Adalet Bakanlığı'nın talimatıyla serbest bırakılan Siirtli Sitî Şen'in evindeyiz, bir koca hayatı dinliyoruz

 

PINAR ÖĞÜNÇ / Radikal

 

Cezaevinden çıkarken de benzer beyaz bir elbise vardı üzerinde. Üzerinde işleme lalelerin, minicik renkli pulların olduğu tül elbisesiyle ayağa kalktı mı, başındaki karbeyaz tülbentle de birlikte evliya mı desem, melek mi desem, öyle bir şey gibi yürüyor. Sitî şen, kireçlenmiş dizlerine, tansiyona, şekere, 79 yaşına rağmen nasıl dinç aslında.

 

Onun kulakları iyi duymuyor, ben Kürtçe bilmiyorum. Oğlundan toruna, gelinden komşuya ev halkı tercüme ederken arada şöyle sorular soruyor: ‘Siz mi çağırdınız bu kızı buraya?’ “Yok” diyorlar, “kendi aradı, geldi”.

 

Yarım saat başka şeylerden konuşuyoruz, beni işaret edip “Bu tek başına mı geldi ıstanbul’dan?” “Evet” diyorlar. Aradan geçiyor belki bir yarım saat daha, yine araya sokuyor: “şimdi sadece benimle konuşmaya mı geldi bu ıstanbul’dan?” “Evet ana” diyor oğlu şükrü şen. Ondan sonra tercümeye mahal vermeyecek biçimde sıkı sıkı sarılıyor bana. Lafın gelişi değil, gözlerimden öpüyor. “Bak geldin ya, anlat da barışa vesile olsun” diyor.

 

EVİN TAŞLARINDAN KARAKOL

Birden herkesin ‘Sitî Ana’sı oldu o. 79 yaşındaki bir kadın, 2006’da kesilmiş 20 aylık cezası Yargıtay tarafından onaylanınca, Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi’ne konmuştu. Peki neden?

 

Çocukluğuna dair hatırladığı pek bir şey yok. Sabanı, tarla işlerini anlatıyor çocukluk hatırası diye. Sanırsınız sonrasına dair var.

 

Eruh’a bağlı Balıkavak (Lude) köyü… 1993’te 22 yaşındaki kızı Gülistan, üç arkadaşıyla sumak toplamaya bağlara çıkıyor. Bir ara pınardan su içmek için oturduğu taştan kalktığında üzerine oturduğu mayın patlıyor. ıki ayağı orada kopuyor. Köyden babası katırla gelene kadar dayanamıyor hatta. Ki yardıma gelen bir köylü genç de etraftaki başka bir mayına basıp, o da ölüyor o gün. şükrü Bey “O çocuğun iki kardeşi birer deli oldular sonra” diye anlatıyor.

 

Başka mayın hikâyeleri de var. Sitî Şen’in kardeşinin çocukları da kendi bahçelerine döşenmiş mayın yüzünden hayatını kaybediyor. PKK ’lılara karşı önlem olarak bir köylünün bahçesine mayın döşenmiş gece. Böyle. Görümcesinin eşi de Kekliktepe’de mayına denk gelen minibüste hayatını kaybetmiş.

 

1995 seçimlerinden önce gibi hatırlıyorlar. Bir aramada Sitî Ana’nın eşi Murat Şen’in cebinden, üzerinde HADEP’in kelebek amblemi olan bir çakmak çıkıyor. Bu arada aynı yaşlardaki şu an felçli Murat Bey’in de bekleyen 20 aylık bir cezası olduğunu hatırlatalım.

 

Çakmak çıkınca 24 saat süre tanınıyor aileye, “Buradan gideceksiniz” deniyor. Köyün tamamen boşaltılması bir yıl sonra, önce şen ailesinin evi boşaltılıyor yani. Çaresiz çıkıyorlar. En fazla dokunanı da, evlerinin dümdüz edilip o taşlardan sonra başka bir yere karakol yapılması.

 

Mersin ’de yaşamayı denedilerse de Siirt’ten uzakta olmuyor. şu anda 96’da boşaltılmış köylerinde yedi-sekiz ev var. Dönesi var Sitî Ana’nın ama mecali yok.

 

‘DİYARBAKIR ’A GİTME SEN’

Daha önce gözaltına alınmamış. Ama sisli bir gün hatırlıyor. Birkaç korucuya gerilla kıyafeti giydirip evlerden yiyecek istetmişler. “Korkudan kim olsa veriyorduk” diyor. Sonra köyün bütün kadınlarını toplayıp başka bir köye götürüyorlar. ıki gün tutuyorlar. Bir tür açık gözaltı deneyimi…

 

Bir de başçavuşun bir gün gelip “Oğlunu dağdan indir” deyişini unutamıyor. “Yollayan ben değilsem, getiren nasıl ben olayım” diyor. Omzuna bir baston yiyor o sırada. Fakat sonra o başçavuşun özür dilediğini, onu affettiğini, çayını içirdiğini de ekliyor. Araya şükrü Bey girsin: “Hikâyeyle, romanla dünyayı doldururuz”.

 

Ya çocuklarını kaybetmiş ya da sağ olanlarla da görüşemiyor. Bir oğlu Abdullah şen de Almanya ’da PKK davasından tutuklu. Ağlamaktan içi kurumuş bir kadın. Barış Anneleri’nin eylemlerine katılıyor yıllardır. Ona bu cezanın verilmesinin nedeni de 2006’da Abdullah Öcalan ’ın tecridini protesto etmek için yapılan açlık grevine katılmak.

 

“Anne sağlığın iyi değildir, Diyarbakır ’a gitme sen” demişler, hatta cezasının olduğunu da hatırlatmışlar, yeri göğü inletmiş. ‘Bir insan bir şeyi bu kadar istiyorsa saygı duymak gerekir’ diye düşünmüş oğlu. Miting yasağı 14 Temmuz’da Diyarbakır ’ı ne hale getirmişti hatırlarsınız. İşte o gün yine bembeyaz elbisesi içinde gözaltına alınıyor Sitî Şen. Zaten bir süredir evin etrafında polisler dolaşıyormuş. Güler gibi “Polisler de beğendi elbisemi” diyor.

 

‘KİMSE ÖLMESİN’

Saatlerce güneşin altında bekletildikten sonra karakola alınıyorlar. ıfadesi bile alınmadan, savcı yüzü görmeden cezaevine aktarılıyor. Kulaklarına “80 yaşında kadının ne işi varmış yasak mitingde?’ cümlesi geliyor. Kimse saygıda kusur etmemiş, kelepçe de takmamışlar. Zaten içeri alındığında siyasi tutuklu ve hükümlü kadınlar başlarının üzerinde taşımış onu. Siirt’in az yere benzer sıcağında, klimasız 52 kişi yaşamaya çalışmak, her birine düşen katmerli ceza. “Bende yalan yok, yemekleri boldu ama yenecek gibi değildi” diyor. Cezaevinde çektirdiği fotoğrafları gösteriyor, yeni görmüş gibi o da uzun uzun dalıyor içlerine. Derik Belediye Başkanı Çağlar Demirel de koğuş arkadaşı. İnsan Hakları Derneği üzerinden tutuklandığı duyulup da kamuoyu tepkisi yükselince 13 gün sonra Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla salıveriliyor Sitî şen. Ama aklı içeride “Beni neden çıkardılar ki? Ben içerdekilerden daha mı iyiyim? Gerekirse ölene kadar kalırdım” diyor.

 

Beş cümlesinden biri illa ki barış. “İnşallah barış gelecek de” diyor. Tayyip Erdoğan ’a sesleniyor: “Yeter artık kanlar dökülmesin, kimse ölmesin. Türk anneleri de sesimizi duysun. Vekillerimiz, belediye başkanlarımız, sesimiz içeride. Devlet, Öcalan’la konuşsun. Halklar kardeş olsun”.

 

Akşam oluyor, iftar yapılıyor. Mahalleden Sitî Ana’yı ziyarete gelen bir oda dolusu kadınla birlikte çayımızı içiyoruz, bir gözümüz televizyondaki haberlerde. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller geçiyor mesela, Alaattin Çakıcı ifade vermiş, Suriye Kürtlerinin istikbali konuşuluyor. Şükrü Şen, Newroz’da 500 bin kişinin önünde Kürtlerden af dileyen Ayhan Çarkın ’ı hatırlatıyor: “Kasap yapmışlardı onu. İstese konuşmazdı, her şeyi anlatacaktı. Bak sonra ne oldu?” Sitî Ana, yeni gelenlere cezaevi fotoğraflarını gösteriyor bu arada.

 

79 yaşında bir kadının cezaevine konmasındaki garabeti anlamak kolay. 79 yaşındaki bir kadının neden o cezaevinden çıkmak istemediğini anlamamız gerekiyor. Yaşına olduğu kadar, fikrine de hürmet icap ediyor. Gün görmediği koca bir hayat geçirdikten sonra böyle sesi titreyerek nasıl barış isteyebildiği o zaman anlaşılır çünkü.

 

‘DEVEDEN BİR KILDIR BU ANLATTIKLARIMIZ’

Sitî şen’in oğlu 57 yaşındaki Şükrü Şen’le buluştuğumuzda selam sabahtan sonra ilk cümlesi “Pınar Hanım ben kardeşime inanmam, halkların kardeşliğine inanırım” oluyor. O iki gün içinde en çok onunla sohbet ediyoruz. Hiç okula gitmediğini söylüyor, inşaat ustası. Türkiye ’yi inşaat işleri yüzünden gezmiş; ‘Türk emekçisi çok özlüdür” diyor. şükrü şen bir bilge, okul ne ki? Fransız Devrimi’nden giriyor, güncel politikadan çıkıyor. “İnsan dediğin kelebektir, bir karıncadan fazla değildir” diyerek tabiattan konuşuyor. ‘Bir insan nedir ki?’ diye soruyor.

 

Kadınların gücü dilinden düşmüyor. “Bu dünyayı kirleten erkeklerdir, bu sistemi sürdüren erkekliğinden vazgeçmeyenlerdir” diyor. İlkel komünal toplumlardan bu yana kadınların yerinden, yapabileceklerinden söz ediyor. “Bir peygamber de kadından doğar” diyor. Lafta değil; evde de yemeğinden karpuzuna, eşi Vecide şen’in elinden iş alıyor.

 

Bir insan, hayatının en güzel zamanı olarak cezaevini anar mı? “şu hayatta gün yüzü gördüysem başımı kessinler” diyor. 1991’de girip de bir yıl kaldığı cezaevi her tür ağır koşula rağmen ona dışarıdan daha rahat ve güvenli gelmiş. Bir de içerdeki diğer siyasi tutuklu ve hükümlüler sayesinde bilincinin arttığını söylüyor. Ama asıl gözünü açan kişi olarak, 1980 öncesi bir medresede dini eğitim alan, iki çocuğunu bırakıp dağa çıktıktan sonra, 1996’da çatışmada ölen kardeşi Mehmet şen’i anıyor.

 

Şükrü Şen anlatsın: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok, diyorlar. Yalan. Bu ülkede her şeye rağmen iç savaş çıkmadıysa Türk’ün dostu, Kürt’tür. Yeter ki Türkler de görsün üzerimizden kan emenleri. Bizim yarımız kadar düşünsünler. Ülkemiz işgal altında mı, niye ben oğlumu askere gönderiyorum diye sorsunlar. Dünya yüzünde halkına, emekçisine bu kadar yabancılaşmış devlet yoktur. Her şeyi deneyip bir tek barışmayı denememişler. ıki aile savaşıyor da biri diğerini yok edemiyor. Kürtler yok olmuyor, bunu ne olur görsünler. Kıyma makinesine de atsalar, Kürtler bitmez. Bu devlet Türkleri de sevmiyor ki. Bir görseler, barışmak Türkleri de özgürleştirecek. Ortadoğu öncülüğü böyle olur, generali hapse koyan neler yapar. Bir af ilan edelim. Ama birbirimizi de affedelim. Ben Kenan Evren ’i bile affetmeye hazırım.”

 

Yakın ailesinden 10 kişiyi kaybetmiş, öyle hikâyeler arka arkaya geliyor ki, “Deveden bir kıldır bu anlattıklarımız” diyor bir de üzerine…