Eylül’ün üçü olmuş. Yani maaşı alalı üç gün olmuş ama hemen bitmiş! Hayata kredi kartıyla devam edeceğiz. Fakat o da ne? İstanbulkart'a para yüklemeyi unutmuşuz, yükleyecek para da kalmamış.

İşe gitmek gerek, fakat Kartal'dan Kadıköy'e de yürünmez ki...

Mecbur yaz başından bu yana yapılmak istenen, bu amaçla bisiklet ödünç alınan, fakat onca yolu gözüm kesmediği için bodrumda duran bisikletle işe gitmek tek alternatif!

Bisiklet eski, bisiklet demirden ve çok ağır. Üstelik yol bisikleti değil, dağ bisikleti!

Kask yok!

Eldiven yok!

Tamir ekipmanı yok!

Su matarası yok!

Kıyafet yok!

Kot pantolon ve tişörtle bastım pedala...

Metro kullanarak tam bir saatte gittiğim işe o ilk yolculukta 1 saat 40 dakikada gidebildim.

Dönüş ise 2 saati buldu. Fakat yorgun argın eve döndüğümde mutluydum.

Başarmıştım.

Ertesi sabah yine aynısı yolu, bu defa daha az korkarak gittim. Fakat yıllardır spor yapmamanın getirdiği hamlık kendini belli etmeye başladı. 1 saat 50 dakika sürdü ağrılı bacaklarla yolculuk.

Bacak kaslarım ağrıdı günlerce fakat inatla bisikletle her gün 44 km yol almayı sürdürdüm.

10 gün o “tekerlekli demir” diye adlandırdığım bisikletle gidip geldikten sonra iş arkadaşım daha iyi durumdaki bisikletini ödünç verdi.

Bir ay kadar o bisikletle gidip geldim. Gidip geldikçe yol kısalmasa da süre kısaldı. Önce bir buçuk saate düştü, sonra bir saat 20 dakikaya.

Sonra baktım bu işi başarıyorum. Keyif de alıyorum. Kendi bisikletim olması için araştırmaya başladım.

Bütçe yok! Borç harç iyi durumda ikinci el bir Sedona 310 aldım.

Hayatımda ilk kez kendime ait bir bisikletle yol almaya başladım.

Yolculuk süresi 1 saat 10 dakikaya sonra da 1 saat 5 dakikaya düştü.

Bu arada her ay İstanbulkart için harcadığım paranın yarısını ayırarak eldiven, kask, pompa, tamir malzemesi vb. gibi güvenlik ve rahat sürüş için gerekli ekipmanları tamamladım.

Derken 21 Kasım akşamı minibüs yolundan giderken, durağa yanaşmakta acele eden bir 17 numaralı otobüsün sıkıştırmasıyla yağmur oluğuna savrulup Arnavut kaldırımlı durak alanına düştüm. Sonuç sol dirsekte Radius ucu kırığı! 3 hafta alçı... Bisikletten uzak geçen günler... Sonrasında pek de soğuk olmayan kış..

Şubat’ın sonuna doğru tekrar başlayan bisiklet macerası, bu defa trafiğe, yola hiç girmemeye çalışarak sürdü. Fakat heyhat! Burası İstanbul! Mart başında bisiklet yolunda biraz hızlı giderken önüme fırlayan 2-3 yaşında bir çocuk! Panikle iki freni de sıkmam sonucu bisikletten tekrar düşüş. Bu defa daha acı sonuç: Sağ radius ucu kırığı, sağ serçe parmakta çoklu kırık. 2 aya yakın alçı, birkaç hafta düzeltme amaçlı tekrar tekrar kırılan sağ serçe parmak.. Çocuğuna sahip çıkmadığı için bisiklet yoluna fırlayan çocuğun annesinin “Burada çocuklar oynuyor bisiklet sürülür mü?” diye çıkışması daha acıtıcıydı sanki..

Mayıs’ın ortalarında tekrar bisikletle işe gidip gelmeye başladım. Bu defa etrafımdakiler engellemeye çalıştı. Fakat bisiklet sürmenin verdiği keyif, özgürlük ve mutluluk hepsine galip geldi. Yine de iki kaza geçirdiğim ve bana büyük geldiğini düşündüğü bisikletimi satıp daha küçük, daha atak bir bisiklet aldım.

Bu defa yolculuk sürem 55 dakikaya düştü! Metro'dan erken!!

Bisiklet yolunda içtiği biranın şişesini kıran dengesizlerin cam kırıklarının neden olduğu birkaç lastik patlaması haricinde olumsuzluk olmadı.

Bisikletle ayda ortalama 1.000 km yol gidiyorum. Eğer bu yolu toplu taşıma ile gitseydim o balık istifi, sıkış tıkış, rahatsız yolculuk için en az 200 TL para harcayacaktım. Kendi aracımla gitseydim sıkışık trafikte çile doldurmak için aylık 500 TL benzin parası, arabanın vergisi, sigortası, bakımı da ayrıca en az 200 TL tutacaktı...