Ömer İbrahimoğlu / Demokrat Haber

Türkiye'de seçimlere az bir süre kaldı. Yapılan anketlere göre mevcut iktidar gücünü kaybederken muhalefet ise arttırıyor. Bu süreçte siyasi partiler daha da güçlü olmak için ittifaklar oluşturuyorlar. Kurulan yeni partiler de gelecek seçimlere katılmak için teşkilatlanmalarını sürdürüyor. Biz de 5 ay önce kurulan SES Partisi'ni, ittifakları, seçim sürecini ve ülkenin sorunlarını Ayhan Bilgen ile konuştuk…

SES Partisi sizin liderliğinizde kurulan bir parti ve kuruluşu üzerinden 5 ay geçti. Bu 5 aylık süreçte SES Partisi oylarını artırmak için ne gibi çalışmalar yapıyor? SES Partisi destekleyenlerin sayısı artıyor mu?

Partimiz Türkiye’de 120 siyasi parti varken yola çıkmıştır. Dolayısıyla derdimiz yeni bir tabela asmaktan çok, yeni bir siyaset tarzını hayata geçirmek iddiasıyla atılmış bir adımdır. Bizim açımızdan iki önemli siyasi öncelik vardır. Birincisi siyasetteki çürüme ve yozlaşmaya karşı toplumsal siyaset ahlakını inşa etmek. İkincisi ise kutuplaştırma, ayrıştırma ve gerilim siyasetini boşa çıkartarak değişimin önünü açmaktır. Biz bu beş ay içinde bu anlamda siyasi duruşumuzu, siyasi anlayışımızı ve yaklaşımımızı hem netleştirmeye hem de toplum zemininde görünür kılmaya çalıştık. Elbette ki önceliğimiz yerel teşkilatlanma, örgütlenme çalışmalarımızı tamamlamak olduğu için önümüze koyduğumuz 6 aylık süre içerisinde seçime girme yeterliliğini elde etmeyi hedefledik. Bugüne kadar bu anlamda örgütlenme konusunda ciddi bir mesafe aldık. Önümüzdeki 1 ay içerisinde yani hedeflediğimiz 6 aylık süre içerisinde de seçime girme yeterliliğini elde edeceğimizi düşünüyoruz.

images (3)

SES Partisi seçimlere nasıl hazırlanıyor?

Türkiye’de siyaset bir boyutuyla finansman açısından bir kısır döngünün içerisindedir. Ve elbette ki siyaset toplumsal kaygılardan çok rant için, çıkar için yapılıyor. Bu yüzden daha çok ekonomik bir çabanın, ekonomik bir faaliyetin uzantısı olarak yürütülmektedir. Biz bunu ilkesel olarak da doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla kendi yağıyla kavrulan, kendi kaynak ve imkânlarıyla yol almaya çalışan bir partiyiz. Hem yasal anlamda seçime girme yeterliliğimizi önümüzdeki bir ay içerisinde tamamlayacağız, yani 41 il ve onların 1/3 ilçesinde örgütlenmemizi tamamlayıp kongremize gideceğiz, hem de siyasetin doğal olarak en önemli gündemi olan seçimler konusunda bir kampanya organizasyonu hazırlığına gireceğiz. Önümüzdeki dönemde başta sosyal medya olmak üzere düşüncelerimizi, yaklaşımımızı, farklılığımızı, siyasete neden yeni bir parti ile girdiğimizi toplumda daha net daha ayrıntılı olarak ifade etmeye odaklıyız. Seçimlere mutlaka girmek istiyoruz. Seçimlere girme koşullarını tamamladıktan sonra da seçim çalışmalarını başlatacağız.

Sizin de bildiğiniz gibi Türkiye’de iki tane ittifak vardı: Cumhur İttifakı ve Millet ttifakı. Fakat geçtiğimiz günlerde Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) birleşerek “Emek ve Özgürlük” adıyla yeni ve üçüncü bir ittifak kurdu. Türkiye’de gelecek seçimlere partilerin ittifaklaşarak gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hedeflerinde ortaklaşan, programlarında anlaşan partilerin ittifak formatında bir araya gelmelerini önemsiyoruz. Biz bu tür ittifakları daha çok seçim bağlamında ele almaktan yanayız. Çünkü Türkiye’de siyasetin en temel sorunlarından birisi de bir araya gelişler dolayısıyla ciddi bir siyasal söz üretememe sorunudur, siyaset yapamama sorunudur. Çünkü ittifaklar doğal olarak bir dengeyi gerektirir, hassasiyetleri gözetmeyi gerektirir. Bu da siyaseten sözünüzü söylemeyi zorlaştırır. Ben hem Cumhur ittifakı hem de Millet ittifakı için bunun büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda dış politika, ekonomi gibi alanlarda netleşmeden sadece “başkanlık sistemi” ve “parlamenter sistem” ayrışması üzerinden kutuplaşmanın Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek kapasiteye sahip olmadığı kanaatindeyim. Ama buna rağmen partilerin bir araya gelmesi seçmenin daha net daha sade bir resim görmesi açısından da kolaylaştırıcı bir işlem görecektir. Sosyalist partilerin buluşması, Kürt siyasi hareketinin dostlarıyla, müttefikleriyle bir araya gelmesi de siyasette netleşme açısından önemli bir gelişmedir. Biz ittifaklara olumlu bakıyoruz. Türkiye siyaseti açısından da değerli görüyoruz. Ama ben bütün bu ittifakları daha çok seçim buluşması olarak ele almayı ve ittifaklara böyle yaklaşılması gerektiği kanaatindeyim.

Siz ayrıca eski HDP (Halkların Demokratik Partisi) milletvekilisiniz. Siz HDP öncülüğünde kurulan Emek ve Özgürlük ittifakına nasıl bakıyorsunuz?

HDP bir yandan kapatma davasının baskısı altındayken, diğer yandan hem siyasette var olma hem de siyasette genişleme, büyüme çabası içinde olmak zorunda. Bu anlamda ben HDP’nin beş parti ile bir araya gelerek bir ittifak ilanı yapmasını Türkiye siyaseti ve demokrasisi açısından önemli görüyorum. Elbette Emek ve Özgürlük birlikte ele alınması gereken belki yeni bir sentezin adresi olabilir. Geçmişte de benzer isimlerle buluşmalar oldu. Bu anlamda şüphesiz Kürt siyasetinin yalnızlaştırılması, dışlanması Türkiye siyaseti ve demokrasisi açısından büyük bir risk. Bu konuda ne yazık ki muhalefet ittifakı gibi gözüken Milli İttifakı’nın da çok özgün ve cesur bir açılım yapamadığını görüyoruz. HDP ile gözükmek, yanında durmak korkusu belli ki kolayca yok olmayacak. Bu da doğal olarak HDP’nin kendi zeminini inşa etmesini, siyasette kendi sözünü söylemesini zorunlu kılıyor. Bu anlamda toplumsal her dinamiğin siyasette var olmasını ve kendini ifade edebilmesini seçimlerde güçlü bir irade olarak sahnede sözlerini söylemelerini istiyorum.

Peki, Emek ve Özgürlük ittifakından SES Partisine, ittifaka katılması yönünde teklif gelse, SES Partisi ittifaka katılır mı?

Kurulduğumuz ilk günden bu yana özel olarak bir partiye karşıtlığımızın olmadığını, kimseye karşı alternatif olarak kurulmadığımızı ama peşinen de bir ittifaka girmek üzere yola çıkmadığımızı ifade ettim. Türkiye siyasetinde yeni bir bakış açısına, yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğu iddiasıyla yola çıkmışsak daha baştan ya da peşinen bir ittifaka girmek ya da ittifaka asla girmemek, o ittifakın karşısında yer almak gibi bir tercih siyasi etik açısından da doğru olmaz. Bütün alternatifler değerlendirebilir. Elbette ki siyasette ilkesel önceliklerimiz var. Türkiye’de toplumsal barışın tesis edilmesi, normalleşmenin sağlanması, hak temelli bir siyasetin güçlenmesi elbette ki Türkiye için, Türkiye’de yaşayan bütün kesimler için çok değerlidir. Bu anlamda bugün itibariyle henüz bu tartışmaları yapmadan bir peşin tutum takınmayı, parti için demokrasi açısından da doğru bulmayız. Ama hiçbir arkadaşımızın bir ittifaka karşı özel bir önyargısı bir karşıtlığı olamaz. Biz önceliklerimizi ve programımızı topluma anlatmayı şu anda daha acil görüyoruz. Bu anlamda da bizi destekleyen, bizim varlığımızı önemseyenler bizi nerede görmek istiyorlarsa gayet tabi bu toplumsal talebi ve beklentiyi gözeterek, dikkate alarak pozisyonumuzu, ilişkilerimizi ve işbirliklerimizi şekillendireceğiz.

Seçimler yaklaştıkça Türkiye’de siyasi alandaki ilişkilerin iyice gerildiği artık hissedilebilir bir duruma geldi. Sizce önümüzdeki seçimler nasıl bir ortamda gerçekleşecek? Gelecek seçim ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye seçimlere tarihinde hiç olmadığı kadar gergin bir şekilde girecek, diye düşünüyorum. Yaklaşık 110-115 yıl önce Osmanlı Devletinin en son döneminde gerçekleştirdiği, o sopalı seçim diye tarihe geçmiş olan atmosfere doğru sürükleniyoruz. İktidarla muhalefet arasındaki kutuplaşma da aslında seçmenin özgürce iradesini ortaya koymasını engelleyen en önemli cihetlerden biri. Sanki toplum iki seçenekten birine mecburmuş gibi, mahkûmmuş gibi bir atmosfer oluşturuluyor. Bu da doğal olarak büyük bir tepki doğuruyor. Evet, iki kutbun etrafında kenetlenmiş kitleler var. Ve bu politikalar doğal olarak bu tahkimatı güçlendiriyor ama bundan rahatsız olanlar da var. Üçüncü taraf olarak siyasette sesini duyurmak, sözünü hissettirmek, görünür olmak isteyenler de var. Ben Türkiye siyasetinin geleceğini bu üçüncü kitlenin yani Cumhur ittifakı ve Milli ittifak arasındaki gerilimden rahatsız olan bu çözümsüzlük siyasetinin yani zararlarını, riskini gören kesimlerin belirleyeceğini düşünüyorum. Bu anlamda kararsız denilen kitlenin aslında son derece kararlı, en azından neyin, neden, nasıl olmayacağının bilincinde olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla gergin bir atmosferde gidilen bir seçimde, seçmenin de bir karamsarlığa neden olmaması gerekiyor. Demokrasiye dair inancın, umudun tüketilmemesi gerekiyor.

Suriye’de devam eden savaşla birlikte, Irak’taki kaos yine Türkiye’nin başka dış ilişkilerinde yaşayabilecek gerilimler iç politikayı ciddi biçimde etkileyecek ve yönlendirecektir. Bunlar doğal olarak iç siyasette karar süreçlerine sadece toplumun öncelikli gündemi olan ekonomi değil, muhtemelen uluslararası gelişmelerin de şekillendirme ihtimallerini ortaya koyar. Elbette ki siyasette öncelik siyasetin toplumsal gündeme uygun pozisyon almasıdır. Yani siyasetin gündemi ile toplumun gündemi arasındaki makas açılırsa orada demokrasi açısından ciddi bir risk ve tehdit var demektir. Ekonomi politikaları, hak ve özgürlükler ile ilgili talepler, bilhassa adalet talebi toplumun önceliğini oluşturuyorsa siyasetin de önceliğini bunlar oluşturmalıdır. Ama siyasetçilerin, partilerin penceresinden baktığımızda başka gündemler mevcut. Daha çok inanç tartışmaları gibi gündemler asıl gündemden uzaklaşılmaya etki ediyor. Bu bir tuzaksa eğer, toplum bu tuzağa çekilmek isteniyor. Oysa toplumun öncelikleri ve aciliyetleri, siyasetin ve siyasi partilerin de öncelikleri ve aciliyetleri olmalı. Yoksa siyasetin manipüle edilmesi, birtakım gerilimler yoluyla toplumun kendi gerçek gündeminden uzaklaştırılarak yönlendirilmesi de toplumsal ve seçmen iradesi açısından ciddi bir tehdittir.

 

Türkiye’de mülteciler, Kürt sorunu, ekonomi gibi mevcut iktidarı zor durumda bırakan birtakım gelişmeler meydana geldi, geliyor. Sizce bu tür gelişmeler seçimi nasıl etkiler?

Türkiye siyasetinde ekonomi kadar önemli olan bir diğer konu mülteciler konusudur. Bu konunun ırkçı yaklaşımlarla, ötekileştiren, yabancılaştıran, düşmanlaştıran söylemlerle bir manipülasyon aracına dönüştürülmesi son derece yüksektir. Toplumsal gerilimi tırmandırma işlevi görebilir. Bu Türkiye siyasetinin önümüzdeki seçimleriyle ilgili en küçük oyun bile kritik, belirleyici rol oynadığı bir ortamda sonuçları belirleyecek düzeyde bir işlevi ve etkisi olabilir. Şüphesiz bir diğer ve önemli gündem de Kürt sorunudur. Kürtlerin oylarının sandıkta nasıl tezahür edeceği konusudur. Bu konuda sorunu yönetmekten yana değil, çözmekten yana bir irade eğer Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken geliştirilemezse, inşa edilemezse, çözülemezse bu konunun uluslararası arenada ve özellikle bölgede ortaya çıkaracağı kırılganlık, yeni ayrıştırmaların ve yeni safların zeminini oluşturabilir. Dolayısıyla bu konuda yeni bir bakış açısına, toplumsal talebi merkeze alan, siyaseti çıkar guruplarının manipülasyonu değil toplum yararı ekseninde şekillendiren bir bakış açısıyla ele alınması son derece hayatidir, önemli bir eşiktir. Bu anlamda Kürt sorununun bütün partiler tarafından elbette öncelikle demokrasi ortak paydasında ele alınması ülke çıkarlarına ve ülke de yaşayan herkesin yararına olacaktır. Aksi takdirde milliyetçilik yarışına gidilmesi Türkiye demokrasisine bir şey kazandırmayacaktır.