Kimi isimler, kimi durumlarda simgeleşiverirler. Prof. Büşra Ersanlı bunlardan biri. Kendisini 40 küsur yıldır, genç kızlığından bu yana tanıyan birisi olarak hiçbir vakit böyle bir amacı olmadığına kalıbı basarım. Ama oldu işte. Özellikle, tahliyesinin beklendiği bu hafta boyunca Büşra, Türkiye’de ‘adaletsizlik hali’nin simge ismi haline gelmiş olarak, gazetelerin birinci sayfalarına yerleşti.
Buna, arkadaşı ve meslektaşı olan ve zor zamanlarında dayanışmasına muhatap olmuş bulunan Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Paris yolunda kendisine eşlik eden gazetecilere yaptığı açıklama da katkıda bulundu.
Ahmet Davutoğlu, “Büşra Hanım, 28 Şubat’ta da çok demokrat tavır almış bir akademisyendir. Terörist olduğuna inanmıyorum” diyor. Bakanın ‘Büşra Ersanlı’dan yana’ bu sözleri öne çıkartıldı. Oysa “Ama bu durumu bakan olarak kabullenmiyor olmam, bana yargıya müdahale hakkı vermiyor. Yargı ayrı bir süreç. Eleştirenler kimi yerde ‘Neden müdahale ediyorsunuz’, başka davada ise ‘Niye müdahale etmiyorsunuz’ diyor” sözleri de eşdeğerde önemli.

Vicdan borcu var
Zira ‘yargıya müdahale hakkı’ yok ama ‘yargıya müdahale zorunluluğu’ var. Bu da en başta Davutoğlu gibilerinin boynuna borç. Büşra Ersanlı’ya ‘vicdan borcu’ olduğu için değil sadece; Büşra Ersanlı’nın ‘terörist’ olduğu iddiasıyla yargılanmasının, Türkiye’ye dış politikası dahil, büyük bir yük getirmiş olmasından ve bunu en iyi fark edenlerin başında taşıdığı sıfat nedeniyle Ahmet Davutoğlu’nun gelmesinden.
Nitekim, Davutoğlu, “AİHM’de artık ifade özgürlüğü konularında savunma dahi yapmıyoruz. Ancak maalesef ifade alanında yanlış yargı kararları ve süreçler nedeniyle de milyonlarca dolar tazminat ödüyoruz” diyor.
AİHM’de savunma dahi yapamayan bir ülkenin Dışişleri Bakanı sıfatını taşımak zor şey. Hükümetin, bu durumun üstesinden gelmesi şart. Gerçi, kendisinin açıklamasını nakleden meslektaşlarımızın (Aslı Aydıntaşbaş) yazdığına göre, “Davutoğlu, birçok akademisyen gibi Ersanlı’nın bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını istiyor” ama şunu da eklemeyi ihmal etmiyor: “Bazıları bu tutuklamaların hükümet kararıyla olduğunu, iktidarın ‘Toplayın bu insanları’ dediğini sanıyor. Sonuçta yargı bağımsız. Böyle ise Hakan Fidan neden ifadeye çağrıldı? O konuda da ben tutumumu en başta ortaya koydum.”
Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ‘yargı bağımsızlığı’nın bir göstergesi asla değildi. Bu örneği verirseniz “Peki, Hakan Fidan ifadeye gitti mi? Gitmediyse niçin gitmedi? Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasının sonuçları ne oldu?” diye sorarlar.
Eğer hükümet, Büşra Ersanlı gibi isimlerin gözaltına alınmasına ya da tutuklanmasına Hakan Fidan olayındaki gibi bir tepki koysaydı o zaman Türkiye’de demokrasi de, adalet kavramı da, yargı işleyişi de bugünden çok farklı olurdu.
Öyle bir durumda, hiç kimse “Davutoğlu’nun kanaati açık, Ersanlı’nın suçlu olabileceğini hiçbir şekilde düşünmüyor, tüm iddianameyi ve eklerini dikkatle okuduğunu, sorunun soruşturma ve davanın hukuki ve demokratik eksiklerden kaynaklandığını ifade ediyor. Bu konudaki düşüncelerini Adalet Bakanı ve Başbakan’a aktardığını da ekliyor” diye yazmazdı. Yazmasına gerek kalmazdı.
Tıpkı, “KCK davasında ve benzer davalarda ölçünün kaçtığının farkında olan pek çok bakanın olduğunu, bakanlar kurulunda bu istikamette yoğun tartışmaların yapıldığını anlıyoruz, sözlerinden” diye yazma gereği de olmazdı.
Büşra Ersanlı hakkında hatırlatması bile hicap verici olan sözlerin sahibinin İçişleri Bakanı olduğu bir hükümette yoğun tartışmaların yapılması kaçınılmazdır.

Ersanlı neden içeride
Büşra Ersanlı tutuklu kaldıkça ve tutuklu yargılandıkça, bu, ‘yargı bağımsızlığı’ ve ‘kötü yargı uygulaması’yla açıklanacak bir durum olmaktan çıkar, Türkiye’nin üzerine gölge düşüren ‘kötü bir imaj’ ve hükümetin alnına yapışmış bir ‘ayıplı etiket’ haline dönüşür.
Büşra Ersanlı niçin içeride bunca aydır?
Radikal’de hafta başında Ömer Şahin’e verdiği söyleşide kendisi açıklıyor nedenini; “Türk olduğum için böyle yaptılar” diyor. Dikkat, ‘Kürt’ olduğu için değil ‘Türk’ olduğu için!
Söylediğini şöyle açıklıyor: “Bir Türk’ün Kürt partisi diye bilinen BDP’de yer almış olması bunları düşünmeye alışık olmayan insanlar için bir fecaat. Yıllarca Kürtlere köle olarak bakmışlar. Bir aydın, kadın hem de Türk olan birisini bu yoldan caydırmak istediler.”
Dahası var. Sadece onu değil, ‘ölçünün kaçtığının’ –sanki anti-demokratik uygulamanın ölçüsü olabilirmiş gibi- hükümet üyelerinin bile farkında olduğu ‘KCK davası’na, ardı arkası kesilmeyen, neredeyse Suriye’de bir yıldır öldürülen insan sayısı kadar Türkiye’nin Kürt vatandaşının cezaevlerine doldurulmasına karşı çıkan tüm ‘Türkleri caydırmak’ istediler Büşra Ersanlı’yı içeri atarak.
Davutoğlu’nun Büşra Ersanlı’ya dair açıklamasını köşesine taşıyan meslektaşlarımızdan Ali Bayramoğlu, dün, “Şunu da ekleyelim, bakan satır arasında, bu köşede de ‘Bizi de mi tutuklayacaktınız’ başlığı altında yer alan bir konunun, gözaltına alınacağı iddia edilen bazı öğretim üyeleri meselesinin kulağına geldiğini ve bu konuda da fikrini yüksek sesle beyan ettiğini ima ediyor...” diye yazdı.
‘Bazı öğretim üyelerinin gözaltına alınması’ ve “Bizi de mi tutuklayacaktınız” sorusuna kaynak teşkil eden durum, geçen sonbahara aittir ve Büşra Ersanlı’nın içeri atılmasıyla eşzamanlıdır.

Simgesel anlamı olur
Polis-yargı ekseni, KCK bahanesi ve onun üzerinden yasal alanda Kürt siyasetini imkânsız hale getirmenin yanı sıra ‘Kürtleri savunan Türkleri de sindirme’nin peşindeydi. ‘Beyaz Türk’ profesör ama BDP üyesi Büşra Ersanlı, o nedenle ‘simge’ bir isim haline geldi ve onun tutuklanması, daha büyük ve ‘Türk demokratları’nın da dört duvar arasına alınması sürecini başlatacak bir ‘işaret fişeği’ idi.
Bu durumun düzeltilmesinin, Türkiye’nin dış dünyada giderek ‘ifade özgürlüğü’nün ve ‘demokratik siyaset’in baskı altına alınmasıyla adı anılmaya başlanan bir ülke olmaktan kurtarılmasının, şu aşamada ‘simgesel’ anlam taşıyan bir adıma ihtiyacı var: Büşra Ersanlı’nın tahliyesi!
‘Yargıya müdahale hakkı’ olmasa da kamuoyuna dönük ‘demokratik çağrı’da bulunma hakkımız var.
Büşra Ersanlı dışarı!