Selda Manduz

Yeşil Sol Parti Gaziantep Milletvekili Adayı ve Emek Partisi GYK üyesi Sevda Karaca, alışılmışın dışında bir seçim kampanyası yürüterek ezberleri yıkıyor.

Hayat Televizyonu’nun kuruluşunda yer alan, Ekmek ve Gül’de aktif çalışan Karaca, kadın ve emek mücadelesinde hep ön saflarda yer aldı.

Sevda Karaca’yı bazen inşaat şantiyesinde işçilere seslenirken, bazen üretici köylünün sorunlarını dile getirirken, bazen bir tarım arazisinde tarım politikalarını eleştirip çözüm sunarken görüyoruz.

Uzun yıllar Ekmek ve Gül’de kadın emeğinin sesi olan Karaca, Meclis’i kadınların, çocukların, emekçilerin mücadele alanı haline getirecek.

Yoksulluğun kadınları ucuz güvencesiz iş gücü haline getirdiğin ifade eden Karaca, çocukların da bu sürece dahil olduğunu ve eğitim hayatından uzaklaştığına dikkat çekiyor.

Yoksulluğu çarpıcı bir örnekle dile getiren Karaca, “Erkekler işsiz kaldığında kadınlar, yevmiyelik işlerde üç kuruşa çalışıyor. Örnek vereyim; Antep’te bir çuval ceviz kırmanın bedeli 20 Lira. Günde 20 lira için 8-10 saat çalışıyorlar. Eller parçalanıyor, beller fıtık oluyor. Ya da konfeksiyonda kumaşları renklerine göre ayırma işi. Haftalık 1000 Lira. Ayda asgari ücretin yarısına bile tekabül etmiyor” ifadelerini kullanıyor.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çoğunluğun sesi olduğunu dile getiren Karaca, “Bizim ittifakımız, yalnızca bir alternatif değil, tek doğru alternatif. Bu ülkenin sorunlarının çözümü konusunda bizim ittifakımızdan daha iyi bir seçeneği yok. Çünkü biz ülkenin çoğunluğunu temsil ediyoruz, bir avuç sermayedarı değil. Savaş istemeyenleri temsil ediyoruz. Bir arada dostça ve insanca yaşamı temsil ediyoruz. Dolayısıyla bize verilen oy, herkesin aslında kendisine verdiği oydur” diyor.

Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni Emek Partisi’nin Yeşil Sol Parti listesin Antep adayı Sevda Karaca Demokrat Haber’in sorularını yanıtladı.

*Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Sevda Karaca gazeteciyim. Evrensel gazetesinin ve Ekmek ve Gül kadın dergisinin ve portalının emektarıyım. Aynı zamanda Emek Partisi genel yönetim kurulu üyesiyim. Emekçi bir ailenin çocuğuyum. Annem babam tekstil işçisi. Beni bin bir emekle, şehir şehir tekstil fabrikalarında dolaşarak okuttular. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde, bugün milletvekili adayı olduğum şehirde, Antep’te dökülen alın teri sayesinde okudum. Kendimi bildim bileli emek mücadelesinde ve kadın mücadelesinde örgütlü olarak yer alıyorum. Şimdi de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu seçimlerdeki çatı partisi olan Yeşil Sol Parti’den Gaziantep milletvekili adayıyım.

FvwUk1YXoAIWNlL

“NE MUTLU BANA, EKMEK VE GÜL İLE TANINIYOR OLMAK”

* Sizi Ekmek ve Gül’den tanıyoruz, yıllardır kadın emeği üzerine çalışıyorsunuz seçilmeniz durumunda kadın emekçilerin sorunlarını Meclis’e taşıyacaksınız, tespit ettiğiniz en can yakıcı sorunlar neler ve kadınlar ne talep ediyor?

Ne mutlu bana, Ekmek ve Gül ile tanınıyor olmak… Yıllardır, kadınların emek emek ördüğü bir örgütlenme ağının bir parçası olmak doğalında kadın emeği üzerine çalışmak demek. Onlarca il ve üniversitedeki gruplarımız, yerel kadın dayanışma dernekleri gerçekten Türkiye’deki yüzbinlerce kadının nabzını tutma olanağı sunuyor. Mücadele yol ve yöntemlerini birlikte belirleyip kazanmayı mümkün kılıyor. Geçtiğimiz bir yıldır sürdürdüğümüz okullarda bir öğün ücretsiz ve nitelikli yemek kampanyası bunun en güncel örneği. Özellikle son birkaç yıl için söyleyebilirim ki kadınların sorunlarını önceliklendirmek çok zor hale geldi. Yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, şiddet, güvende hissetmeme, ev içi yüklerin artması…

sevda karaca (8)

“HER 10 KADINDAN 2’SİNİN YOKSUL”

Daha çok çeşitli düğüm noktaları olan bir sorun yumağı olarak tarif etmek gerek sanırım. Her birinin çözümü bir diğerinin çözümüne de bağlı. Türkiye’de yoksul kadın sayısı 16 milyonu geçmiş durumda. Kabaca her 10 kadından 2’sinin yoksul olduğunu ifade edebiliriz. Bu yoksulluk kadınları her türlü çalışma koşulunu kabul etmeye itiyor. Bunların başında da güvencesizlik geliyor. Her 10 kadından 3’ü kayıt dışı çalışıyor bu ülkede. 3,5 milyona yakın kadın demek bu. Kayıt dışılık kadınları sağlık hakkına erişemez ya da erişmek için erkeğe bağımlı hale getiriyor. Emeklilik oranı çalışan kadınlarda yarı yarıya düşüyor.

sevda karaca (3)

“KADIN İŞSİZLİĞİ, İŞSİZLİK TÜRLERİNDE EN YÜKSEK KATEGORİ OLMAYA DEVAM EDİYOR”

Kamu kreşlerinin, çocuk, hasta ve yaşlı bakım evlerinin yokluğu tüm yükü kadınların sırtına bindiriyor. Sadece son 8 yılda 1 milyon kadın çocuklarına bakmak için işten ayrılmak zorunda kaldığını ifade ediyor. İş gücünden düşen kadınların yeniden istihdama girmesi de zor oluyor. Ülkede yaklaşık 8 milyon işsiz var ve kadın işsizliği, işsizlik türlerinde en yüksek kategori olmaya devam ediyor. İşsizlik fonundan en az yararlanan kesim yine kadınlar. Aklınıza gelebilecek her şeyde yoksunluk yaşıyorlar.

sevda karaca (4)

“ANTEP’TE BİR ÇUVAL CEVİZ KIRMANIN BEDELİ 20 LİRA”

Bırakalım dijital ya da akıllı teknolojilere erişimi, ev teknolojilerinden yoksunlar mesela. Antep’ten örnek vereyim. 2023 yılındayız ve hâlâ çamaşır makinesi olmayan evler var. Kalabalık nüfuslu ailelerin çamaşırlarını kadınlar ellerinde yıkıyor. Antep, kadınların iş gücüne katılım oranının en düşük olduğu kentlerden biri. Erkekler işsiz kaldığında kadınlar, yevmiyelik işlerde üç kuruşa çalışıyor. Örnek vereyim; Antep’te bir çuval ceviz kırmanın bedeli 20 Lira. Günde 20 lira için 8-10 saat çalışıyorlar. Eller parçalanıyor, beller fıtık oluyor. Ya da konfeksiyonda kumaşları renklerine göre ayırma işi. Haftalık 1000 Lira. Ayda asgari ücretin yarısına bile tekabül etmiyor.

Fvnn7kZXwAAGB4x

“HANELERDE GEÇİM ZORLAŞTIKÇA GERİLİM TIRMANIYOR”

Üstelik geliri artırmak için çocuklar da birlikte çalışıyor. Çocukları öğrenim hayatından düşüyor. Kız çocukları evde kardeşlerine bakmak zorunda kalıyor. Hanelerde geçim zorlaştıkça gerilim tırmanıyor; ataerkil kodlarla ve kışkırtılan erkeklikle birleşince ortaya şiddetin “olağanlaştığı” bir tablo çıkıyor. Hane içi kadar hane dışı da kadınlar için güvenli hissettirmiyor.

FvmNd7cXwAAEVit

“SIRTINI İKTİDARIN BİR UZANTISINA YASLAMIŞ ERKEKLER GENÇ KADINLARI ÖLDÜRÜYOR”

Sokakta yürürken kadınların öldürüldüğü bir ülke haline geldik, malum. Antep’te para babalarının çocukları, sırtını iktidarın bir uzantısına yaslamış erkekler genç kadınları öldürüyor ve bırakalım indirimi, ceza bile almıyorlar. Duygu Delen, Ezgi Alya Yiğit… Bunların yanı sıra, özellikle Kürt nüfusunun yoğun olduğu mahallelere 2010’lu yıllar boyunca IŞİDvari silahlı çeteler yerleştirilmişti Antep’te. Beybahçe’deki kına gecesi katliamını hepimiz hatırlıyoruz. Ama o mahallelerde yaşayan kadınlar o katliamın sonuçlarını hala yaşıyorlar. Hem kendileri için hem de çocuklarının güvenliği için sürekli bir tedirginlik hali. Yorucu, tüketici, korkutucu. Ama kadınların yorulmaya bile fırsatları yok. İşte bu sorun yumağı Meclisin en acil gündemlerinden biri olmalı. Ama nasıl? Kadınların hak ve yaşam mücadelesine, örgütlü kadın mücadelesine bir halka olarak da Meclisi ekleyerek. Siyaseti kadınlar için birtakım zengin erkeklerin yukarıdan kararlar alıp uyguladığı bir mekanizma olmaktan çıkarıp Meclisi mücadelemizin bir alanı haline getirerek.

sevda karaca (1)

"TÜRKİYE’DE 2 MİLYON ÇOCUK İŞÇİ VAR VE BUNLARIN 300 BİNİ ANTEP’TE"

*Seçim bölgeniz Antep emek sömürüsünün, çocuk işçiliğin yoğun olduğu bir bölge, bu konuda çözüm önerileriniz nelerdir?

Evet, Türkiye’de 2 milyon çocuk işçi var ve bunların 300 bini Antep’te. Özellikle bazı bölgelerde çocuk işçilik çok yaygın. Bunların başında eskiden, sanayi Başpınar’a taşınmadan önce, halı dokuma sanayisinin merkezi olan Ünaldı geliyor. Halı tezgahlarının yerinde bugün konfeksiyon atölyeleri var. İşçilerin önemli bir kısmı Suriyeli. Ortalama 9-10 yaşlarında çalışma başlıyor burada. Küçücük bedenler ağır yükler taşıyor, çok erken büyüyor, erken yaşlanıyorlar. Üstelik hiçbir güvenceleri olmadan.

“DEVLET MESEM’LERLE ÇOCUK İŞÇİ SÖMÜRÜSÜNÜ ZATEN RESMİLEŞTİRME GAYRETİNDE”

Keza ev eksenli çalışma hanedeki kadınların etrafına kümelenmiş çocuk işçiler demek zaten. Ama sadece kayıt dışı çalışmayla sınırlı tutmamak lazım. Devlet MESEM’lerle çocuk işçi sömürüsünü zaten resmileştirme gayretinde. Antep bu anlamda proje kent ilan edilmişti. Adeta bir çocuk işçi üretme ve öğütme makinesi gibi çalışıyor. Bu konuda ama’lı fakat’lı çözümler yok. Çocuk işçiliğin kayıt içi ya da dışı tümden ortadan kaldırılması dışında bir çözüm yok.

“YOKSULLUK ORTADAN KALKMADAN ÇOCUK İŞÇİLİĞİN ORTADAN KALKMASI MÜMKÜN MÜ?”

Görüyoruz ki bu sadece yasa yapmakla, kanunda yasaklamakla olmuyor. Sorunu bütünlüklü ele almalıyız her şeyden önce. 4+4+4 eğitim sistemini değiştirmeliyiz mesela. Yoksulluk ortadan kalkmadan çocuk işçiliğin ortadan kalkması mümkün mü? Gerçekçi olalım, değil. Bu durumda yetişkinlerin insanca yaşayacak ücret mücadelesi de çocuk işçilikle bağlantılı, güvenceli çalışma talebi de. Soru şu; biz, emekçiler ne yapacağız, hükümete, meclise ne yaptıracağız? Çocuklar için, Meclisi yasamanın ötesi taşımalıyız, bir mücadele mevziisi kurmalıyız orada.

“ANTEP’DE NÜFUS 2 MİLYONUN ÜZERİNDE VE BUNUN YÜZDE 75’İNİ EMEKÇİ AİLELERİ OLUŞTURUYOR”

*Emekçilerin sorunlarını öne çıkaran bir seçim kampanyası yürütüyorsunuz, Emekçilerde karşılık buluyor mu seçim çalışmanız?

Ben 16 yaşımdan beri kendisini işçi sınıfın partisi olarak tanımlayan Emek Partisi’nde örgütlüyüm. Seçim zamanı ya da değil, emekçilerin sorunlarını öne çıkarmak zaten bizim görev addettiğimiz bir şey. Ama size bir şey söyleyeyim. Antep’te emek eksenli olmayan bir seçim kampanyası zaten düşünülemez. Nüfus 2 milyonun üzerinde ve bunun yüzde 75’ini emekçi aileleri oluşturuyor.

Fvi18J-XgAIGwCO

“CUMHUR VE MİLLET İTTİFAKI PATRONLARA ÜST SIRALARDA YER VEREREK SINIFSAL TAVRINI ORTAYA KOYDU”

Zaten dikkatli bir bakış, patron partilerinin de, patron ittifaklarının da emekçilere yönelik söylemler, vaatler kullanmak zorunda kaldığını gözden kaçırmayacaktır. Bilboardlarda görüyoruz. Ama hem Cumhur hem de Millet İttifakı, mesela pandemide temaslı olduğu halde işçileri fabrikasında çalıştırıp ölmelerine sebep olan patronlara üst sıralarda yer vererek sınıfsal tavrını ortaya koydu. Kayıt dışı çocuk işçi çalıştıran patronlar var listede. Ve Antep halkı, Antep’in emekçileri onları çok iyi tanıyor. Biz Emek ve Özgürlük İttifakı olarak kendimizi ne seçimle ne de meclisle sınırlıyoruz. Bir mücadele ittifakı tanımı yapıyoruz. Halkımızı bir oy deposu olarak görmediğimiz için seçim çalışmamız da vaatler sıralamaktan menkul değil. Mücadele olanaklarını ortaya çıkarmak ve ilerletmek üzerine kurulu.

“İŞÇİLERİN SARI SENDİKALARDA, SERMAYE PARTİLERİNDE DEĞİL, KENDİ SINIF ÖRGÜTLERİNDE ÖRGÜTLENMESİ GEREKTİĞİ FİKRİNİ TARTIŞIYORUZ”

Örneğin, emekçilerle buluştuğumuz her yerde insanlık dışı çalışma koşullarının karşısına örgütlenmeyi koyuyoruz. Sendikalaşma mücadelesine işaret ediyoruz, meclisi sendikalaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik bir mevzi daha olarak tarif ediyoruz. Açık konuşalım, işçi sınıfımızın örgütlülük düzeyi bugün açısından oldukça düşük. Seçim çalışmasını bu düzeyi yükseltmenin bir aracı haline getirmeye çabalıyoruz. İşçilerin sarı sendikalarda, sermaye partilerinde değil, kendi sınıf örgütlerinde, kendi partilerinde örgütlenmesi gerektiği fikrini tartışıyoruz. Bu elbette ki temas edebildiğimiz her yerde farklı düzeylerde de olsa bir karşılık buluyor. Ancak şunu da eklemeliyiz ki biz eşitlerin yarıştığı adil bir seçim sürecinden geçmiyoruz. Karşımızda işçileri milliyet, cinsiyet, din ve inançlar üzerinden bölmeye çalışan ittifaklar var. Karşımızda devletin maddi manevi tüm kuvvetlerini kullanan bir iktidar partisi var. Seslenişlerimizin emekçiler nezdinde karşılık bulmaması için var gücüyle çalışıyorlar. Bu durumda bizim elimizdeki en temel dayanak yine emekçiler; onların evleri, işçi durakları, mahalleleri…

Fvi19tPXwA8-gwM

“BARINMA BİR RANT KAPISI DEĞİL DE BİR HAK OLARAK SAĞLANMADIĞI SÜRECE…”

*Seçim bölgenizin yerel sorunları hakkında çözüm önerileriniz nedir?

Az önce verilerle de ifade etmeye çalıştım. Antep bir emek kenti. Hal böyle olunca yerel sorunlar da emeğin sorunlarıyla iç içe geçmiş oluyor. Çalışma yaşamının sorunlarıyla kent yaşamı hakkındaki sorunlar hep birbiriyle ilintili.

İnsanca çalışma koşulları, insanca bir kent yaşamının ön koşulunu oluşturuyor. Örneğin, ücretler yoksulluk seviyesinin üstüne çekilmediği sürece Antep’in emekçileri deprem direnci düşük, insan bedenini çürüten sağlıksız evlerde yaşamaya devam edecek. Barınma bir rant kapısı değil de bir hak olarak sağlanmadığı sürece kentsel dönüşüm adı altında emekçiler kendilerine ait evlerden ömür boyu borcunu ödemeye mecbur bırakıldıkları toplu konutlara sürülmeye devam edecek.

sevda karaca (2)

“TEMEL HAKLARIN ACİLEN KÂR GÜDÜMÜNDEN ÇIKARILIP ACİLEN KAMULAŞTIRILMASI GEREKTİĞİNİ SAVUNUYORUZ”

Ya da sağlıkta kamulaştırma yoluna gidilmediği sürece kent dışına kurulmuş devasa kamu hastaneleri yerine Başpınar patronlarının kent içinde her semte kurdurduğu özel hastaneler ve polikliniklere mecbur bırakılacak Antep halkı. O hastanelerde iş kazaları raporlara yansımayacak -ki hangi fabrikaya giderseniz gidin uzuv kaybı yaşamış onlarca işçiyle karşılaşırsınız Antep’te. Örneğin, çocuk işçilik oranının bu kadar yüksek olmasıyla eğitimdeki en başarısız kentlerden biri olması bağlantısız olabilir mi? Tabi ki hayır. Barınma, eğitim, sağlık gibi en temel hakların acilen kâr güdümünden çıkarılıp acilen kamulaştırılması gerektiğini savunuyoruz. Çalışma koşullarının insanca yaşanacak seviyelere getirilmesiyle bu önerimiz birbirini tamamlıyor. Bunu da o okulların, o hastanelerin, o evlerin ya da fabrikaların sahiplerinin olduğu aday listeleriyle burjuva ittifakların yapmayacağı apaçık ortada.

*21 yıllık AK Parti ve Erdoğan iktidarı nasıl bir Türkiye yarattı?

Belki devraldığı ülkeyle bugüne getirdiği ülkeyi birlikte düşünmek gerekir, buna yanıt vermek için. Bu ülke Erdoğan’dan önce de emek gücünün sömürüldüğü kapitalist bir ülkeydi. Kamuya ait işletmeler, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi süreci 12 Eylül’le birlikte başlatılmıştı. AK Parti iktidarlarından önce de kadınlar ezilen cinsiyet konumundaydı. Kürt halkının iradesi öncesinde de hiçe sayılıyordu. Öncesinde de gerçek anlamda laik bir devlet yoktu, Diyanet’i bu iktidar kurmadı. Ya da devlet, silahlı güçlerini hak arayan işçilere, deresine sahip çıkan köylülere, eşitlik için sokağa çıkan kadınlara geçmişte de yönlendiriyordu.

“AK PARTİ TÜRKİYE’NİN EMPERYALİZME BAĞIMLILIK DÜZEYİNİ ARTIRDI”

AK Parti ve Erdoğan var olan tüm bu çelişkilerin ve sorunların daha derin olduğu bir ülke yarattı. İktidarını sağlamlaştırmaya yöneldiği ilk dönemlerinde sözde açılımlarla kendisine desteği artırmaya çalıştı, en azından köstek olunmasına engel olmaya çalıştı. Bu süreçte hem devlet içinde kadrolaşacak hem de kaderini kendi siyasi iktidarına bağladığı yeni bir sermaye odağı yaratmayı başardı. Elbette ki geleneksel sermayedarlara rağmen yapmadı bunu. Teşvik, vergi indirimi, ihale, ucuz emek gibi emekçi düşmanı politikalarda tüm sermaye kesimlerinin çıkarlarını birbirine bağladı, küresel sermaye güçlerinin hizmetine sundu. Türkiye’nin emperyalizme bağımlılık düzeyini artırdı.

FvwrDMvXgAQVBTh

“YOKSULLAR TÜRK-KÜRT, ALEVİ-SÜNNİ, YERLİ-GÖÇMEN ŞEKLİNDE BÖLÜNMEYE ÇALIŞILDI”

Bu Türkiye’den emekçilerin payına düşen ise daha çok yoksullaşma, daha çok borçlanma, daha çok ezilme oldu. Bu demokratik ve özgür bir ülkeyle yönetilebilir bir gerçeklik değil. Bu yüzden de sözde yenilikçi “ılımlı İslam” diye çıkılan yolda bugün siyasal islam diye tarif ettiğimiz, kapitalist temellere oturtulmuş siyasetin tüm referanslarını İslam inancına bağladı. Toplumu bunun üzerinden kutuplaştırmaya çalıştı, belli bir oranda başardı da. Yoksullar Türk-Kürt, Alevi-Sünni, yerli-göçmen şeklinde bölünmeye çalışıldı. Ancak bunun da bir sınırı var tabi. Yoksullaşma öyle boyutlara geldi ki, aynı koşulları yaşayanları aynı siyasi tavrı almaya itiyor. Yoksulluğu yönetmek için kışkırtılan kutuplaşma yine derinleşen yoksulluk tarafından işlevsiz hale geliyor. Bu yüzden de burjuva devletin faşist biçimini inşa etmeye yöneliyorlar bir süredir. Özellikle Tek Adam Yönetimine geçildiği günden bu yana.

FvjvvNIWIAIRZv_

“BİR OY YEŞİL SOL’A; BİR OY KILIÇDAROĞLU’NA DİYORUZ”

*Millet İttifakı’nın adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Az önce AKP’nin 21 yılda yarattıkları üzerine konuşmuştuk. Önümüzdeki seçimi kritik ve tarihi kılan şey de Erdoğan’ın tek adam rejiminin yıkılmasına bu kadar yaklaşılmış olması. Bu açıdan Kılıçdaroğlu kilit bir noktada duruyor. İttifakımız da bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verme kararı aldı. Bir oy Yeşil Sol’a; bir oy Kılıçdaroğlu’na diyoruz.

“KILIÇDAROĞLU CUMHURBAŞKANI OLARAK GÖREVE GELDİĞİNDE; MUHALEFETİMİZ ONA KARŞI DEVAM EDECEK”

Ancak ne Kılıçdaroğlu ne de CHP’yi koşulsuz, şartsız, tereddütsüz desteklememiz söz konusu değil. Esasen verilen oy, Kılıçdaroğlu’na değil; tek adam rejiminin yıkılmasına. Hatta buna ikna olmakta zorlanan seçmenlerimiz de var. Geçtiğimiz gün bir buluşmada bir vatandaş “Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına oy veren Kılıçdaroğlu’na biz niye oy veriyoruz?” diye sordu. Bu örnek dahi; mesafemizi gösteriyor aslında. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olarak göreve geldiğinde; muhalefetimiz ona karşı devam edecek diyebiliriz.

*Son olarak ne söylemek istersiniz, size neden oy verelim?

Önceki sorularda da detaylarıyla ifade ettiğim gibi herkesin mevcut olanı değiştirme isteği var. Herkes “yeter artık” diyor. Değiştirmek kadar yerine ne koyduğun da çok önemli. Bizim ittifakımız, yalnızca bir alternatif değil, tek doğru alternatif. Bu ülkenin sorunlarının çözümü konusunda bizim ittifakımızdan daha iyi bir seçeneği yok. Çünkü biz ülkenin çoğunluğunu temsil ediyoruz, bir avuç sermayedarı değil. Savaş istemeyenleri temsil ediyoruz. Bir arada dostça ve insanca yaşamı temsil ediyoruz. Dolayısıyla bize verilen oy, herkesin aslında kendisine verdiği oydur, adayların şahsına değil.