Ruşen Çakır Vatan’daki yazısında Başbakan Erdoğan’ın da fethullah Gülen gibi kendi gücünün kurbanı olduğunu yazdı. Çakır, “Partisinin ve hükümetin neredeyse tek hakimi olmasının, anaakım medyanın büyük bir bölümünü kontrol etmesinin de Erdoğan'ın yanlışlarını artırdığı düşüncesindeyim” diye yazdı.

İşte yazı:

Başbakan Erdoğan da kendi gücünün kurbanı oluyor

Son yazımızda "Gülen cemaati kendi gücünün kurbanı oluyor" Fethullah Gülen cemaatinin aşırı güçlenmesine bağlı olarak özgüveninin arttığını ve bu yüzden çok stratejik hata yaptığını yazmıştık. Benzer şeyleri AKP hükümeti, özellikle Başbakan Erdoğan için de söyleyebiliriz.

Erdoğan'ın internet üzerinden peşpeşe dolaşıma sokulan telefon kayıtları tek başına bu saptamayı doğrulamaya yeterli olabilir. Öyle ki şu günlerde La Fontaine'in ünlü Ağustos böceği ile karınca fablinin çağdaş bir versiyonuna tanık oluyoruz. Birileri (Cemaat) karınca gibi çalışmış, iktidar partisiyle lideri hakkında kayıtları istiflemiş; diğerleri (hükümet) de Ağustos böceği gibi "nasılsa bana/bize bir şey olmaz" diyerek gayet rahat bir şekilde hareket etmiş.

Başbakan bu durumu "çok safmışız, bizi kandırdılar" diye açıklamaya çalışıyor. Doğruluk payı olduğu muhakkak, ama esas sorunun Erdoğan'ın Cemaat'e (ve Gülen'e) güvenip hayal kırıklığına uğramasından ziyade, kendi gücüne aşırı güvenip karşısındakinin (Cemaat'in) gerçek gücünü ölçememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ki yaşanan onca sert gelişmeye ve değiştirilen üsluba rağmen Erdoğan cephesi Cemaat olgusunu hâlâ kavrayabilmiş değil ve bu nedenle yanlış stratejiler uyguluyor.

HER ŞEY SANDIK DEĞİL

AKP liderini yanıltan esas husus, ne kadar hata yaparsa yapsın bir şekilde oylarının artıyor olduğu, olacağı beklentisi. Gezi direnişi sırasında böyle olmuştu. Erdoğan Cemaat ile savaşında da aynı hatayı tekrarlıyor ve yaşanan sorunları, ülkeyi daha da demokratikleştirmek yerine her şeyi sandığa bağlamakla aşacağını düşünüyor. Şunun altını ısrarla çizmek lazım: AKP lideri 30 Mart'ta nasıl bir sonuç alırsa alsın, buradan hareketle yolsuzluk iddialarının doğru ya da yanlış çıktığı sonucuna varılamaz. Çünkü tüm demokratik ülkelerde bu tür iddialarının karar mercii bağımsız ve tarafsız mahkemelerdir. Ne var ki Türkiye'de yargının bağımsız ve tarafsız olduğunu söylememiz mümkün değil; hükümetin yargıya son müdahalelerinin de bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlamaya yönelik olmadığı aşikâr.

Partisinin ve hükümetin neredeyse tek hakimi olmasının, anaakım medyanın büyük bir bölümünü kontrol etmesinin de Erdoğan'ın yanlışlarını artırdığı düşüncesindeyim. İktidarı başkalarıyla paylaşmaya pek yanaşmayan Erdoğan denetim eksikliği nedeniyle daha fazla hata yaptı ve üzerinde yükseldiği zeminin aslında çok da sağlam olmadığını anlamamız için Cemaat'in yaptığı 2-3 operasyon yeterli oldu. Ancak buradan hareketle Cemaat’in zemininin sağlam olduğunu da söyleyemeyiz. Onlar da Erdoğan'ın gücünü yanlış hesaplamışa, 25 Aralık operasyonunu engellemeyi becereceğini kestirememişe benziyorlar.

KAYITLARLA DEĞİŞEN DENGELER

Bu operasyonların hemen ardından, telefon kayıtlarının dolaşıma sokulması Erdoğan'ı ve hükümeti epey sarsmış durumda. Başbakan’ın reddedemediği ve hepsi ayrı ayrı büyük olay olan kayıtlar söz konusu. İstifte bunlardan, yüzlerce demek hafif kaçabilir herhalde binlerce vardır. Başbakan’ın tüm bakanlarla, hatta herkesle konuşmalarının kaydedildiğini teorik olarak varsaymamız gerekiyor. Anlaşılan bunları seçerek kullanıyorlar. Önce Kürtlerle ilgili belgeler yayınlandı. Ardından Bahçeli ve MHP aleyhine kayıtlar geldi. Şimdi Doğan Grubu, Aleviler, Koç Grubu, yarın bir başkası… Yani Başbakan’ın düşmanlarını çoğaltıcı hamleler yapıyorlar.

Demokrasinin temeli yasama, yargı, yürütme erklerinin ayrılığı ise Başbakan’ın telefon konuşmalarında söyledikleri erkler ayrılığı ilkesiyle kesinlikle uyuşmuyor. Kendi demokrasi anlayışının bunu mümkün kıldığını düşünebilir ama evrensel demokrasi anlayışına göre bu söz ve tutumlar yanlıştır. Bu çok net. Bunun üzerinde tartışmak bile gereksiz olur.

Sonuçta dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde başbakanlar iş takibi filan yapmaz. Öte yandan yine demokratik ülkelerde din adamları başbakanlarının telefon kayıtlarıyla bu kadar yakından ilgilenmez.

Dolayısıyla her iki taraf birbirini bu şekilde deşifre ettikçe hep birlikte kaybediyorlar. Cemaat Başbakan’a vurdukça kendisi güçlenmiyor. Erdoğan zayıflarken kendisi de zayıflıyor, itibar kaybediyor. Örneğin bundan sonra hangi siyasetçi Fethullah Gülen’e güvenip de elini sıkar? En fazla korkudan sıkar. Böylesine garip bir durumla karşı karşıyayız.

BÖYLE YAŞAMAYI ÖĞRENMEK

Bundan sonrası için şunu söyleyebiliriz: İki taraftan birisinin tamamen bitip tükenmesi mümkün gözükmüyor. Kuşkusuz barış her zaman mümkün. Çünkü savaş varsa barış da her zaman olur. Ama bu çatışmada karşılıklı güvensizlik o kadar yüksek ki barıştıkları andan itibaren her an savaş tekrar başlayacakmış gibi temkinli davranacaklardır.

Sonuçta tıpkı bir zamanlar "terörle yaşamaya alışmamız lazım" dendiği gibi Türkiye, Cemaat-AKP çatışmasıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalabilir.

Özetle hem Cemaat, hem hükümet, ama en önemlisi tüm Türkiye kaybediyor.