Türkiye'de düzenlenen 'Demokrasi ve Şehitler Mitingi' ile AB ile Türkiye arasında kararlaştırılan mülteciler anlaşmasının geleceği, Alman basınında geniş yer buldu.

Lüneburg'da yayımlanan ‘Landeszeitung' gazetesi İstanbul'daki büyük mitingin milli barış ve beraberlik buluşması olmadığını iddia ettiği yorumunda şu satırlara yer veriyor:

“İktidardaki AKP'nin düzenlediği ‘iç barış' mitingi böyle olur: Buluşmanın partiler üstü niteliğine gölge düşürtmemek için Yenikapı'da parti bayrağı açılması yasaklanmıştı. Ama bu tam başarılamadı. Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mitinge muhalefet liderleri Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile birlikte katılması, darbe girişiminin iktidar kadar muhalefet tarafından da ret edildiğinin kanıtıydı. 

“Ancak HDP'nin mitinge davet edilmemesi, barış çağrısının gösteriş olduğunu gözler önüne serdi. Türkiye milletiyle bölünmüş bir ülke olarak kalacaktır. Bir tarafta, generallerin iktidara uzanan ellerini sivil yöntemlerle geri çevirip demokrasiyi kurtarmış olmanın sevincini yaşayan milyonlar, diğer tarafta ise demokrasiye tamamen aykırı olarak ülkeyi kararnameyle yöneten Erdoğan'ı görüyoruz.”

‘Süddeutsche Zeitung' gazetesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha fazla yetki ve iktidar talep etmesine gerek olmadığı görüşünü savunuyor:

Kemalist CHP ile sağ milliyetçi MHP miting davetine icabet etmekle Cumhurbaşkanı'na yakınlık göstermiş oldular. Erdoğan bu kadar dar görüşlü ve tavşan yürekli olmasaydı, HDP'yi de kürsüye davet ederdi. Türk iç politikasındaki miladın işareti işte o zaman verilmiş olurdu. Mamafih ülkeye biraz olsun barış umudu veren her davranış büyük sevinç uyandırıyor. Şimdi sıra Erdoğan'da. Barış istiyorsa, başkanlık sisteminden vazgeçer. Onun daha fazla iktidara ihtiyacı yok.”

‘Frankfurter Allgemeine Zeitung' gazetesi Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci geri kabul anlaşmasının iki tarafın da menfaatine olduğunu hatırlatıyor:

“Anlaşmanın uygulanmaya başlamasından ve Balkan rotasının kapanmasından sonra, Yunan adalarına çıkan mülteci ve göçmenlerin sayısında önemli azalma oldu. Mülteci krizinin geçen yıl AB ülkelerinin iç politikasına yaptığı etki üzerine, uygulamanın değiştirilmesine gerek olup olmadığını oturup düşünmek gerekir. 

“Son olarak Avusturya Dışişleri Bakanı'nın bir kez daha ortaya attığı, AB'nin Türkiye'nin eline şantaj aracı verdiği iddiasına gelince. Bunu söyleyen, realiteleri görmüyor demektir. Mutabakat her iki tarafa kazandırıyor. AB iddia edildiği gibi şantaja açık olsaydı vize muafiyeti çoktan yürürlüğe girmiş olurdu. Amma olmadı. Aynı zamanda Erdoğan'ı hedef alan eleştiriler de azalmadı.”
Berlin'de yayımlanan ‘Tageszeitung' gazetesi Avusturya Hükümetinin Türkiye ile sürdürülen tam üyelik müzakerelerinin rafa kaldırılması şeklindeki talebine şu satırlarla değiniyor:

“Avusturya Başbakanı Christian Kern çoğu AB'linin düşündüğünü dile getirdi. Kern otoriter İslamcı Türkiye ile anlaşmaya varmanın kolay olmayacağını kastetti. AB az gelişmiş doğusunun etnik çatışmaya sahne olduğu, İslamcı Şeriat devletine dönme eğilimli bir üye ile başa çıkamaz. Mülteci krizinin yönetimi bu kadar önemli olmasaydı Brüksel de çok daha açık konuşurdu. AB diplomasinin kuralların uyarken, Türkiye giderek Avrupa'dan uzaklaşıyor. 

Erdoğan, AB'yi yıkmak için ülkesinin üyeliğini isteyen bir lider izlenimi uyandırıyor. Ancak Avusturya Başbakanı Kern'in Türkiye karşıtı ifadelerinin iç politik nedenli olduğu da unutulmamalı. Çünkü Viyana yönetimi kimin cumhurbaşkanlığına seçileceğine aldırmazlık edemez. Başbakan'ın çıkışı Avusturya'da sağa kayma olarak algılanıyor. Aslında Kern'in sözlerinin, AB'nin Türkiye ile arasına çizgi çekmesi gibi son derece güç bir konunun sağ popülistlere bırakılamayacağı şeklinde yorumlanması gerekir.”

(Kaynak: Deutsche Welle Türkçe)