Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

İlk gençlik yıllarında yayımlanmamış şiirleri yüzünden bir süre Ulucanlar cezaevinde yatarak muhalif bir sanatçı olmanın getirdiği zorluklarla yüzleşen Şerif Temurtaş’la geçmişten günümüze şiirin toplumsal mücadeledeki yerini ve devrimci şiirin piyasa edebiyatı karşısındaki tutumunu konuştuk.

MUSTAFA GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?

Şerif TEMURTAŞ: Öncelikle bir köy çocuğu olmanın ayrıcalığını yaşıyorum. Şiirin bilincinde olmadığım yaşlarda (ilkokul yıllarım) hayvan otlatırken uydurduğum maniler. Ardından ortaokul yıllarında şiirle tanışma ve şiirle başlayan bitmek bilmez acılı bir yolculuk. Sonra şiirle başı belaya girmeler. Tarihe tanıklık etme çabası şiire sarılışın güçlenmesi… Ekmek kavgası derdinde dergilerden uzak kalmışlığımız. Geriye dönüp baktığımda ne çok anı birikmiş. Yaşama şiirle sarıldım hep. Şimdi geldiğim durum üç kitap.

MG: Refik Durbaş, “Ne şairler cezaevi kapısı önünde dursaydı ne böyle şiirler yazılsaydı…” demiş.80’li yıllarda bir süre Ulucanlar Cezaevinde yattınız. Cezaevi geçmişi olan pek çok şairin de yaşanılan yılların eylemlikleri yüzünden şiirle cezaevinde tanıştığını biliyoruz. 12 Eylül’ün zor koşullarında geçen cezaevi pratiğinizin şiirinize ne gibi etkileri oldu?

ŞT: Ben zaten yayımlanmamış ilk şiirlerimden dolayı tutuklanmış bir gençtim. Romanlarda, şiirlerde okuduğum cezaevi pratiğini, oradaki devrimci ağabeylerimi yakından tanıma fırsatım oldu. Bir çeşit okul oldu benim için. Bol bol okumaya zamanım vardı, ben de öyle yaptım. Dışarıda okuduğum ideoloji insanlarını tanıdım, kendimce iyi ve eksik taraflarını gözlemledim. Edebiyatın bir slogan olmadığını ancak içinde çığlıklar da barındırdığını yaşayarak öğrendim.

MG: Sosyal medya mecralarının yaygınlaşmasıyla artık her şeye daha kolay ulaşılabiliyor. Yine bu ağlar toplumsal mücadelenin yürütüldüğü bir miting meydanı havasında etkinliklerle dolu. Sanaldaki mücadele içinde bulunduğumuz kapanma günlerinde daha da görünür hale geldi. Bu durum zaten toplumsal mücadele alanlarından çekilen sanatçıyı özellikle şiiri nasıl etkiler?

ŞT: Sosyal medya buz üstüne yazı yazmak gibi. Anlık etkisi olduğunu varsaydığım, düşündüğüm bir mecra. Ancak sosyal medyanın günlük yaşama katkısının olduğunu da yadsıyamayız, bunu en iyi Gezi’de gördük. Önemli olan doğru ve iyi şeylerin paylaşılması. Ancak ben dergiden ya da kitaptan okumayı tercih ediyorum, çünkü usumda başka türlü etki etmiyor yazılanlar.

MG: Ülkemizde “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri “ adı altında özel eğitim kurumları tarafından sanatın her alanında çalışmalar yürütülüyor. Özellikle alanında tanınmış bir ismin yürüttüğü bu tür çalışmalar belirli bir katılım ücreti karşılığında gerçekleşmekte. Hatta kurs sonunda yapılan çalışmaya ilişkin bir sertifika düzenlenerek katılımcıya verilmekte. Bu tür atölyelerin yaygınlaşmasının edebi üretime olumlu yönde katkı sağlayacağını düşünür müsünüz?

ŞT: Ne yazık ki bu ülkede edebiyatı ticarileştirenlerin körüklediği, ödülleri kirletenlerin sermaye işbirlikçisi kişilerin ekmek kapısı olarak değerlendirdiği yaratıcı yazarlık atölyeleri açılıyor. Belgeler, ödüller de veriyorlar kurs bitişlerinde. Bu atölyelerin edebiyata bir katkısı olmadığı gibi edebiyatın mekanik bir şey olduğu algısı yaratılıyor. Bir de bu atölyeleri açanların kendi çevrelerinde destekçi bir şürekâ oluşturduklarını görüyoruz. Bu atölyelerin edebiyatı yozlaştırdığını düşünüyorum. Yazarlık öğretilebilen bir şey değildir, diye düşünüyorum.

MG: Kimileri dergileri edebiyatın mutfağı olarak değerlendiriyor. Kimileri de piyasadaki dergilerin içerik bakımından aynılaştığını söylüyor ve bir yayın politikasına sahip olmadıklarına vurgu yapıyor. İzlediğim kadarıyla çeşitli dergilerde şiirlerinizi okuyucuyla buluşturuyorsunuz. Hatta bazı dergi ve yayınevi seçici kurullarında görev üstlendiğiniz oluyor. Şiirlerinizi dergilere gönderirken hangi ölçütleri gözetirsiniz?

ŞT: Ben de dergilerin edebiyatın mutfağı olduğunu düşünüyorum. Ancak bazı dergiler kadrolaşma ve kendi ürünlerini basmak üzerine oluşturuluyor. Bazı yayınevi dergileri kendilerine müşteri yetiştirmek üzerine yayın yapıyor. Sermayenin ve bankaların emrindeki dergilerin, edebiyatı toplumsallıktan uzak tutmak gibi bir amaç güttüğünü düşünüyorum. Ürünlerimi gönderirken bunlara dikkat ediyorum. Çok sayıda dergi çıktığı için herkes kendi poetikasına göre bir dergi buluyor. Esas olan zaman, elbette hangi ürünün kalıcı olduğunu gösterecek.

MG: Şiir yarışmaları ve ödüller üzerinden sürekli gündemden düşmeyen tartışmalar yürütülüyor. Bir kısım sanatçı şiir yarışmalarını kökten reddediyor, bir kısımsa kural ve ilkelerinin iyi belirlenerek adam kayırmacılığın önüne geçilmesini yeterli görüyor. Bu bağlamda şiir yarışmaları ve ödüller konusundaki düşünceleriniz nedir?

ŞT: Yetmişli yılların sonlarında, seksenli yılların ilk yarısında ödül almış şiir kitaplarını hiç düşünmeden raftan indirerek satın alırdım. Ancak yukarıda söylediğimiz gibi edebiyat ödülleri ve jürileri inandırıcılıklarını yitirdiler. Ben ödül aldığı için hiçbir kitabı satın almıyorum artık. Her ödül bir grubun önceden belirlenmiş kişilerinin üzerine kurulu. Bu yüzden ödüllerin kaldırılmasından yanayım. Ödül kurumu çok yıprandı ne alana ne verene hiçbir katkısı yok.

MG: Son günlerde gündemden düşmeyen bir tartışmaya sözü getirmek istiyorum. Çünkü uzun zamandır “Türkçe Edebiyat ”ve ”Türk Edebiyatı” üzerinden çok hararetli bir tartışma yürütülüyor. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz nedir?

ŞT: Son günlerde “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı” tartışmalarının kapitalist sistemin temsilcilerince bir ayrıştırma unsuru olarak körüklendiğini düşünüyorum. Yazarların kökenlerine göre edebiyat kimliği belirlemenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Hangi dilde yazıldıysa o dil edebiyatın hangi edebiyata ait olduğunu belirler.

MG: “Toplumcu Gerçekçi Şiir” günümüzde toplumsal mücadelenin gerilemesiyle de görünür hale gelmekte zorlanıyor. Yayıncılık piyasasını sermaye gruplarının yönlendirdiği ve desteklediği iklimde kendine yeniden alan açmaya çalışan “Devrimci Gerçekçi Şiir” nasıl alternatif hale getirilebilir?

ŞT: Günümüzde toplumcu gerçekçi şiir yazanların bile sermaye yayınevlerine teslim olduklarını görüyoruz. Hayatın gerçeklerinden koptuklarından seçkincilik tuzağına düştüklerini düşünüyorum. Oysa adını ne dersek diyelim “toplumcu gerçekçi-devrimci gerçekçi- sosyalist gerçekçi” edebiyata özelliklede şiire bu toplumun en çok gereksinim duyduğu çağdayız. İnsanlar açlıktan, işsizlikten, umutsuzluktan intihar ederken başka edebiyatın bu halkın hangi acısını dillendirebilir ki? Devrimci gerçekçi, toplumcu gerçekçi edebiyatçıların kendi alanlarında örgütlenmesi, kendilerine yeni alanlar yaratması gerekmektedir.

MG: İçe dönük bireysel sanat anlayışına karşı bu gidişattan hoşnut olmayan devrimci sanatçılar birlikte hareket etmenin zeminini yaratabilir mi? Yani bir karşı duruşun işaret fişeği sayılacak bir karşı oluş hali inşa edilebilir mi?

ŞT: Yaşam var olduğu sürece bir karşı duruş olanağı da var olacaktır. Dünyanın ve Türkiye’nin en çok devrimci sanatçılara ihtiyaçları var. Savaşlara, yoksulluğa ve adaletsizliğe dur demek elbette devrimci edebiyatçıların görevidir. Kapitalizmin bilerek isteyerek postmodern ve anlamsız, amaçsız edebiyatı körüklediği bu zamanlarda biz devrimci yazarlara, şairlere ve sanatçılara çok iş düşmektedir. Bu mücadelenin örgütlü yapıya kavuşması güç verecektir.

MG: Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

ŞT: Edebiyatçıların-şairlerin hayata müdahil olmaları gerektiğini düşünüyorum. Hayata müdahil olmayan bir metin neye yarar ki. Okuyucunun yayınevi ve isme bakmadan iyi şiiri araması, desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Dakika başı şiir kitabının basıldığı bir ortamda okuyucunun da işinin kolay olmadığını düşünüyorum. Şairler kitap yayınlamakta aceleci olmamalı, şiiri yakalamanın peşinde olmalıdır. Şiiri yakalayan şaire kitabın kendiliğinden geleceğini düşünüyorum.

ÖZGEÇMİŞ

1965, yılında Salihli’de doğdu. Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Yüksek Okulu Sınıf Öğretmenliği Bölümünde eğitim görürken, şiirlerinden dolayı 1985 yılında tutuklandı. Ankara DGM’de yargılandı. 7 ay Ulucanlar Cezaevi’nde yattı, aklandı. Kamuda memur olarak çalıştı. Vergi Dairesi memurluğundan 2018 yılında emekli oldu. Salihli’de yaşıyor; evli, iki çocuk babası.

Şiirleri; 1986 yılından bu yana Afrodisyas Sanat, Akatalpa, Akköy, Berfin Bahar, Bezuvar, Birgün Kitap, Cumhuriyet Dergi, Çağdaş Yaşam, Çini Kitap, Deliler Teknesi, Ekin Sanat, Eliz Edebiyat, Emeğin Sanatı, Gediz, Har, Hayal, Hayal Bilgisi, Ihlamur, İmece, İz, Karahindiba, Kasaba Sanat, Kıyı, Kum, Kurşun Kalem, Lacivert, Mühür, Papirüs, Parende, Patika, Sanat Cephesi, Sunak, Şehir, Şiiri Özlüyorum, Tay, Temren, Tmolos Edebiyat, Varlık, Yarın, Zarf gibi dergi ve gazete eklerinde yayımlandı /yayımlanıyor. Kasaba’dan Esinti ve Zarf dergilerinin yayınına katkıda bulundu.

Şiir Kitapları:

Zemheriden Sonra Bahar

Güz Çığlığı

Ten ve Kül