileri dinledi. Bundan sonraki aşamalar, her aşamada nelerin olacağı konusunda bir açıklama yapmadı. Halbuki raporlardan çıkan beklentilerden biri; bu sürecin açık olması, parlamento çatısı altında bütün partilerin, sivil toplumun da katkısıyla yürütülmesiydi. Erdoğan, buna yönelik de bir mesaj vermedi" diye konuştu.

Prof. Dr. Ergil, barışın sadece "şiddetin araçlarını elinde tutanların vardıkları çatışmasızlık hali" olmadığını belirterek, şöyle devam etti:

"Barış; bütün toplumun, çeşitli kesimlerin müzakere sonucunda oluşturduğu şartlar ve bunların ilkelere bağlanmasıdır; bir arada yaşama iradesidir. Silahlı gruplar arasındaki varılan uzlaşmaya, 'barış' denilemez. Tüm kesimlerin hangi şart ve kurallara göre yaşayacağına karar vermesi, yani kolektif irade meselesidir. Bunun mimarı siyaset olabilir ama işçisi toplumun kendisidir. Her fert, her küme eşit, saygın, kurucu ortak irade olarak yer almalıdır."

Erdoğan'a toplantıda barışın böyle anlaşılması noktasında açıklama yaptığını anlatan Prof. Dr. Ergil, "Kendisine, eğer barışı böyle görmezsek bölgedeki çatışmasızlığın durmasının yanlı, yanlış, kısmi ve geçici olacağını söyledim. O yüzden bu bilincin yaratılması gerekiyor ve barışın demokrasi yoluyla, demokrasinin kurallarının mutabakatla belirlenmesiyle, herkesin müdahil olabileceği, katılabileceği bir olgu olarak düşünülmesi lazım. Dar anlamdaki barış bizi bir yere vardırmaz; Erdoğan'a, daha geniş çaplı bir barış anlayışına sahip olunması gerektiğinden bahsettim" dedi.

'KOMPLO TEORİLERİ BIRAKILSIN'

Prof. Dr. Ergil, Erdoğan'ın Gezi Parkı meselesini "yabancı komplosu" şeklinde ele aldığını hatırlatarak, bu dilin değişmesi gerektiğini belirtti: "Halkın bir bölümü barış projesini 'yabancı komplosu', 'Amerika'nın, İsrail'in, AB'nin projesi' şeklinde, komplo teorileriyle izah etmeye çok yatkın. Bu süreci 'yenildik mi', 'bölünecek miyiz' gibi müthiş kaygılarla anıyorlar. Yani destek vermek istiyorlar ama tereddütleri var. Komplo, dediğiniz şey olayı bizim olmaktan çıkartan, kontrol edemediğimiz, dış güçlere bağlı bir süreç... Tanıya, tanımlamaya açık olmadığı için çözümü de içinde barındırmıyor. Bu yaklaşım son zamanlardaki olaylarda da siyasetçilerin diline yansımış durumda. Taksim'de bir şey oluyor, 'dış güçler' deniliyor. Bu bizi, meseleleri anlama ve çözme noktasında engelliyor. Bu dilin terk edilmesi gerekiyor. Bunu toplantıda Erdoğan'a da belirttim. Çünkü bunu kendisi de, hükümet de yapıyor."

'STATÜKOYU KORUYAN GÜÇLERİN YERİNE YENİ KADROLAR LAZIM'

Kürt sorununun çözümünün 'demokratik bir devrim' niteliği taşıyan değişikliklerle mümkün olacağına dikkat çeken Prof. Dr. Ergil, Erdoğan'a yapısal, kurumsal değişikliklerin gerektiğini söylediğini aktardı: "Bu değişikliklere dair kadrolar lazım. Taşradaki kamu bürokrasisi tamamen statükoyu korumak için şekillenmiş. Yine üniversitelere atanan profesörler 'bizim adamımız' denilerek seçilmiş, milliyetçiler oluyor. Düzenin korunmasına dönük insanlar oluyor. Kamu bürokrasisi de Ankara'nın sözünden çıkmamaya şartlanmış. Ama çözüm sürecinin dinamizmine, esnekliğe engeller. Düzen kendi yaratmış olduğu üniversiteyi de bürokrasiyi de kendi karşısında buldu. Anadolu'da barış desteğinin sağlanması için bunların dikkate alınması gerekiyor."

'ERDOĞAN'I DİNLERKEN ŞAŞIRDIK'

Erdoğan'ın toplantıda seçim barajı, ana dilde eğitim gibi konulardaki olumsuz yaklaşımına tepki gösteren Prof. Dr. Ergil, "...Kendisi bunları söylediğinde hepimiz 'yahu ne oluyoruz' dedik! Çünkü demokratikleşmenin şartlarından biri katılımın, tabanın mümkün olduğu kadar gelişmesidir. Yüzde 10 barajı buna engel. 'İstikrarı, koalisyonları engelleyecek' denilerek, böyle bir engel konulamaz. Anladığım kadarıyla daha geniş kapsamda temsili iktidar partisi istemiyor. Bu bizi şaşırttı. Erdoğan'ın, hükümetin ana dil meselesine yaklaşımında da biraz muğlaklık var. Erdoğan anketlere çok önem veriyor ve ona göre tutum takınıyor olabilir ama yanılıyor da olabilir" diye konuştu.

TEKER: ERDOĞAN'IN TAVRI SIKINTI YARATIYOR

Akil İnsanlar Heyeti'nde 'Doğu Anadolu' Grubu üyesi olarak çalışan, TUHAD-FED Genel Başkanı Zübeyde Teker de, Erdoğan'ın konuşmasında eleştiriyi hak eden bölümler olduğunu belirtti: "Süre sıkıntısı olması kötüydü. Söz hakkı istememe rağmen alamadım. Erdoğan daha sonradan söz hakkı veremediği için özür diledi. Ancak konuşmasında bizi demoralize eden bazı noktalar vardı. Hem çözüm sürecini raporlarımızdaki talepler etradında yükselteceklerini söyledi ancak seçim barajı, karakol yapımları, ana dil gibi meselelerdeki tavrı sıkıntılıydı. Raporları okuduktan sonra değişeceğini umuyorum"

Erdoğan'ın projelerinden bahsetmemesini de eksiklik olarak değerlendiren Teker, "Çözüm süreci için 'şunları yapacağız' demezken; neleri yapmayacaklarını söyledi. Anayasada ana dil meselesinin yer almayacağını söylemesi gibi" dedi. Toplantıda, Erdoğan'ın danışmanlığını da yapan kızı Sümeyye Erdoğan ile görüştüğünü ve kendisine de toplumun demokrasi ve insan hakları istediğini anlattığını söyleyen Teker, Kürtlerin taleplerinin dikkate alınmasıyla sürecin ilerleyebileceğini aktardığını belirtti.

'HÜKÜMETİN DİLİ NEGATİF TUTUMLARA SEBEP OLABİLİR'

Teker, şöyle devam etti:

"Çözüm sürecinde hükümetin kullandığı dil ve üslup halkın hassasiyetlerini zorlamamalıdır. Devlet ile duygusal ilişkisi kopmuş, güven ilişkisi pamuk ipliğine bağlı bir gerçekliğe uygun olmayan söylem ve pratikler, halkta negatif tutumlar gelişmesine sebebiyet verebilir. Provokasyon zeminleri oluşturabilir. Böylesi bir durumun yaşanması hükümeti süreç bakımından zor duruma düşürür. Süreci rahatlatacak ve güven sorununun aşılmasına ciddi katkılar sunacak olan ve raporda belirtilen kısa vadeli adımların atılması son derece önemlidir. Sayın Öcalan'ın serbest bırakılması meselesinde de farklı Kürt örgütleri Kürt Hareketine bağlı Kürtler ile aynı talebi dile getirmişlerdir. Sayın Öcalan'ın 'halk önderi' olması kabulü  artık herkes tarafından meşruluk kazanmaya başlıyor. Ayrıca farklı kesimlerin de sürece güven duymasında Sayın Öcalan'ın ciddi etkisi olduğu ortaya çıkmıştır."

'ÖCALAN İLE GÖRÜŞMEMEMİZ EKSİKLİK YARATTI'

Cezaevlerindeki siyasi tutuklular ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmemenin raporun tamamlanmasında ciddi bir eksiklik yarattığını belirten Teker, "Bu eksikliğin giderilmesi temelinde hazırlanan raporun grup temsilcileri tarafından Sayın Öcalan'a götürülüp paylaşılması çok büyük önem taşıyor" ifadelerini kullandı.

Teker, Kürdistan doğasına dönük projelerde halkın görüşüne başvurulmasını, doğa ve tarihsel dokunun tahribatına sebebiyet verecek projelerden hızla uzaklaşılmasını istedi ve ekledi: "Kalekol ve koruculuk uygulamaları konusunda raporda yer alan önerilerin bir an önce değerlendirilmesinin sürece çok olumlu bir katkı yapacağı görülmelidir."

Ayrıca üniversitelerde Kürt öğrencilere dönük baskı ve yıldırma politikalarına vurgu yapan Teker, "Üniversitelerde ciddi anlamda reformlar yapılmalı, bu provokasyoncu, asimilasyoncu, baskıcı kadrolar üniversitelerden uzaklaştırılmalıdır" dedi.

'ÇALIŞMALARIMIZA DEVAM ETME KARARI ALDIK'

Teker, Akil İnsanlar Heyeti'ndeki 'Doğu Anadolu' Grubu olarak çalışmalarını sürdürmeye karar verdiklerini açıkladı: "Toplumsal sorumluluğumuz gereği meseleyi sadece hükümete taşıma meselesi olarak algılamıyoruz. Meşrulaşma zemini yakalanana kadar takipçisi olmaya karar verdik. Ayda bir özgün olarak çalışmalarımızı bir araya getirip ifade edeceğiz."