Fehim Işık, “Bölgede sivillerin bulunduğu, bombaların hedefinde sadece sivillerin olduğu ve Cizre benzeri katliamların yaşanacağı korkusu, YPS’nin çekildiğini açıklamasına rağmen bitmiş değil.

Birçok kurum Nusaybin’deki son gelişmelere dikkat çekerek duyarlılık çağrısı yaptı. Henüz istenen sonuç alınmış değil ve Nusaybin’de insanların yaşamı hala risk altında. Önlem alınmaz, gerekli duyarlılık gösterilmez ise Nusaybin’den her an toplu ölüm haberleri bile alınabilir” ifadelerini kullandı.

Fehim Işık’ın Haberdar’da yayınlanan, “Kürtlerin zor dönemi...” başlıklı yazısı şöyle:

Diğer parçalardaki Kürtlerin durumu da pek farklı değil ama yaşananlara, özellikle Kuzeyli Kürtler açısından baktığımızda zor bir dönemden geçildiğini kabul etmemiz gerekir.

Görünen o 1 Kasım seçimlerinden sonra giderek şiddetlenen, KCK’nin özyönetim direnişi olarak adlandırdığı kent ve kasaba merkezlerindeki çatışmalarda sona gelindi. Aylardır süren bu çatışmaların bedeli de, tahribatı da ağır oldu.

Silvan’dan Sur’a, Cizre’den Yüksekova’ya, Silopi’den Nusaybin’e kadar birçok ilçe yerle bir edildi. Resmi rakamlar her iki taraftan 10 binin üzerinde insanın yaşamını yitirdiğine işaret ediyor. En iyimser rakamla siviliyle, askeriyle, polisiyle, savaşçısıyla şu son 6 ayda en az 3 bin insan yaşamını yitirdi.

KCK yöneticisi Duran Kalkan geçtiğimiz günlerde özsavunma savaşını sonlandıracaklarını, bunun yerine taktik savaşı büyüteceklerini açıklamıştı. Bu açıklama şehir çatışmalarının sonlandırılacağına, bombalı saldırılar başta olmak üzere kırsalda çatışmanın artacağına delaletti.

Nitekim bu açıklamadan kısa süre sonra YPS Nusaybin’den geri çekildiğini ve bölgede sadece sivillerin kaldığını açıkladı. Bu açıklamadan sonra da Nusaybin’de bombalar patlamaya devam ediyor.

Bölgede sivillerin bulunduğu, bombaların hedefinde sadece sivillerin olduğu ve Cizre benzeri katliamların yaşanacağı korkusu, YPS’nin çekildiğini açıklamasına rağmen bitmiş değil.

Birçok kurum Nusaybin’deki son gelişmelere dikkat çekerek duyarlılık çağrısı yaptı. Henüz istenen sonuç alınmış değil ve Nusaybin’de insanların yaşamı hala risk altında. Önlem alınmaz, gerekli duyarlılık gösterilmez ise Nusaybin’den her an toplu ölüm haberleri bile alınabilir.

Çatışmaların sürdüğü bir diğer merkez ise Şırnak. YPS’nin Şırnak’tan çekildiğine dair bir bilgi henüz yok. Ancak kısa sürede bu kentte de çatışmaların sona ereceğini tahmin edebiliriz.

Özellikle Nusaybin’de YPS’nin geri çekilip çatışmaların sonlanmasından sonra hükümet Kürtlere yenilgi psikozunu yaşatmak, hükümete ve devlete biadı sağlayıp fiziki teslimiyeti kalıcılaştırmak için alabildiğine çaba harcıyor.

Hükümet medyası günlerdir “Nusaybin’de teslim olan teröristlerin görüntülerini ve itiraflarını” servis ediyor. Diyarbakır’a 10 bin polis ve onlarca zırhlı araç ile helikopterlerin korumasında savaş kazanan komutan edasıyla giden Cumhurbaşkanı ve Başbakan, şiddeti kutsayan, insan ölümünden başarı hikayesi çıkaran sözlerle süsledikleri konuşmalarında bırakın Kürdistan’ı neredeyse Ortadoğu’yu bile fethetme hülyasından söz ettiler. Hiç kuşku yok bu konuşmaların hedefinde de Kürtleri toptan teslim alma amacı vardı.

Ortadoğu’yu yeniden fethetme hülyaları ne olur, yeri geldiğinde onu da yazar, üzerinde konuşuruz. Ama kabul edelim ki Nusaybin’deki görüntüler hükümete bir psikolojik üstünlük sağladı. Aylardır bölgede savaşan, onbinlerce askeri onca teknik olanaklarına rağmen kent ve kasabalara sokmayan güçler bir anda geri çekildiklerini açıkladılar ve ardından televizyonlara yansıyan görüntüler geldi. Bu yaşananlar hükümete, ülkeyi yönetenlere, bölgede halka yönelik acımasız tutumuyla öne çıkan güvenlik görevlilerine psikolojik üstünlük sağlamadı, diyebilir miyiz?

Kürtlerin geniş kesimine gelince şurası çok açık; hendeklerin ardında yürütülen savaşı savunanlar da, karşı çıkanlar da Nusaybin’deki görüntülerden rahatsız oldu. Kendi evlatlarını, kendi kanından gelen gençleri yerlere uzanmış olarak gören her namuslu Kürt, bu olumsuzluğun neden olduğu moralsizliği üzerinden atabilmiş değil.

Ayrıntılar nedir, Nusaybin’de neden böyle bir karar alındı bilmiyoruz. Eğer Kalkan’ın belirttiği gibi şehir savaşlarından vazgeçildi ise Şırnak’ta neden hala süren bir çatışma var, bunun da ayrıntılarına vakıf değiliz.

Nusaybin’de, YPS açıklamasına yansıdığı gibi gerçekten havadan yapılan bombalamalar ile büyük bir katliam yaşanabileceği korkusu mu; yoksa bazılarının iddia ettiği gibi ABD’nin girişimiyle mi bu karar alındı, ona da vakıf değiliz.

Bildiğimiz, PKK’nin manevra yeteneği yüksek bir hareket olduğu kadar değişken kararlar alıp yaşama geçirmede de ustaca hareket edebildiği... Deneyimlerimiz bize gösteriyor ki PKK, bedeli ağır da olsa kararlarını yaşama geçirmede pek ikircikli davranmıyor.

Hem şehir savaşlarının başlatılmasında, hem ağır kayıplar ve tahribatlardan sonra alınan geri çekilme kararlarında PKK sonuçta kararlarını ikirciksiz bir biçimde savundu ve yaşama geçirmekten imtina etmedi.

Şunu da biliyoruz: Bu çatışmalar sivil siyasetin, özellikle de HDP’nin tercihi değildi. Ancak HDP veya diğer sivil aktörler bunu engelleyebilecek kudrete de sahip değildi. Çünkü PKK bu kararları, hükümetin çatışmayı körükleyen imhacı yaklaşımından sonra almıştı ve yaşama geçirmeme durumunda, tasfiye olacağını, imha edileceğini iddia ediyordu. Bir başka deyimle PKK, hükümetin, özellikle de Erdoğan’ın masayı devirmesinden sonra direnişi seçmek zorunda kalmıştı.

Peki, bu dönemin ağır kayıp ve tahribatları oldu da kazanımları olmadı mı?

Onca asker ve polisin, devasa askeri araçların, teknik olanakların varlığına rağmen bedeli ağır da olsa aylarca süren direnişin bir kazanım olmadığını, PKK’nin savaşçı yönünü sergilemediğini, PKK üzerinden hesap yapanlara bir fikir vermediğini iddia edemeyiz.

Örneğin, Nusaybin’de yerde uzanırken gözaltına alınma görüntüleri medyaya yansıyanları, bir an için hükümet medyasının iddia ettiği gibi YPS ve YPS-JIN üyesi savaşçı gençler olduğunu varsayalım ve gerçekten teslim olduklarını düşünelim.

Bu durumda bile işin esasına bakmak gerekmez mi? Çoğu daha 18-20’li yaşlarda olan o gençler aylardır binlerce asker, onca tank, top ve en son havadan bombalamalara rağmen girilemeyen Nusaybin’i savunan bir avuç insan değil miydi? Bu nasıl güç ki geçmişte bir takım acemi askerle binlerce köylüyü sıraya dizip işkence yapabiliyorken, şimdi onbinlerce profesyonel askerle aylardır birkaç ilçeye giremiyor?

Bu, silahlı direniş yeteneğini göstermek ve kendisi üzerinden hesap yapanlara mesaj vermek isteyen PKK açısından bir kazanım değil mi? Bedeli ağırdır denirse, yanıtını bulmamız gereken bir soru daha sormak gerekir: 1984’ten bu yana bedeli ağır olmayan hangi dönemden söz edebiliriz? Bırakın Kuzey’i ve PKK’yi; Doğu’da, Güney’de ve Rojava’da hangi sürecin bedeli ağır olmadı ki!..

Bu sürecin kayıpları yok mu? Elbet var. En azından yüzlerce Kürt genci yaşamını yitirdi; bunun yanı sıra koca kentler ve kasabalar yerle bir edildi. Bölgede ekonomi sıfır düzeye geldi, iş dünyası iflas etti.

En önemlisi de Kürtler arasında giderek büyüyen bir inançsızlık, hayal kırıklığı gelişiyor. Tüm bunlar ciddi kayıplardır. Üstelik Kürt siyasal hareketi, özellikle de sivil alan siyaseti ile yerel yönetimler hükümetin geliştireceği tutumlara karşı gerekli önlemleri almaz ise bu kayıpların daha da artması olasıdır.

Hükümetin tutumu çok açık. Para musluklarını da açıp mümkün olduğunca Kürtleri sivil alanda siyaset yürüten kurumlardan, partilerden koparmaya çalışacak. Bunu, sivil alanda siyaset yapanlara dönük saldırıları artırarak tamamlayacak.

Yani önümüzdeki dönem, hükümete biat edenlere dönük olanakların artırılacağı; muhalefet yapan, hükümet politikasını eleştirenlerin de etkisizleştirmek için cezaevlerine konulacakları, yurt dışına kaçışlarının teşvik edileceği bir dönem olacak. Özellikle çatışmalı alanlarda, etkili yerel politik unsurlara dönük son 6 aydır görülen infazlara yenileri de eklenebilir.

Kürt siyaseti bu uğursuz gidişatın önüne geçmek zorunda. Başka şansı yok.

Bu yönüyle yaşananlara baktığımızda Kuzey Kürt siyasetinin önündeki en ciddi görev, öncelikle etkili bir iletişim mekanizması geliştirmek; mümkünse bu iletişim mekanizmasını büyüterek ortak aklın egemen olduğu bir cephe veya cephe türü yapılanmanın oluşumunu hızlandırmaktır.

Kürt siyaseti ne yazık ki ha deyince bir araya gelebilecek koşullara sahip değil. Uzun yılların eksikliği, siyasal rekabeti aşan, çoğu kez belaltı yaşanan olumsuz yaklaşımlar Kürt siyasetini ayrı uçlara sürüklemiş durumda.

Örneğin Kuzey’de bir kısım siyasal yapılanma veya şahsiyet kendini etkili bir aktöre dönüştürecek politikaları yürütmek yerine PKK’nin çözülmesinden medet umabiliyor. Bazıları daha da kötü bir role soyunup devletin PKK’yi bitirip sahayı kendilerine bırakmasını dört gözle bekleyebilecek kadar gayri siyasi davranışlar geliştirebiliyor.

 İyi niyetli olduğuna kuşku duyulmayan bazı siyasi grup ve şahsiyetler ise devlet güçleri eliyle işlenen insanlık suçlarını görmek veya devletin çatışmayı büyüten tutumunu kendi politikalarının öncelik konusu yapmak yerine ikircikli davranmayı, PKK’nin eksik ve yanlışlarını hedefe koymayı tercih edebiliyor. PKK eleştirilmez değil; ancak Kürt siyasetinin farklı aktörlerinin öncelikli eleştiri odağı da olmamalı...

Elbet ana akım Kürt siyasetinin de ciddi eksikleri var. Türkiye solu ile ilişki geliştirmek, Türkiyeli dindarlara, liberallere, demokratlara önem vermek ve onlarla işbirliğini zorlamak önemli. Bunu yadsıyan yok.

Ancak gönül isterdi ki ana akım Kürt siyaseti bu kesimlerle işbirliğine harcadığı zaman ve enerjinin onda birini Kürt siyasetinin farklı kesimlerine de harcasınlar. Ne yazık ki sözünü ettiğimiz ana akım Kürt siyaseti onda birlik de olsa bu zaman ve enerjiyi harcamak yerine daha çok Kürt siyasetinin farklı aktörlerinin kendilerine dahil olmasını, en azından kendilerinin her dediğine evet diyebilecekleri bir ortamda siyaset yapmasını önemsiyorlar. Bu durum, sözünü ettiğimiz etkili iletişim mekanizmasının kurulmasına, dolayısıyla sürecin siyasete yön verebilecek bir mekanizmaya kavuşmasına engeldir.

Bu olumsuzlukların önüne geçilmediği sürece, Kürtlerin yüz yılı aşan mücadele sürecinde elde ettiği kazanımları kaybetmemeleri için hiçbir neden yok.