Kadir Kaçan / Demokrat Haber İstanbul

2007 yılından itibaren Özgür Üniversite'nin başkanlığı görevini sürdürmekte ve bu kuruluşta gönüllü olarak dersler vermekte olan araştırmacı yazar, akademisyen Fikret Başkaya ile Suriye Krizi’ni nasıl değerlendirdiğini konuştuk…

Suriye krizinin ana sebepleri neler sizce?

Suriye krizi değil, Suriye’ye emperyalist saldırıdan söz etmek daha isabetli olur. ABD başta olmak üzere NATO’cu Batı veya “kollektif emperyalizm”, Büyük Ortadoğu Projesi denileni tesis etmek amacıyla epey zamandır bölgeye saldırıyor. Amaç başta enerji kaynakları [petrol ve doğal gaz] olmak üzere, stratejik öneme sahip doğal kaynakları eskisi gibi kullanmanın koşullarını yaratmak. Biliyorsunuz bu kaynaklar kıtlaşmakta, tükenmekte. İkincisi hegemonik güç olan ABD ve NATO’cu müttefikleri için Ortadoğu’nun jeopolik ve jeostratejik önemi çok büyük. Hegemonya hesabı olan bir devletin o bölgeyi denetim altında tutması bir ‘zarurettir...’ Aslında orada söz konusu olan, Irak, Somali, Afganistan ve Libya’yla devam eden saldırının devamı... Amaç bölgede emperyalizme sorun çıkaran veya öyle bir potansiyele sahip olduğu düşünülen rejimleri çökertmek...

Suriye krizinin yaşanmasına sebep olan iç ve dış aktörlerden bahseder misiniz?

Aslında orada devam eden “düşük yoğunluklu savaş”ın asıl nedeni dışarda. Tunus ve Mısır’da patlayan devrimler nerdeyse tüm Arap dünyasında yankılandı. Başlarda Suriye’de de gösteriler oldu ama süratle dış destekli bir komplo devreye sokuldu. Zira, ABD daha 2001’de Suriye’ye saldırı kararı vermişti. 2003’de Irak’ın düşmesinin hemen ardında ABD Kongresinden bir saldırı kararı çıktı. [Syria Accountability Act]. Buna göre en uygun zamanda Suriye’ye saldırılacaktı. İşte o uygun zamanın Arap Baharıyla geldiği anlaşılıyor... Biliyorsunuz Suriye’yi çökertmek aynı zamanda Lübnan Hizbullahı’nı da etkisizleştirmek demek... Böylece İran iyice tecrit edilmiş olacak ve tabii saldırıya açık hale gelecek... Zira asıl hedef İran. Böylece bölgeyi ABD, Müttefikleri ve tabii Siyonist İsrail ve pro-siyonist ve pro- amerikan Arap monarşileri için dikensiz gül bahçesine dönüştürmek istiyorlar...

Solcuların bir kesimi “bu krizi Esad kendi içinde halletsin” tavrında ve muhafazakar kesim de “acil müdahale gerektiği”ni söylüyorlar sizce yapılması gereken nedir?

Yapılması gereken önce emperyalist söylemi teşhir etmek olmalıdır. Oradaki sorunu ne Esad halledebilir ne dış müdahaleyle sorun aşılabilir. Bir kere dış mücadelenin amacı rejimi çökertmek. Orayı Irak ve Libya’ya benzetmekken muhafazakâr kesimin neyi murad ettiği mâlûm... Sizin muhafazakar dediğiniz emperyalizmin kuklaları. Onların ABD projesinden ayrı bir hedefleri yok. Orada ADB, müttefikleri ve Siyonist İsrail’in hesabına katliamlar, sabotajlar yapıyorlar, masum insanları ve kamu görevlilerini hunharca katlediyorlar. Amaç ülkeyi etnik ve mezhep temelinde parçalamak, orayı Balkanlaştırmak... Dolayısıyla orada yapılması gereken bir kere emperyalist komplo ve saldırıya karşı çıkmak; ikincisi de orada gerçekten demokrasi, özgürlük ve hak mücadelesi yapanları uygun yöntemlerle desteklemek... Yangına körükle gitmek değil... Zira haklar, özgürlükler ve demokrasi ithal ve ihraç edilebilir bir şey değildir. Rejimin demokratikleştirilmesi ancak orada yaşayan halkın kendi eseri olabilir...

Bazı solcular bu sorunu Esad’ın çözmesi gerektiğine mi inanıyor? Yoksa bu sorunun kökeninde baba Esad’ın rolü olduğu mu düşünülüyor?

Solcuların öyle bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum. Bir kere öncelikle emperyalist ve Siyonist destekli unsurların Suudi ve Katar parasıyla ve emperyalizmin silah, istihbarat ve “uzman” desteğiyle yürüttüğü saldırıya karşı çıkmak Esad’ın değil, saldırıya mâruz kalan halkın tarafında olmak demektir. Esad’ın gitmesine inananlar solcular değil, ABD, NATO, Siyonist İsrail, Türkiye ve gerici Arap monarşileri... Sorunun Baba Esad’la bir ilgisi yok...

Körfez savaşından başlayarak Türkiye’nin genel ortadoğu politikasını nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’nin bir NATO ülkesi ve bir ABD uydusu olarak, bölge ülkeleri karşısında düzgün tavır koyması mümkün değildi ve asla mümkün değildir. Hem bir saldırı paktına dahil olacaksınız, hem de uygun bir dış politika yöneteceksiniz... böyle bir şey mümkün değildir. Son 60 yılda hiçbir kriz ve/veya çatışmada Türkiye kendine özgü bir politika izlemedi, izleyemezdi... Türkiye Siyonist İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke değil mi? O siyonist devletin orada neden kurulduğu da mâlûm değil mi? 1955’deki Bandung Konferansında Türkiye kimin safındaydı? 1956’da Nasır Suveyş Kanalı’nı millileştirdiğinde İngiliz ve Fransızlar Mısır’a saldırdığında kimin tarafını tuttu? Cezayir zorlu bir Kurtuluş savaşı verirken ve tüm kara Afrika için bir umut olurken TC nasıl bir tavır takındı? BM’de Cezayir’in bağımsızlığı için yapılan oturumda Fransa tarafında oy kullandığını kaç kişi biliyor? Velhasıl Türkiye’nin Orta Doğu politikası tam bir iflas tablosudur. Suriye’ye yönelik politikası da tam bir fiyasko... NATO’cu Türkiye’den bundan başkası beklenebilir mi?

Son dönem yaşanan tüm gelişmeleri düşünürsek. Yapılan her askeri müdahale medya dili ile meşrulaştırıldı.  Peki bugün Suriye meselesinde medya olası bir müdahaleyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Sizce müslümanların bu eğilimlerinin sebebi ne?

Savaş önce medya savaşı olarak yürütülüyor ama bu sefer yalanı sürdürmek öncekiler kadar kolay olmadı. Yalan üretirken de ölçüyü iyice kaçırdılar. Televizyon stüdyolarında savaş sahneleri peydahlamaya kalkınca yalan  açığa çıktı. Müslümanların eğiliminden çok pro-Amerikan, pro- Siyonist gerici Arap rejimlerinin eğilimlerinden söz etmek daha uygun olur. Çürümüş Arap rejimlerinin o halkların gözünde hâlâ bir meşruiyetleri olduğunu düşünen var mı? Medya asıl saldırganın kim olduğunu, oradaki paralı askerin, ölüm mangalarının ne amaçla kimin hesabına katliamlar yaptığını gizlemeye çalıştı. Tam bir utanmazlıkla katilleri “özgürlük savaşçıları”ymış gibi sunmaya çalıştı. Bu unsurların özgürlük ve demokrasi gibi kaygıları olduğuna inananların bu inancı neye dayanıyor sanıyorsunuz? Emperyalist egemenlik küresel bir medyatik egemenlik tarafından da destekleniyor. Onun için insanların her duyduklarına inanma aymazlığından uzaklaşmaları gerekiyor artık...

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Suriye bizim iç meselemizdir” sözünü Türkiye’nin politik tavrı olarak düşünürsek uluslararası diplomasi diline uygunluğu konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bu saçma bir söz. Sadece diplomasi diline değil [ eğer öyle bir şey gerçekten varsa], asgari mantık ve akl-i selime de aykırı. Bu kendince gelin güveyi olmaktır. Neden Suriye Türkiye’nin “iç meselesi” oluyor? Aslında Türkiye’nin iç meselesi değil ama Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin özel bir meselesi olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik şahin tavrı tam bir dış politika fiyaskosu. Emperyalist komploya hızlı ve çok hevesli dahil oldu, küresel plandaki “yeni durumu” anlamaktan aciz oldukları için de çuvalladılar. Bir kere bölgede İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullahı’ndan oluşan bir eksen var. Bunların arkasında [yanında] da  Rusya ve Çin ve BRICS’in diğer üç ülkesi, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın oluşturduğu bir eksen var. Bunlara Venezüella, Bolivya, Ekvator, vb. ülkeleri de eklemek gerekir. Dolayısıyla artık 1989-1990 sonrası oluşan güçler dengesinde önemli bir değişiklik ortaya çıkmış durumda. Bu da artık eskisi gibi, “köpeksiz köyde değneksiz gezme” dönemi sona erdi demeye geliyor. Böyle bir tablo karşısında ne Siyonist İsrail’in, ne de NATO”cu cephenin Afganistan, Irak, Somali ve Libya’da yaptıklarını tekrarlamaları artık mümkün görünmüyor. Zira, Suriye’ye saldırı demek Rusya’yla savaşı göze almak demek... Türkiye kraldan çok kralcı davranmanın bedelini ödeyecektir...

Suriye de yaşayan kürtlerin sizce bu krizde rolleri nedir? Kürtler onca gelişme içerisinde tavırlarını nasıl şekillendirmeli? Suriye’de olası bir değişiklikte rolleri Irak’taki Kürtlerin rolü kadar belirleyici olur mu?

Bu soruyu kısaca cevaplamak mümkün değil ama şu kadarını söyleyebiliriz: Kürtler ister Suriye’de isterse diğer yerlerdekiler, emperyalist komplo konusunda kafa karışıklığı içinde olmamalı. Tabii Suriye’de “olası bir değişikliğin” nasıl olacağı önemli... Dolayısıyla bir öngörüde bulunmak mümkün değil. Elbette Suriye’deki rejimin çökmesi/parçalanması durumunda tüm mevcut unsurlar darmadağın olur ve Suriye Kürtleri de bir yol arayışına gireceklerdir. Önemli olan emperyalist biçimlendirmenin bir unsuru olmamaktır. Zira, oradaki, buradaki, başka yerlerdeki Kürtlerin çıkarı, bölge halklarının çıkarından bağımsız değil... Kürtler muhtemel bir anti-emperyalist cephenin unsurları olabilirlerse, o konuda çaba harcarlarsa, o tür girişimlere öncülük ederlerse ancak gerçekten bir şeyler kazanabilirler. Önümüzdeki on yıllar emperyalizmi ve kapitalizmi bölgeden söküp atacak mücadelelere sahne olacak... Tunus ve Mısırda başlayan süreç onun habercisidir...