Yazar Ahmet Altan, “Ölümün ve cinayetin kara hayaletlerine karşı bu hayatı nasıl savunacağız?” sorusuna bugünkü yazısında yanıt aradı.

Ahmet Altan’ın Haberdar’da yayımlanan “Biz ne istiyoruz?” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Anayasaya uymayacağını” açıklayan ve başbakanlığı sırasında yaptıklarından dolayı yargılanacağından korkan bir cumhurbaşkanı, hırsızlıklarını yargıdan kaçırmaya uğraşan hırsızlar, iktidar milletvekillerinin “bizim” dediği “iktidara bağlı” bir yargının tedirgin üyeleri, ülkeyi talan ederek açıktan para kazanan işadamları, kendilerine ait fikirleri olmayan ve cumhurbaşkanının emriyle sürekli fikir değiştirmekten utanmayan bir medyanın paralarını kaybetmekten korkan üyeleri, adı “çocuk tacizine” karışan kuruluşları korumak için cansiparene mücadele eden siyasetçiler, “hırsızlık haramdır” bile diyemeyen menfaatperest din adamları, gencecik çocukları tekmelerle öldüren polisler var bugün iktidarda.
 
Onlar iktidardan asla düşmemek, yargılanmamak, memleketi son ağacına kadar talan etmek, paraları kapışmak, ihalelere konmak, hak etmedikleri bir yaşamı başkalarını yok ederek, öldürerek, tutuklayarak yaşamak istiyorlar.
 
Basit ama hayati bir soru var önümüzde.
 
Hayatımızı bu adamlara karşı koruyacak mıyız?
 
Yoksa hayatımızdan vazgeçip, onların sefil köleleri arasına katılacak mıyız?
 
Köleleşmek isteyeceklere söyleyecek bir sözüm yok.
 
Onlar kendi hayatlarının tüccarı olabilir, sade ama güzel bir hayatı, karşılığında ne alacaklarının bile belli olmadığı bir alışverişte haraç mezat satabilirler.
 
Biz, “köle olmak” istemeyenler… Biz, “kendi hayatını özgürce” yaşamak isteyenler… Biz, “herkesin” özgürce yaşamasından yana olanlar… Biz, “dürüstlüğü” savunanlar… Biz, ölüme karşı hayatın yanında duranlar… Biz, sade, sıradan, “erguvanlara sevinen” insanlar… Biz, “çocuklara” sahip çıkanlar… Biz, vicdanını yitirmeyenler… Biz, gülmeyi, şakalaşmayı, neşeyi sevenler… Biz, gençlerin ölümüyle kederlenenler…
 
Bizler, bu hayatı korumak için ne yapacağız?
 
Ölümün ve cinayetin kara hayaletlerine karşı bu hayatı nasıl savunacağız?
 
Bizim sorumuz bu.
 
Hiçbir öğüt, eleştiri, öneri, iktidardaki bu insafsızları durdurmaz, onlar o sınırları çoktan geçtiler, onlar suçun kemendine takılmış vaziyette bu şiddet çölünde sürükleniyorlar… Öldürecek, çalacak, sonuna kadar talan edecek, bu ülkeyi yakacaklar.
 
 
Hayatı korumak isteyen insanlar, sizler, diğer bütün insanlar, çocuklar, gençler, yoksullar, çaresizler, dertliler adına bu soruya cevap vermeye hazır mısınız?
 
Kendi geleceğimizi de, bu ülkenin geleceğini de o hırsızlar sürüsü değil, “biz ne yapacağız” sorusuna vereceğimiz cevabımız belirleyecek.
 
Aslında cevap belli.
 
“Hayatı korumak” isteyenler yanyana gelecek, omuz omuza verecek, talancılara, tacizcilere, hırsızlara, cellatlara karşı bir arada duracak, bir mendirek gibi zorbalık dalgalarını kırıp geldikleri yere gönderecek.
 
Buna var mısınız?
 
Türküyle Kürdü, Alevisiyle Sünnisi, sağcısıyla solcusu, muhafazakarıyla moderni, dinsiziyle mümini, her ırktan, her dinden, her mezhepten, her fikirden “dürüst” insanlar… Hayatı, çocukları, birer birer vurulup ölen gençleri, yakılıp yıkılan bu ülkeyi, işsizleri, inşaatlarda öldürülen işçileri, haksız yere hapislere atılanları korumak için aranızdaki ayrılıkları bir yana bırakıp sırt sırta vererek zorbalara karşı direnecek misiniz?
 
Geleceği o zorbalar değil, bizim vereceğimiz cevap belirleyecek.
 
Bizde bu güç var.
 
Peki, bizde bu kararlılık var mı?
 
Bir Kürt siyasetçinin dokunulmazlığı kaldırılıp hapse atıldığında “iyi olmuş” dediğinizde, bir Atatürkçü gazeteci haksız yere yargılandığında arkanızı döndüğünüzde, yıkılmış şehirlerin sokaklarında vurulan gençlerin hangi ırktan olduğuna baktığınızda, onların hepsinin gencecik insanlar olduğunu unuttuğunuzda, size benzemeyen, sizinle aynı fikirde olmayan birine bu zorbalar kötülük ettiğinde ses çıkarmadığınızda… Aslında kendinize ihanet ettiğinizi, aslında kendi hayatınızdan vazgeçtiğinizi, aslında bu zorbaların yandaşı durumuna düştüğünüzün farkında mısınız?
 
Biz daha kalabalığız… Biz daha güçlüyüz… Üstelik biz haklıyız…

Ahmet Altan’ın yazının tamamını buradan okuyabilirisiniz.