Bilgi Üniversitesi Matematik Profesörü Ali Nesin:

Devletle vatandaşın barışması gerektiğini düşünüyorum.

Beni hain olarak duyuruyorlar. Neden?

Onu hangi kefeye koyabiliriz bilemiyorum. Matematikçi, aydın, ressam, demokrat... Bu vasıfları daha fazla da artırabiliriz. Babasının yüksek çizgisinde ezilmeyen kendi mücadelesi ile varolmaya çalışan bir profesör Ali Nesin. Matematik Profesörü...

Babası Aziz Nesin'in ölümünden sonra, Türkiye'ye kesin dönüş yapan ve Nesin Vakfı'nı o zamandan bugüne dek ayakta tutmaya başaran bir kişilik.

Ali Nesin için, babasının düşüncesine ihanet ettiği, onun manevi mirasını koruyamadığı söylendi ama o, inandığı konuda çizgisini değiştirmeden mücadelesine hep devam etti.

Nesin'le; referandumu, bilimi, üniversiteleri, başörtüsü problemini, hayatında yaşamış olduğu önemli kareleri konuşma imkanı bulabildik. Öğrencilerine, matematikten fazlasını öğreten, en önemlisi hümanizmi aşılayan Ali Nesin'le gerçekleştirmiş olduğumuz söyleşimizi keyifle okuyun...

ali nesin

Aziz Nesin - Ali Nesin paradoksundan başlayacak olursak... Babanız, sizin alanınıza zıt bir şekilde mizah yazarıydı. Küçükken çocukların idollerinin babaları olduğu söylenir, hele babanız Aziz Nesin ise. Babanızın alanına yönelmeyi hiç düşünmediniz mi?

- Babamın alanına hiç yönelmeye çalışmadım, ki edebiyata ilgim ve sanırım biraz yeteneğim vardı. Galiba babamın başarılı olduğu daldan uzak duracak kadar akıllıydım! Bükemeyeceğin bileği öpeceksin!

Sizi bu ülkenin nadir yetişen başarılı matematik profesörleri arasına koyabiliriz. Matematik ve bilime olan aşkınız nereden gelmekte, kendinizdeki bu bilgi mozağini ilk olarak ne zaman farkettiniz?

- Bilime pek âşık olduğum söylenemez, hatta sevdiğimi bile söyleyemem. Ama matematik gerçekten çok sevdiğim bir uğraş dalı. Matematiği sevmemin nedenleri şunlar sanıyorum:

1) Erken yaşta okumaya başlamış olmam ve çocukluğumda ve ilk gençliğimde çok edebiyat ve genellikle roman okumuş olmam.

2) Çocukluğumda çok resim yapmam ve böylece yalnız kalma alışkanlığını ve yoğunlaşma becerisini erken yaşta elde etmem.

3) Eve gelen konuklarla babamın yaptığı siyasi, sanatsal, felsefi tartışmaları can kulağıyla dinlemem ve kendi kendime kim haklı kim haksız muhakemesi yapmaya çalışmam.

Şimdi anlıyorum ki matematiğe çocukluğumdan beri hep yetenekliydim. On yaşımda bir hafta boyunca nerdeyse yemeden içmeden kesilip bir sihirbazlığın nasıl yapıldığını anlamaya çalışmıştım mesela. Bu ancak matematik seven birinin yapabileceği bir şeydir. Ama yeteneğimi ve matematik aşkımı 13-14 yaşlarımda farkettim. O yaştan sonra da hep matematikçi olmak istedim, artık başka bir mesleği seçemeyeceğimi biliyordum. 16-17 yaşlarımda matematikte istediğim her şeyi çok çalışarak da olsa anlayabileceğime hükmettim. Bu duygu da bir gence az buz güven vermez.

BAŞIMIZDA YÖK DİYE BİR BELA VAR

Biraz Türkiye'nin biliminden konuşmak istiyorum. Siz Yale, Paris VII, Kaliforniya, Notre Dame üniversitelerinde öğrenciliğinizden tutun profesörlüğünüze kadar kademeli bir şekilde bulundunuz. Avrupa'nın üniversite anlayışından yola çıkacak olursak, Türkiye'deki üniversitelerin bilime bakış açısı nasıl, dünya ile Türkiye'nin bilim alanında ne gibi farklılıkları var?

- Yurtdışında üniversiteler özerk, hatta nerdeyse tamamen bağımsızlar. Oysa Türkiye'de... Rektör seçiminden öğrenci seçimine kadar karışmayan yok. Başımızda her şeye karışan ve her şeyin en doğrusunu, en güzelini, en iyisini bildiğini sanan YÖK diye bir bela var. YÖK olmasa bile, profesörlerine bile güvenmeyen, profesörlerinin doğru karar alabileceklerine, üniversiteyi doğru yönetebileceklerine inanmayan bir devlet var. Merkeziyetçiliğin olduğu yerde özgürlük olmaz. Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık olmaz. Yaratıcılığın olmadığı yerde de ne bilim, ne felsefe, ne de sanat olur.

Merkeziyetçilik derken... Nasıl yani

- Devletin vatandaşlarına güvenmemesi doğal olarak merkeziyetçiliği getiriyor. Merkeziyetçilik her zaman vasatı çoğaltır, özgünü, yaratıcıyı, farklı olanı törpüler, hatta yok eder. Lise müfredatını düşünün bir. Milyonlar için yazılmış bir eğitim programından söz ediyoruz. Yeteneklisi yeteneksizi, uslusu azgını, çalışkanı tembeli, akıllısı akılsızı herkes aynı programı görüyor. Milyonlar için hazırlanan bir program elbette ancak ortalamanın zorlanmadan anlayabileceği bir program olabilir. Bunun sonucu olarak, öğrenciler zorlanmıyorlar, kendilerini aşamıyorlar, yeni düşüncelere yönlenemiyorlar, herkesin öğrenebileceğini öğreniyorlar. Böyle bir ortamda, bu zihniyetle bilim yeşermez.

Hadi bunlar devletin bize sunduğu bir sistem, vakıf üniversiteleri de devletin sunduğu müfredata uyum sağlıyor ama, özgün bir şekilde programlarını belirleyemiyorlar mı?

- Vakıf üniversiteleri ne yazık ki üniversitelere özgürlüğü getiremedi. Zaten vakıf üniversitelerinin de akademik özgürlüğe ne kadar izin verecekleri şimdilik bir muamma. "Tenure" sistemi olmadan akademik özgürlük olmaz ve bildiğim kadarıyla Türkiye'de tenure sistemini uygulayan bir vakıf üniversitesi yok.

Peki bilimsel manada dünya ile yarışır konumda olduğumuzu söyleyebilir misiniz?

- Bilimsel araştırmada, eskisine nazaran Türkiye çok daha iyi. 1980'lerde Özal'ın özgürlük anlayışı olumlu yansıdı Türk bilim hayatına, çeşitli burslarla ya da kişisel çabalarla birçok genç yüksek lisansa ya da doktoraya yurtdışına gitti. Bu gençler şimdi orta yaşlarına gelmek üzereler ve birçoğu Türkiye'ye döndü. 15 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak bir canlanma oldu. Matematik Köyü'nde dünya çapında bilim insanı ya da matematikçi olacak yetenekte muhteşem gençlerle tanıştım. Bunun nasıl olabildiğini anlamış değilim. Olmaması gerekir ama oluyor işte. Anadolu tuhaf bir coğrafya. Öldürmeyen Allah öldürmüyor!..

Velhasıl, ilk satırlardaki olumsuz düşüncelerime karşın ben yine de iyimserim.

AMERİKALILAR SAYESİNDE KURTULDUK!

Türkiye'ye kısa dönem askerlik için geldiğiniz sırada "orduyu isyana teşvik" iddiasıyla tutuklanarak yargılandınız. Onların deyimine göre, "orduyu isyana" nasıl teşvik ettiniz, hangi hareketinizden dolayı böyle bir iddiada bulundular?

- 4 aylık askerliğimi yapmak üzere gittim askere. Şevkle, heyecanla, seve seve gittim. Ben severim silahı, sporu, koğuş yaşamını vs. Ama umduğumu hiç bulamadım. Büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için. Çayıra salıp bırakıyorlardı bizi. Faşistleri ise kayırıyorlardı. Ne eğitim vardı, ne başka bir şey. Subaylar sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlardı. Hepsi üstlerinden korkuyordu. Herhangi bir inisiyatif almaktan acizdiler. Çayırda kitap da okuyamıyorduk. Okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma öğreteyim hiç olmazsa dedim, izin vermediler. Bir tek kurşun bile atmadık üç ay boyunca, tüfek diye verdikleri bir kütükle dolanıp durduk. Asker ocağını kendi evimmiş gibi bellemiş ve şapkamı çıkarmıştım ikinci gün, o yaşta işitmediğim azar kalmadı. Anladım ki burası benim evim değil. Çayırda boş boş dolanmaya alışmamışım ben. Sevan Nişanyan'la birlikte çayıra salınmayı reddettik... 12 Eylül rejimi babama bir şey yapamayınca ufak tefek disiplinsizlikleri bahane ederek beni hapsetmek istedi. Böylece onu cezalandırmış olacaktı. 20-30 yıl filan istiyordu savcı. Absürd ötesi... Askere geldiğime geleceğime bin pişman olmuştum. İnanılır gibi değildi... Amerikalılar sayesinde kurtulduk!

Nasıl, Amerikalılar sayesinde kurtuldunuz?

- Berkeley'de öğretim üyesiydim. Büyükelçilik filan devreye girdi. Sonra bir buçuk yıl boyunca yasadışı olarak pasaport vermediler.

İNSAN KENDİ ÜLKESİNE KÜSEBİLİR Mİ?

Bu suçlanmanız sizin Türkiye'ye küsmenize neden oldu mu?

- Yok, bu yüzden Türkiye'ye küsmedim. İnsan kendi ülkesine küsebilir mi? Ancak bir başkasına küser insan. Türkiye benim!

Bundan birkaç yıl önce, üniversitelerde türbana imza vererek çok eleştirildiniz. Hatta babanızın kemiklerini sızlattığınız söylendi. Bu türban polemiğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Kemalistleri anlayamıyorum. Bu ülkenin yarısından fazlası ya türbanlı ya da bir türbanlının yakını. Beğen ya da beğenme bu insanlar oy veriyorlar. Toplumun çoğunluğunu küstürerek, çoğunluğuna "Sen üniversiteye gidemezsin, başbakanın, cumhurbaşkanının eşi olamazsın, TC'nin temsilcisi olamazsın" diye hakaret ederek siyaset yapılabilir mi? Onlardan oy istenebilir mi? Nitekim oy vermiyorlar da...

SEÇİMLE BAŞA GELMEYECEKSEN NASIL GELECEKSİN?

Belki de türbanlıları sevmiyorlardır...

- Türbanlıları illa sevsinler demiyorum, isterlerse nefret etsinler, ama hiç olmazsa bu kadar belli etmesinler! Akıl var, mantık var, seçimle başa gelmeyeceksen nasıl geleceksin? Kaç kez darbe yapabilirsin? Bu davranış biçimiyle nereye varabileceklerini sanıyorlar? Üstelik bu çağda... Sanki Kemalizmin sadece laiklik ilkesi var. Halkçılık ilkesini tamamen unutmuş durumdalar. Kendi kuyularını kendileri kazıyorlar. Türkiye'nin bir türban sorunu yoktu ve yoktur. Bu, yapay olarak belli bir amaç uğruna yaratılmış ama ters tepmiş bir sorundur. Durduk yere başımıza bela aldık! Sanki başka hiçbir derdimiz yokmuş gibi, sanki türbanlıları okutmayarak laiklikte bir adım atılabilirmiş gibi... Gereksiz ve olmaması gereken bir kutuplaşma.

Peki, Ali Nesin rektör olsa bu sorunu nasıl çözüme kavuşturur?

- Ben rektör olsam, başörtülüleri üniversiteye almakla kalmam, bunu bir sivil itaatsizlik örneği olarak kamuoyuna duyururum da... Ne yapacaklar, başıma ne gelebilir ki? Sadece başörtülüleri almakla kalmam, şiddete başvurmayan her türlü siyasi düşüncenin üniversitede örgütlenmesine kapıyı açarım.

TÜRKİYE DEHŞET ENERJİSİ OLAN BİR ÜLKE

Anlamadım?...

- Türkiye dehşet enerjisi olan bir ülke. Bu enerjiyi doğru kanalize etmek gerekiyor. Enerjimizi gereksiz kullanıyoruz, yok yere harcıyoruz.

Kemalistlerin tek sorunu türban ekseninde laiklik mi yani?

- Kemalistlerin bir başka sorunu da kaybetmeye alışmış olmaları ve hatta kaybetmekten zevk almaları. Bir tür mazoşizm. Beni hain olarak duyuruyorlar. Neden? Sanki ben irticadan yanayım! Ayıptır söylemesi aydınlanmaya bu ülkede benim kadar kendini adamış kaç kişi vardır acaba? Beni kendilerinden uzaklaştırmakla nereye varacaklarını sanıyorlar? Kemalistler şapkalarını önüne alıp nereden nereye ve nasıl geldiğimizi düşünsünler. Hatayı halkta bulacaklarına kendilerinde bulsunlar!

12 Eylül'deki referandumda "Evet" oyu kullanacağını açıkladınız. Bu kararı almanızdaki en büyük etken ne oldu, referandumda "evet" oyu çıkmasından sonra Türkiye'yi nelerin beklediğini söyleyebilirsiniz?

- Bu konuda ahkam kesmek bana düşmez. Nacizane düşüncem, bu değişikliklerin bir adım ileri olduğu yönünde.

Peki, Anayasa'nın değiştirilmiş halini yeterli buluyor musunuz?

- Elbette ki yapılan değişiklikler yetersiz.

SOL DÜŞÜNCENİN ANA EKSENİ HALKÇILIK OLMALI

Babanız Aziz Nesin'in, Türkiye'nin o dönemki en büyük solcularından biri olduğunu söyleyebiliriz. Sizin de sol bir düşüncede olduğunu biliyoruz. Türkiye'de olması gereken sol düşünceyi bize anlatmanızı istesem, nasıl anlatırsınız? Türkiye'de sol nerede kaybetti, bugüne kadar neden tek başına iktidar olamadı ve kendini halka neden yanlış aksettirdi?

- Sol, sadece Türkiye'de değil, her yerde kaybetti. Yaptığı hataları yapmasaydı da kaybederdi muhtemelen.

Ama yaptığı hataları yapmasaydı bugün başörtüsü, türban, %10 barajı, Kürt sorunu, laiklik, ordu vesayeti, YÖK gibi sorunları değil bambaşka sorunları konuşuyor olabilirdik. Bence sol düşüncenin ana ekseni halkçılık olmalıdır. Bu da mağdurdan ve ezilenden yana olmak demektir. Dolayısıyla sol her zaman ve her durumda halktan yana olmalıdır. Sol küçük ölçekte de olsa halka hizmet vermeliydi. Devrime çok odaklaşıp, teorik tartışmaya yoğunlaşıp halka hizmeti unuttu. Yakın çevremden bir örnek vereyim: Aziz Nesin'in kurduğu türden bir vakfı kaç solcu kurdu?

Bir röportajınızda, "Ben babamdan daha çok ateistim." diye bir cümle sarfetmiştiniz. İlk ne zaman ateist olduğunuza karar verdiniz, sizi ateizme iten en büyük düşünceyi nasıl açıklarsınız?

- Çok küçüktüm ateist olduğumda. İlkokula yeni başlamış olabilirim. Birkaç gün halamdan görüp namaz kıldım. Namaz kılarken de sürekli Allah'ın nasıl biri olabileceğini düşünüyordum ve böyle bir varlık giderek bana daha saçma geliyordu. "Belki vardır, ne olur ne olmaz" diye namaz kıldığımı anımsıyorum.

Çok küçük olduğunuz yaşlarda, o dönemde bile namaz kılmayı biliyormuşsunuz...

- Namaz kılmak derken, namaz kılma hareketlerinden bahsediyorum, yoksa ne bileceğim namaz kılmasını! Bir gün kesin ve net olarak kararımı verdim ve namazı kestim! Artık hiç kuşku duyamayacağım kadar inançsızdım. Ama babama bile söyleyemiyordum. Herkes inanıyor sanıyordum. Uzun yıllar bu düşüncemi içimde sakladım. Yani beni ateizme iten dışardan bir düşünce değil. "Allah olamaz" düşüncesinin karşı koyamayacağım bir kesinlikle içime doğmuş olması.

%99'u müslüman olan bir ülkede, ateist yaşam biçiminizi rahatlıkla yürütme imkanı bulabiliyor musunuz?

- Doğrusu ateistliğimden dolayı pek rahatsız olduğumu söyleyemem. Evden pek dışarı çıkmadığımdandır muhtemelen...

En çok sevdiğiniz hobilerinizden biri yağlı boya yapmak... Tuvalin başına geçtiğinizde, çizmek isteyipte çizemediğiniz hangi figürün olduğunu söyleyebilirsiniz?

- Tepeden baktığım, yüzükoyun yatmış ama bana bakan bir kadın figürü en zorlandığım ve bir türlü beceremediğim bir poz. Çok denedim ama yüzün dramıyla kalçaların neşesini aynı karede vermeyi beceremedim bir türlü.

BİR ŞEY DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDE BECEREMEZSİNİZ RESMİ

Tuvale ilk fırça darbesini atarken aklınızdan hangi düşünceler, kalbinizden hangi duygular geçmekte?

Elimde fırça ya da kalem resim yaptığımda kendimi tamamen, kendime, resme ve modele bırakırım. Orada ne düşünce ne de duygu vardır. Bambaşka bir durumdur o. Sözle anlatılmaz. Zaten bir şey düşündüğünüzde beceremezsiniz resmi. Kendinizi koyvermeniz gerekir. Tabii kendini koyverebilmek için de belli bir beceriyi elde etmiş olmak gerekir, sürekli hangi çizgiyi nereye koyacağım diye düşünürseniz ortaya saçmasapan resimler çıkar. Yani resim yaparken kendini koyverebilmek belli bir ustalığın göstergesidir.

Koyvermekle mi resim ortaya çıkıyor yani?

- Arada bir durup ben ne yapıyorum diye bilinçli olarak düşünmek de gerekir. Sonuç olarak bu resme başkaları da bakacak! Mutlaka resme başlamadan önce resmin neye benzeyeceğini hayal etmeniz gerekir. Bu öngörü resim süresince sürekli değişebilir ama resmin nereye gittiğini bilmeden resim yapmamalı ressam. Eğer resim başarılıysa bir zaman sonra siz resmi değil, resim sizi yönlendirir.

Ülkenin en büyük toplum önderlerinin; sanatçılar, bilimadamları, aydınlar olduğu söylenir. Siz ise bu unvanlardan çoğunu kapsayan bir kişiliksiniz...

- Estağfurullah..

TC YEPYENİ BİR ANLAYIŞLA YENİDEN KURULMALI

Bu vesileyle, Türkiye'nin geliştirilmesi gereken en büyük eksikliği nedir, herkesin hayal dünyasındaki ülkede yaşaması için nelerin yapılması gerekir, buna dair olası çözüm önerileriniz varsa, bunları bizimle paylaşabilir misiniz?

- Devletle vatandaşın barışması gerektiğini düşünüyorum. Devlet vatandaşına güvenmiyor, vatandaş da devletten korkuyor. TC bir korku cumhuriyeti olmuş. Bunun bir son bulması gerekiyor. Müfettişten, hakimden, savcıdan, jandarmadan, polisten, askerden, vergi memurundan, üstümden korkmak istemiyorum. Hele suçsuzsam hiç korkmak istemiyorum! Bu değişmediği sürece Türkiye'de hiçbir şey değişmez. TC yepyeni bir anlayışla yeniden kurulmalı.