Aradan tam 5 yıl geçti…

Bu sürede onca belgeye, bilgiye, görgü tanığına rağmen bir cinayetin daha üstü örtüldü, örtülmeye çalışılıyor. Ancak bu sefer bu üstü örtülme düşünüldüğü kadar kolay olmayacak. Bu davanın böyle bitmeyeceğini haykıranların sesi 19 Ocakta dört bir yanda çınladı.

Devletin, egemenlerin söylediği sözler son sözler olmayacak.
Tarihte son sözü hep direnenler söyler.
Ve bu ülkenin direnenleri olarak henüz son sözlerimizi söylemedik.

Hepimiz biliyoruz ki, onlar yeni bir “derin devlet” aramaya ve yaratmaya çalışıyorlar. Mahkemesi, hâkimi, her aşaması, her sorumlusu açığa çıkmış bu cinayette “örgüt” filan yok, olsa olsa milliyetçilik duyguları kabarmış 2–3 çocuk bu işi öylesine yaptılar diyorlar.

Yani hükümet ve egemenler “devlet”i bu cinayetin dışında bırakmaya, kendileri dışında bir başka “derin devlet” olduğuna inanmamızı istiyorlar. 5 yıl boyunca bu cinayetle ilgili kanıtların, belgelerin gizlendiği, deliller karartıldığı; hatta hükümete doğrudan bağlı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının 5 yıl boyunca telefon kayıtlarını gizleyerek mahkemeye karşı direnç gösterdiği gerçeği ortadadır. Yani bu cinayet merkezi hükümetin bilgisi, sorumluları kollaması, kimi zaman desteği, yerine göre engellemeleri olmaksızın asla mümkün değildir.

Bugüne kadar sözde demokrasi yanlısı görünmeye ve gösterilmeye çalışılan hükümet, tarihte daha önce şahit olduğumuz, katliam sorumlularının başarı plaketleri ile ödüllendirilmeleri törenlerini izletti bize. Sorumlular hakkında soruşturma açılması talebini engellemesi bir yana, bu sorumlular ya Polis Başmüffetişi (*), ya Vali Yardımcısı, ya Vali ya da Milletvekili yapıldılar. Yani hepsi birer birer terfi edilip ödüllendirildiler…

Diğer yandan, en başta cumhurbaşkanı ve başbakan, muhtelif bakanlar sözde üzülüyormuş numarası yapıyorlar… Başbakan RTE : “Uludere katliamı da, Hrant Dink cinayeti de Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmaz” diyerek demokrat (!) bir tavır çiziyor. Biz RTE’nin Uludere katliamını yapan komutanlara teşekkür ettiğini de; “Ankara’nın derin dehlizlerinin”, bu dehlizlerdeki tüm birimlerin kendisinin emirlerini uyguladığını da iyi biliyoruz.

Bu nedenle diyoruz ki, timsah gözyaşları dökenlere, yanardöner liboşlara, sözde demokrasi havarilerine asla gerek yok. İhtiyacımız da yok. Bizler umudu asla yitirmeyeceğiz. Mücadeleye daha güçlü, daha kararlı devam edeceğiz. Üzerlerine ölü toprağı serilenler de ayağa kalkacak ve küllerinden yeniden doğacaklardır.

Bunu Hrant’ın ölümünün 5.yıldönümü anmasında Taksim’den Agos’a, İzmir’de, Ankara’da, Adana’da, yurdun dört bir yanında gördük. Bu devlet bizim olmasa da, bu memleketin tüm renklerinin bizim olduğunu, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve Süryanilerin bu memlekette yan yana kardeşçe yaşamak istediğimizi gösterdik. Ve o gün oradaki herkes bu davanın bitmediğini, bitmeyeceğini kanıtladık.

O gün Taksim’den Agos’a yine binlerceydik, onbinlerceydik, o gün orada hepimiz “faşizme inat kardeşimsin Hrant” diye haykırdık. O gün bir kez daha “hepimiz Ermeniyiz hepimiz Hrantız” haykırışları tüm sağır kulaklara ulaştırdık.

O gün orada son sözlerimizi Hrant’ın arkadaşı Karin Karakaşlı’nın sözleriyle şöyle dillendirdik: “Bu dava daha bitmedi. İnsanlık daha ölmedi. Devlet daha hesabını vermedi. Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun."

Evet, bu dava burada bitmez
Evet, biz bitti demeden asla bu dava bitmez..

(*) Muammer Güler : dönemin İstanbul Valisi, şimdi AKP Milletvekili
Celalettin Cerrah : dönemin İstanbul emniyet Müdürü, şimdi Osmaniye Valisi
Ramazan Akyürek: dönemin Trabzon Emniyet Müdürü, şimdi Polis Başmüffetişi
Ergun Güngör : Hrant Dink’i valiliğe çağırıp tehdit eden İstanbul Vali Yardımcısı. Şimdi Yalova Vali Yardımcısı