İhsan Ercan Sadi / DEMOKRAT HABER / ABD

New York Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi / [email protected]

Wall Street’i işgal” olarak bilinen hareket, eylemcilerin 17 Eylül tarihinde Zuccotti Park’a [ya da eylemcilerin ismini Mısır’daki Tahrir Meydanı’ndan esinlenerek “Liberty Plaza” olarak değiştirdikleri parka] mevzilenmeleri ile başladı.

Hareketin başından bu yana temel eylem stratejisi olarak “işgali”, ve temel örgütlenme stratejisi olarak da “yatay iş bölümüne dayalı öndersizliği” benimsediği öne sürülebilir.

Eylemcilerin şimdiye değin bütün çabaları gelir dağılımındaki eşitsizliklere karşı toplumun yüzde doksan dokuzunu teşkil eden geniş halk kesimlerini kendi ifadeleriyle “paranın egemenliği karşısında insanı savunmaya” davet etmek üzerine kurulmuş durumda.

Mücadelelerini ise Wall Street’te yuvalanmış finans sektörü temsilcilerine ve batan bankalar için bir dizi mali kurtarma tasarısını devreye sokan devlet kesimine karşı yürütmekteler.

Tunus’ta ve Mısır’da halkların ayaklanıp diktatörlük rejimlerini tarihe gömmesi ve Madrid’de Puerta del Sol Meydanı’nın on binlerce kişinin katılımıyla başarı ile işgal edilmesi, aslında olağan siyaset yapma mecralarına son derecede sadık [yani demokratik seçimleri toplumsal değişimin temel vasıtası kabul eden] Amerika halkının temel ilham kaynakları olarak öne çıkmakta. Bunun üzerine “düşünce ve konuşma hürriyetine” samimiyetle inanan Amerika halkının, seçkinlerin emrindeki New York polisinin “zulmüne” karşı sessiz kalamamasının bu eylemlerin tahmin edilenin çok ötesinde büyümesinin ardındaki önemli etmenlerden birisi olduğu öne sürülebilir.

Buna bir örnek geçtiğimiz hafta yaşandı. New York belediye başkanı Bloomberg parkın temizliğini bahane ederek, en geç Cuma sabahına karşı bütün eylemcilerin parkı terk etmeleri gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine parkın işgaline destek verenler muazzam bir kamuoyu oluşturma seferberliğine girişti. Bir yandan harıl harıl parkı temizlediler, bir yandan da halkı mümkünse parka gelip işgali savunmaya, değilse Bloomberg’i işgalcileri parktan çıkarma kararından vazgeçirmeye davet ettiler.

Bu çaba netice verdi ve yirmi dört saatten kısa bir süre içinde Bloomberg’e üç yüz elli bine yakın dilekçe gönderildi. Öte yandan başka bir sitede [avaaz.org] işgalcilere destek vermek üzere yedi yüz bine yakın imza toplandı. Belki de en önemlisi, beş bine yakın kişi tutuklanmayı göze alarak işgali savunmak üzere Hürriyet Meydanı’nda toplandı. Bunun üzerine yetkililer geri adım atmak zorunda kaldı ve eylemcileri parktan çıkarma kararını ertelediklerini açıkladı.

Her ne kadar hareketin temel sloganlarından birisi “Biz %99’uz” olsa da, tabii ki böyle bütünleşmiş ve türdeş bir kesimden bahsetmek mümkün değil. Eylemi planlayanlar işgalin başladığı günden bu yana tek bir somut öneri olarak eylem/işgal hareketinin güçlenmesini hedef almaktalar. Diğer bir ifadeyle, talepleri olabildiğince muğlaklaştırıp toplumun hiçbir kesimini bu hareketten yabancılaştırmamak/ dışlamamak şimdilik öne çıkan tek hedef.

Böylesine derme çatma halde bir araya gelmiş bir topluluğun herhangi bir stratejik başarı kazanma ihtimali olmadığı iddia edilebilir. Fakat tespit edebildiğimiz kadarıyla toplumun en geniş kesimlerini harekete kazandırma üzerine kurulu böyle bir strateji en azından üç cephede büyük bir önemi haiz.

İlkin, toplumsal direnişi olağan siyaset yapma vasıtalarının dışına taşımakla zaten bu kurumların dışında kalanların sesini duyurarak/ sesini duyurmasına vesile olarak; ikincisi, gündelik sohbetlerin konusunu en azından kısmi düzeyde de olsa radikalleştirerek; ve son olarak da kapitalizmin en tepelerinde bulunup muazzam bir açgözlülükle en yüksek karları elde eden ve üretim faaliyetleriyle [ve dolayısıyla istihdam yaratmak vs.] ile ilgilenmeyen finansal kesimin temsilcileri ile batan bankaların maliyetini kamuya yükleyen kapitalist devletin temsilcilerini toplumsal sorunların temel kaynakları olarak tespit etmek suretiyle ülke ve dünya kamuoyunu şekillendirme görevi üstlenerek bu eylemlerin en azından bu alanlarda daha şimdiden başarı kazandığı öne sürülebilir.

Bu anlamda eylemcilerin benimsediği birincil eylem stratejisi, yani “işgalin”, hareketin güzergahını kısmen belirlediğini iddia edebiliriz. İşgal’den kastedilen aslında kelimenin çağrışımlarından çok daha alt düzeyde bir eylem. Örneğin eylemciler “Hürriyet Meydanı” olarak adlandırdıkları Zuccotti Parkı’nın mülkiyetine dair herhangi bir değişimi gerçekleştirmeyi bir yana bırakın, bu değişimi talep etmiş dahi değil [Zuccotti Park Brookfield Properties’in özel mülkiyetinde bulunan ve fakat kamuya açık bir alan].

Kısacası “işgal” dendiğinde anlaşılan tek bir şey var: “biz buraya yerleştik, ve buradan ayrılmak istemiyoruz”.

Diğer bir ifadeyle, işgal ettikleri alanlarla mülkiyet değil zilliyet üzerinden bir ilişki kuruyorlar. Bunun hem olumlu hem de olumsuz nüveleri bünyesinde taşıdığı söylenebilir. Olumlu olarak, işgal eylemi hareketin devamlılığı açısından bir mevzi sahibi olmak itibariyle protestolara süreklilik kazandırmış, ve halka özel mülkiyetin mutlak egemenliğine rağmen kamusal olanı sahiplenme duygusunu hatırlatmıştır.

Olumsuz açıdan ise işgal edilebilecek simgesel önemi haiz alanlar sınırlıdır, ve işgal edilecek alan ile işgal edenler arasında yapısal bir ilişki bulunmadığı müddetçe ve özellikle de ağır bedeller ödenmesi gerektiğinde ne işgalciler işgal ettikleri alanı uzun süreler boyunca sahiplenme kararlılığı gösterebileceklerdir, ne de kamuoyu işgalcilerin işgal gerekçelerini mütemadiyen meşru addedecektir.

Öte yanda “yatay iş bölümüne dayalı öndersizlik” ve “kendiliğindenlik ilkesi” üzerine kurulu olduğu iddia edilen bu işgaller her ne kadar halkın nezdinde olumsuz addedilen geleneksel örgütlenme şekillerinin dışında olmakla önemli bir ölçüde kamuoyunun sempatisini kazanmış olsa da, “örgütsel disiplin” yahut “kurumsal süreklilik” gibi hareketin devamlılığı açısından elzem önemi haiz etmenler, eylemciler tarafından benimsenen örgütlenme stratejilerinin dışına itildiğinden hareketin devamlılığı salt kamuoyu desteğinin sürekliliğine bağlanmıştır. Şu anda işgal hareketi başarılı olmuş görünmektedir, zira kamuoyu desteği hala daha eylemcilerin arkasındadır. Fakat bunun sürdürülebilirliğine dair hemen hiçbir kurumsal koşul henüz yerine getirilmiş değildir.

Birçok toplumsal direniş hareketinde olduğu gibi Wall Street’i işgal eylemlerinin başarılı olup olmayacağını önceden kestirebilmek pek mümkün değil. Bununla beraber ilk tespit etmemiz gereken husus, parkı işgal eden çekirdek eylemci topluluğunun hemen hiçbir yapısal kudretinin olmadığı.

Bunun yanı sıra hareketin önündeki bir diğer tehlikenin, Demokrat Partili siyasetçilerin yahut hantallaşmış ve sistemle tümüyle bütünleşmiş sendikaların önderlerinin kendi tabanlarını güçlendirmek üzere hareketi sahiplenmek istemeleri olacağını belirtebiliriz.

Dolayısıyla bu hareketin başarı şansının ancak toplumun daha geniş kesimlerinin, özellikle de yapısal konumları itibariyle egemenlerin taviz vermelerini sağlayabilecek işçi sınıfının (bilhassa kamu emekçilerinin) ve sivil itaatsizlik kararı almaları halinde kentlerin gündelik işleyişini kökten sarsabilecek siyah nüfusun bu harekete yaygın bir şekilde katılmalarının sağlanmasına bağlı olduğu öne sürülebilir.

Eğer güçlü dayanışma bağları geliştirir ve bedel ödenmesi gerektiğinde fedakarlıkları üstlenebilirlerse Amerika’nın ezilenlerinin daha eşitlikçi bir ülke inşa edememeleri için hiçbir sebep yok. Zira yüzde 99, yüzde 1’den çok daha büyük.

Fotoğraflar: Michael Gould-Wartofsky / NYÜ Sosyoloji Bölümü Doktora