Başkent Ankara’nın göbeğinde, Başbakanlık’a yakın bir noktada büyük bir patlama oldu. Ben bu satırları yazdığım sırada, ölü ve yaralı sayısı da olayın mahiyeti de belli değildi. ‘Bomba şüphesi’ vardı.
‘Bomba şüphesi’ olduğu andan itibaren, herkesin aklına ‘PKK eylemi’ geliyor. Siyasi mahiyette olmayan bir olay olsa bile, sözgelimi tüpgaz patlaması olsa bile, herkesin aklına önce “PKK mı” sorusu derhal geliyor.
Kaldı ki, Ankara’daki patlamanın arkasından PKK da çıkabilir. Bir ‘terör eylemi’ olabilir. Öyle bir durumda, “Teröre taviz yok” sloganıyla ‘şiddet kısırdöngüsü’ne geri dönüşü ifade edecek bir politika mı izlenmelidir?
İçinde çok büyük ölçüde ‘patlayıcı madde’ barındıran bir soruna ‘ateşle yaklaşma’ politikası izlediğiniz takdirde, ülkenin şehir merkezlerindeki her patlama aynı kuşkuyu ve tedirginliği uyandıracaktır. Türkiye, Ortadoğu politikasına, İran rekabetinin ve Suriye’de rejim muhalifi pozisyona kaymasının üzerine, bir de İsrail’le gerilim tırmandırılması üzerinden aktif biçimde dahil olduğu ölçüde, büyük şehirleri Ankara’da dünkü patlama benzeri ve gerçekten ‘bomba eylemi’ cinsinden gelişmelere açık hale gelecektir.
Türkiye’nin ‘bölgesel güç’ olarak uluslararası sahnede yükselmesinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘Arap sokağındaki müthiş popülaritesi’nin, Türkiye şehirlerine ‘terör ihracı’ biçiminde maliyeti de olacaktır. En azından, ihtimal dahilindedir. Bunlara hazırlıklı olmalıyız. 

İç kanamayı durdurmak
Ama böyle bir ortama, zaten çeşitli düzeylerde 30 yıla yakın bir süredir devam eden ‘Kürtlerle şiddet ortamı’nın eklenmesinin önüne geçmeliyiz. Dış kaynaklı teröre karşı konabilir ama ‘Kürt sorunuyla ilişkili şiddet’, Türkiye’nin ‘iç kanaması’ demektir. Önü alınamazsa, hastayı götürür.
İç kanamayı durdurmamız gerekiyor. Kamuoyunun düşünceleri ve duyguları da bu şekilde olduğu için 2010 başlarına ait olduğu ve Türkiye dışında bir ‘üçüncü taraf’ın da yer almasıyla yapılmış olan MİT-PKK görüşme kaydının açıklanması, bunu sızdıranların muhtemelen umduğu ölçüde bir tepkiye yol açmadı. Tersine, bunun yapılmış olmasında pek bir anormallik görülmedi.
Şunu da unutmayalım: Söz konusu görüşmenin öncesi de vardır, sonrası da. Anormal olan, bu görüşmelerin kesilmiş olması ve ‘şiddet ortamının geri dönmesi’dir.
Hal buyken, Tayyip Erdoğan’ın görüşmelere katılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ve daha ön planda hükümetini koruma kaygısıyla yaptığı şu açıklama çok gerekli değildir: “Devlet görevlisi olarak müsteşar yardımcılığı döneminde göndermişimdir. Bir devlet görevlisidir. Devletin görevlisi, MİT Müsteşarı herkesle görüşmeler yapar. Sadece terör örgütü mensuplarıyla değil başkalarıyla da yapar. Niye? İz sürecek, suçluyu tespit edecek. Onun görevi bu zaten...”
Niye değildir? Çünkü, 1) Kamuoyunda, -MHP Genel Başkanı’nın basmakalıp cılız tepkisi dışında- Başbakan’a “Niçin gönderdiniz; PKK ile niçin görüşüyorsunuz” diyen pek çıkmadı; 2) Bu açıklama içeriği itibariyle doğru değildir, zira görüşme kaydı okunduğu vakit, görüşmelere katılan devlet görevlilerinin ‘iz sürmek’ ve ‘suçluyu tespit etmek’ amacıyla değil, Kürt sorunundaki şiddete son vermek amacıyla görüştükleri besbelli. Doğrusu da bu zaten. 

KCK açıklamasını doğru okumak
Bu arada, görüşme kaydını kimin sızdırdığı tartışmalarının ortasına KCK açıklaması düştü. KCK açıklamasında çok önem verilmesi gereken şu cümleler dikkat çekiyor:
“İlkelerimiz ve siyasi ahlakımız gereği böyle bir tutum içine gireceğimiz asla düşünülemez. Kaldı ki, bunu sızdıranların pek de olumlu bir niyet taşımadıkları açıkça ortadadır.”
Şöyle de devam ediyor:
“... Hareketimizin üst düzeyde TC hükümeti ve devletiyle görüşmeler yaptığı doğrudur. Amacımız, halklarımız için onurlu, özgür ve demokratik bir gelecek yaratmaya hizmet eden demokratik çözümü gerçekleştirmektir. Biz her zaman sorunun diyalog ve müzakereler yoluyla çözülebileceğine inandık. TC hükümeti ve devletiyle yapılan söz konusu görüşme ve müzakereler de tamamen bu amaçla yapılmıştır.”
Günlerdir, Türk medyasında görüşme kaydının görüşmeleri ve bundan sonra yapacak görüşmeleri sabote etmek ve ‘terörü tırmandırmak isteyen’ PKK’nın tarafından sızdırıldığını ileri süren, istihbaratçı diliyle yazılmış nice yorum okuduk. Bu açıklama tam da doğruluğundan ziyade, bugün itibariyle ‘PKK’nın niyeti’ni ortaya koymasından ötürü önemli.
“Biz böyle bir şey yapmayız” demenin ötesine geçerek, “Bunu sızdıranlar olumlu niyet taşımıyorlar” ve “Evet, biz devletle görüştük ama her zaman diyalog ve müzakereler yoluyla sorunun çözüleceğine inandık” diyor. 

Eylemsizlik ve yeniden görüşme zamanı
Buradan şu gün için çıkarılması gereken ‘pratik sonuç’, PKK’nın ‘görüşmelere geri dönme isteği’dir. Görüşme kaseti ve söz konusu bu açıklama bir ‘fırsat’a dönüştürülmelidir. Ama bunun olabilmesi ve zemininin hazırlanması için PKK’nın ‘eylemsizliğe’ dönmesi ‘olmazsa olmaz’ şarttır. Eşzamanlı olarak, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşme engeli kaldırılmalı ve Kandil ve çevresinin bombardımanı durdurulmalıdır.
Türk medyası, Diyarbakır’da hafta sonu yapılan ve bugüne kadar bu kadar geniş tabanlı ve katılımlı olarak hiçbir zaman yapılmamış olan ‘Türkiye’de Kürdistan Konferansı’nı ıskaladı. Onun sonuç bildirisinin gereği yapılmalı, konferans da ‘PKK’nın eylemsizliği’nin yeniden elde edilmesi ve İmralı’nın görüşmelere açılması için hükümet, Kandil ve Erbil nezdinde harekete geçecek bir mekanizmayı oluşturmalı ve çalıştırmalıdır.
Hükümet, Erbil’e ‘Kandil’e yönelik saldırı kapıları’nın açılmasında işbirliği için değil, ‘şiddete son verme’ ve Kandil ile ‘görüşme kapısının açılması’ ve ‘silahların bırakılması’nda işbirliği için yetkililerini göndermelidir.
Dünya çapında itibar sahibi Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) dün açıklanan ‘Turkey: Ending The PKK Insurgency’ (Türkiye: PKK İsyanını Sona Erdirmek’ adlı raporunda –kendi deyimiyle- ‘Türk yetkililere’ ve ‘Türkiye Kürt milliyetçi hareketi’ne sunduğu önerilerin özü yukarıda anlattıklarımız. Bu yola bugün hızla girilmezse, yarın, Türkiye’de pekâlâ önlenebileceği halde verilmiş can kayıplarının sorumlusu kim tartışmasına gireceğiz.
(Bir yanlış anlaşılmayı düzeltme: Dünkü yazımızda ‘Türk Dışişleri’nin desteklediği ICG raporu... diye başlayan bir cümle var. Türk Dışişleri’nin finansal olarak desteklediği ve kurumsal olarak ilişki kurduğu ICG’dir. Kastedilen, ICG’nin son raporu değildir.)