Usame Bin Ladin'in hunharca (bu sözcüğü bilerek kullanıyorum) katledilmesi (bu sözcüğü de bilerek kullanıyorum); birilerini pek sevindirmiş ama Bin Ladin'in tüm cinayetlerine ve insanlık dışı tutumlarına karşın ben pek sevinemedim. "Üzüldüm" dersem de doğru olmaz fakat sevinen bazı tipleri gördüğüm zaman sevinerek onlarla aynı paralele düşmek istemiyorum. Bu konudaki duygu ve düşüncelerimi sizlerle ileride paylaşmak niyetindeyim. Bugünden şu kadarını vurgulayayım ki; kapitalist dünya düşman yerine monte ettiği "İslamiyet" ve "Müslümanlar" yerine; şimdi yeni bir düşman üretmek zorunda. Zira aksi takdirde yönettiği kitleleri düzenin haklılığına inandırması mümkün değil.

Xxxxxxxxxxxx

Aslında meseleyi sadece kapitalizme bağlamak da doğru değil. Dünya üzerindeki hemen tüm sistemlerde ve bu sistemlerle yönetilen ülkelerde; yönetenlerin yönetilenlere sunmak isteyecekleri bir "düşman" vardır. Böyle bir "düşman imajı"; yönetilenlerin yönetenlere bağlılığını ve sisteme sarılmalarını kolaylaştıracaktır.

Ve bu nedenle düşman imajına çok ağırlık verilir.

İşin tarihsel boyutuna fazla yer ayırmak istemiyorum. (Zaten gazetemizdeki yeni biçim nedeniyle yerim de biraz daralacak gibi görünüyor.) Ancak şu kadarını söyleyeyim ki; en eski çağlardan beri "bilinçli yöneticiler"; bu düşman imajının kendileri için ne kadar yararlı olduğunun bilincine varmışlar, sürekli bir düşman imajı üretmek konusunda çok duyarlı olmuşlardır.

20. yüzyılın başlarında; farklı ülkelerde farklı düşmanlar üretilmişti. Örneğin Almanya için düşman Yahudiler idi. Sovyetler Birliği düşman olarak kapitalizmi görüyordu. Kapitalist ülkeler açısından düşman "totaliter yönetimler" idi.

2. Dünya Savaşı sonrasında çift kutuplu dünya ortaya çıkınca; kutuplardan biri düşman olarak kapitalizmi görürken; diğeri açısından düşman SSCB yani komünizm idi. (Bunların önemli bir bölümünde kendi komünist partileri de vardı. Fakat bunların çoğu SSCB Komünist partisine göbekten bağlı değillerdi.)

20. yüzyılın sonralarında Sovyetler Birliği çözülünce ve Avrupa'daki sosyalist blok dağılınca; yeni bir düşman gereksinimi ortaya çıktı ve bu yeni düşmanın adı "terörizm" oldu. Ancak bu kavram tek başına soyut kalıyordu. Bunu bir "ete, kemiğe büründürmek" gerekiyordu. İşte o zaman da akıllara İslamiyet geldi. Ve ABD Sovyet tehdit ve tehlikesine karşı kendi elleriyle üretip büyüttüğü İslamiyet'i; bu kez bir terör unsuru olarak görmeye ve göstermeye başladı. New York'taki "Dünya Ticaret Merkezi"ne (İkiz Kuleler) yapılan ve hâlâ üzerine senaryolar yazılan saldırı terörün İslamiyet'le açıklanmasına neden oldu. İkiz Kuleler'deki terör hareketinde 5 bin küsur kişi öldü ama Afganistan ve Irak'ta "terörle mücadele edenlerin" (!) öldürdükleri insan sayısı 3 milyonu geçti. Bin Ladin'in öldürülmesiyle bu mücadele kimilerine göre taçlandı...

Xxxxxxxxxxxxxx

İslamiyet'in özünde cana kıyma ve terör olamadığı çok açıktır. Bu konularda biraz mürekkep yalamış olan tüm âlimlerimiz bilir bunu. Fakat bazı terör gruplarının kendilerini İslamiyet çerçevesine sokmak istemeleri de yadsınmaz bir gerçektir.

Peki bazı terör grupları kendilerini İslamiyet'le bağdaştırmak istiyorlar diye; İslamiyet'i terörle eşdeğer tutmak insafa sığar mı?

Elbette sığmaz.

İslamiyet'le terörü eşdeğer tutmak elbette insafa sığmaz ama Batı dünyasının söz sahibi çevrelerinin (bazı istisnaları olmakla birlikte) insaf sahibi olmak gibi bir gayret ve beklentileri yoktur. Onlar için önemli olan; kendi halkları karşısında inandırıcı olmak ve terörün kendilerine bulaşmamasını sağlamaya çalışmaktır. Ve bu nedenle alnı secdeden kalkmayan kişileri terörist olarak ilan etmekten çekinmezken; Türkiye'de on binlerce canın sorumlusu olan PKK lider ve militanlarına kucak açarlar. Üstelik bunların ulusal bir mücadele içinde olduklarını dile getirirler.

İnsan utanır... Ama bunlar utanmazlar. Yıllarca önceydi. ABD ordusu; Irak'ta yoğun direniş gerçekleştiren Felluce'yi "temizleyeceğini" (!) ilan etmişti. Televizyondan maç izler gibi bu işgal hareketini naklen izliyorduk. Camilerden yükselen sala ve tekbirleri duyunca; ayak parmaklarımın ucundan saçımın tellerine kadar Müslümanlığımı hissetmiş ve derinden ürpermiştim. Çocukluk yıllarımın teravih namazları ve anneannemin öğretmeye çabaladığı dualar aklıma gelmişti...

Ve daha sonra nice Felluce'ler yaşandı.

Ve insanlara bu zulmü yaşatanlar; rahatlıkla "insan haklarından" söz edebiliyor ve akşamları yataklarında rahatça uyuyabiliyorlar. Acaba uyuyabiliyorlar mı?..