Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.

Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan literatür terimdir.

Stockholm Sendromu birçok rehine olayında yaşanmıştır.

Peki bu olayın veya bu sendromun Alevilik ve Cumhuriyet Halk Partisi’yle alakası, bağlantısı nerede?

Önce Aleviliği tanımlayalım. Alevilik Türkiye’de Sünnilik’ten sonra en fazla mensuba sahip olan İslâmî bir i’tikadî düşünce ekolü ve mezhebidir. Bu inancın temsil ettiği yolun mensupları "Aleviler" olarak adlandırılır. Alevilik’te, Muhammed’in son peygamber olduğu, Ali’nin ise İmamlığı esastır. Sünnilik’teki “Allah-Muhammed-Dört Büyük Halife” tamamlamasından farklı olarak, On ikicilik itikadının da temelini teşkil eden "Hâkk-Muhammed-Ali" tanımlaması ile, Ehl-i Beyt ve On iki İmamlar sevgisini esas alan Anadolu’ya özgü İslâmî bir inançtır. Bu tanımlamaya ben de dahil birçok kişi katılmayabilir. Fakat Alevilik çoğunlukla böyle tanımlanır. Konumuz bu tanımlama olmadığından bu konuya fazla vakit ayırmak istemiyorum ve bu işi uzmanlara bırakıyorum.

Gelelim CHP’ye. Cumhuriyet Halk Partisi 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kurulan Osmanlı’dan sonraki Türkiye’de ilk ve tek parti. Bu tek partili sistem 1945 yılına kadar sürdü.(Kısa bir hatırlatma: Dersim Katliamı 1937 yılında bu rejimin altında yapılmıştır!) CHP’nin ilkeleri ambleminde bulunan 6 ok ile anlatılır. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik (ulusçuluk), halkçılık, laiklik, devletçilik, devrimcilik. Kendi içinde çarpık birbirine her halükarda ters düşen bu ilkeler apaçık ortada. Hem devletçi hem de halkçı nasıl olunur? Zaten birbirine ters düşen iki terim. Hem devrimci hem de cumhuriyetçi. Hem milliyetçi ama aynı zamanda devrimci. Her telden çalınıyor, herkes kendince bu ilkelerde bir şey bulabiliyor. Temel amaçta bu zaten. Yani kısacası içinde bolca oyuncak bulunan büyük bir kutu. Her çocuk bu kutuyu sever çünkü herkes için bir uygun oyuncak vardır. (Neyse konuyu fazla dağıtmadan ve ben de sinirlerime hakim olduğum sürece geri dönelim konumuza.)

Şuan Türkiye’de CHP’ye en büyük destek Alevi toplumundan geldi ve geliyor. Muazzam bir oy potansiyeli. Elbette CHP bu potansiyeli kaybetmemek için her yolu denedi, deniyor ve deneyecektir. En güzel örneği kendisine Aleviyim, Kürdüm ve Dersimliyim diyemeyecek kadar aciz birisini partinin başına getirmeleri gibi.

Konuyu toparlayalım. Aleviler 1923 yılından sonra 6 büyük katliama uğramıştır. Her katliamın olduğu tarihlerde ne hikmetse CHP hükümettedir.

1937 Dersim Katliamı – CHP tek parti.

1978 Malatya Katliamı - CHP (42. Başbakan Bülent Ecevit)

1978 Maraş Katliamı - CHP (42. Başbakan Bülent Ecevit)

1980 Çorum Katliamı – Adalet Partisi (43. Başbakan Süleyman Demirel)

1993 Sivas Katliamı – CHP öncülüğünde Sosyal Demokrat Halk Partisi (SDH)

1995 Gazi Mahallesi Katliamı – Doğru Yol Partisiyle kurulan koalisyon CHP

Bütün bu olayları tetikleyen, ön ayaklığını yapan hatta provoke eden işte yukarıda sözü geçen CHP’nin ta kendisi, felsefesi ve sözde ilkeleridir. Her katliamın olduğu dönemde CHP ya hükümette ya da koalisyonda. Sözde ilkelerini temsil eden bu parti milliyetçilik ve devletçi ilkelerinden dolayı Dersim’de 100 bine yakın insanın, halkının ölümünden sorumlu. Nerede kaldı peki şimdi halkçılık? İkinci Dünya Savaşında Hitlerle işbirliği yapan bu parti. Nerede kaldı senin devrimciliğin? Doğuda kürtleri cahil bırakın yoksa bunlar bir gün başımıza bela olur diyen ve doğuya binlerce imam ve cami oluşumunda ön ayak olan ve 1924’te Diyanet İşlerinden Sorumlu Başkanlığı kurmuş olan İsmet İnönü yani bu partinin kurucu unsuru. Nerede kaldı senin laikliğin, halkçılığın, devrimciliğin ve cumhuriyetçiliğin? Eğer bugün, dün ve geçen katliamda safi Kürtler Alevilerin kanını akıtmışsa, işte bu CHP ve zihniyetinin yarattığı tahribatlarla açıklanıyor. İnsanları cehalete itip onlara yıllar boyunca yanlış bilgi ve düşünce empoze ederek oluştu bu düşmanlık. Oysa ne Şafi’nin ne de Alevi’nin bir derdi var. Yukarıdaki terime göre ikisi de İslam dinine ait birer mozaik, birer zenginliktir. Kürt’ü Türk’e kırdırtarak, Alevi’yi Sünni’ye öldürterek sahip çıkılıyor işte o 6 okun temsil ettiği ilkelere.

Alevilerin yeri kaos ortamını yaratan, 1945’ten beri bir kez olsun tek başına iktidar olamayan, devamlı muhalefette kalan ve kalmakta isteyen bir zihniyetin, Alevilerin atalarını dedelerini kanda boğan, statükoyu koruma misyonunu üstlenen bir katil zihniyetin yanı değildir.

İşte tamda burada ilk başta konusu geçen Stockholm Sendromunu net bir şekilde görebiliyoruz. Kendisine yıllarca acı çektirmiş, atalarını öldürmüş, inancını yasaklamış, başkalarını kendisine düşman etmiş bir zihniyete nasıl böyle aşık olunabilinir? Bunu anlamak elbette kolay değil. Fakat bunun bilincine varmak pek te zor değil. Çünkü gerçek tarihi belgeleriyle araştırmak modern dünyada internet çağında zor bir olay değil. Bu gerçekliğe artık varılması gerekiyor. Katilini, sana acı çektireni, seni ezen zihniyeti tanı artık ve ona göre davran. Alevi felsefesinin getirdiği şartlar bunlar değil ve olmaması gerekiyor. Zulmün karşısında duran, mazlumun yanında olan bir felsefedir, yaşam biçimidir, bir inançtır Alevilik. Her ne inançtan olursan ol, her ne ırktan olursan ol yine de Alevinin yeri zulüm acı ve katliamların yanı değildir. Birilerinin yarattığı yapay korkulardan düşmanlardan arınmak ve artık zulmün karşısında durmak gerekli. İnançlar, felsefeler hiç kimsenin tekelinde değildir. Hümanist aydın olmak yanlışa baş kaldırmak kendisine insanım diyen herkesin görevidir. CHP bugüne kadar hangi Alevilik hakkını savunmuş ki bundan sonra Alevilere ne verecek? Kendi parti başkanı bile Alevi olduğunu söyleyemezken Aleviler neden sahip çıkma gereği duyuyor bu CHP’ye?

CHP’nin ana felsefesi statükoyu korumak, var olan kaos düzenini savunmak. Bunlar benim ne şahsi fikirlerim ne de benim uydurmalarım. Bunlar var olan bir gerçeğin kısa toparlanmış halleri. Yine tekrarlamak isterim. Sözde temsil edilen 6 ilkelerin hepsi birbirine ters unsurlardır. Hem halkçı hem de devletçi olamazsın olmaz. Hem devrimci hem de milliyetçi olamazsın. Hem laikliği savunur halde olup hem de 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurup savunamazsın.

Şimdi soruyorum CHP’nin peşinde giden Alevilere: Siz katilinize olan sevdadan ne zaman vazgeçeceksiniz?