"İnönü 25 Ekim'de görevden alınmış, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım'da idam edilmiştir. Asıl büyük katliam, Bayar'ın başbakanlık günlerinde gerçekleştirilecekti."

 

İsmet İnönü’nün 25 Ekim 1937’de Atatürk tarafından başbakanlıktan alınması ve yerine Celal Bayar’ın getirilmesine ilişkin anlatılanları, hiç inandırıcı bulmamıştım. Cemil Koçak, Hakan Erdem ve Mehmet Alkan’ın AHaber’de sunduğu “Eski Defterler”de Dersim tartışılırken, program konuğu Mimar Sinan öğretim üyesi Şükrü Aslan ilginç bir anıya işaret etti.


Şükrü Aslan’ın dikkat çektiği bilgi Cüneyt Arcayürek’in “Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler (8)”, başlıklı kitabında yer almıştı... Arcayürek, Demirel’in, Bayar’dan dinlediği bir anıyı naklediyor: “Atatürk ve Mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden, Celal Bayar’a sormuşlar; ‘Yapar mısın?’ Celal bey bize anlattıydı. ‘Yaparım’ demiş. Girişmişler. İsmet Paşa’da bir parça Kürt kanı vardı. Erdal bey de bir iki kez ‘Bizde biraz Kürt kanı vardır’ dedi.”( Bilgi Yayınevi, s. 81)


Demirel’in aktardığı bu anı, meseleyi tamamen aydınlatıyor ve diğer bildiklerimizle de örtüşüyor.
Belgeleri karıştırırken, İnönü’nün başbakanlıktan ayrılmadan önce Meclis’te yaptığı bir Dersim konuşmasına rastlamış ve o konuşmadan bir bölümü aktarmıştım. O konuşmayı Celal Bayar’ın verdiği bilgiler ışığında yeniden okudum.


İnönü’nün başbakanlık görevinden alındığı tarih 25 Ekim 1937. Meclis’teki konuşması ise 18 Eylül 1937 tarihli.


“Arkadaşlar, (...) Şimdi size, Tuncelindeki vaziyetin bu günkü halini arz etmek isterim. Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretten müşevvik ve sergerde ne kadar adamlar varsa bunlar reislerile beraber faaliyet imkânından tamamen mahrum bırakılmışlardır. Altı aşiretten birinin reisleri imha edilmiş ve diğerlerinin reislerinin hepsi yakalanmış, adalete teslim edilmiştir... Cumhuriyet ordusu, ve zabıtası, bu hadise esnasında yaptığı takiblerde, hurafa olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmişlerdir. “


İnönü, “sorun çözüldü” anlamına gelen bir şekilde konuşmasını sürdürür:


“Arkadaşlar; mukavemet vaziyetini bertaraf ettikten sonra halkının refah ve serbestisi için takib edilen programa devam ediyoruz.”


Kısacası, İnönü, Meclis konuşmasında, “Dersim konusu halledilmiştir, artık üzerine varılacak bir şey kalmamıştır” demek istiyor. Celal Bayar’ın başbakanlığa getirilmesinde gözetilen hedefin, Dersim’deki harekâtın sürdürülmesi olduğunun bizzat Bayar’dan aktarılmasının ışığında baktığımızda, İnönü’nün bu konuşması yeniden anlam kazanıyor.


İnönü’nün belirttiği gibi, Seyit Rıza ve oğulları yakalanmış, 1937 harekâtı tamamlanmış, (onun ifadesiyle) “Dersim ele geçirilmişti.”


Şu noktayı da dikkatten kaçırmayalım: İnönü 25 Ekim’de görevden alınmış, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım’da idam edilmiştir. Birkaç gün sonra bölgeye incelemelerde bulunmaya giden Atatürk, Fevzi Çakmak ve Celal Bayar, o dönemin müfettiş raporlarında da anlatıldığı gibi, köklü bir asimilasyon ve tedib hareketinin gerekli olduğu inancı içindeydiler. Köyler kasabalar yok edilecek, bir büyük sürgün hazırlanacaktı...


Asıl katliam, Bayar’ın başbakanlık günlerinde gerçekleştirilecekti.


İnönü, Meclis’te yaptığı konuşmada, askerin zayiatını ve öldürülen Dersimlilerin sayılarını açıklıyor: “Bir subay, 28 er şehit.. İsyana iştirak edenlerden 265 maktul(ölü), 27 yakalanmış ve müsademe (çatışma) esnasında 849 kişi teslim olmuştur.”


Başbakan Erdoğan’ın verdiği rakamlar ise, harekatın 1938’de tamamlanmasından sonrasına ilişkin bilgi veren nitelikte. Bu rakamlar, 11 binden fazla Dersimlinin öldürüldüğünü, 13 binden fazlasının da sürgüne gönderildiğini ortaya koyuyor. Katliamın gerçek boyutlarının bundan çok daha geniş olduğu açıkça ortada.


Bu bağlamda ilginç olan nokta, İnönü’nün tasfiyesi ve Bayar’ın başbakan yapılmasıyla yeni bir döneme geçilmiş olması. Buna bizzat karar verenin Atatürk olduğu da bir tarihsel gerçek...