Mustafa Güçlü / Demokrat Haber
“Yangın sonrasında etkilenen ruhsat alanlarında yeni ocak işletmesi açılması veya kapasite artırımı talepleri geldiğinde ilgili kurumlar daha mı kolay “ÇED Gerekli Değildir” kararı verecekler? “diye kafalardaki soru işaretlerine vurgu yapan ve Köyceğiz’deki yangın söndürme çalışmalarına gönüllü olarak destek veren Sandras’ı Koruma Platformu kurucularından turizmci Murat Demirci ile son yangınlardaki eksiklikler ve yapılması gerekenler üzerine konuştuk.
Bu yaz ülke tarihinin en büyük orman yangınlarıyla mücadele ettik. Sizce ülkemizde doğal afetler için önceden yeterli seviyede hazırlık çalışmaları yapılıyor mu?
Bence yapılmıyor. Bu cevabımı, yaşadığımız en önemli tecrübelerden biri olan 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında planlanan depreme hazırlık çalışmalarının ne derece hayata geçirildiği gerçeğine dayandırıyorum. Bir diğer dayanağım, dere yatağının imara açılmasıyla yaşanan sel felaketlerinden ders alınmayıp aynı hataların tekrar edilmesidir. Bunlara Köyceğiz’de de yaşadığımız yangın felaketindeki hazırlıksızlığımızı eklersek, ülkemizde doğal afetlere karşı önceden yeterince hazırlık yapıldığını söyleyemeyiz.
Resmi verilere göre ülkemizde her yıl çeşitli sebeplerle ortalama 8-10 bin hektar orman yanıyor. Bu yangınların önüne geçilebilmesi ya da zamanında müdahale edilebilmesi için neler yapılmalıdır?
Köyceğiz’de Yangı sırtlarında başlayan küçük bir yangın en başında çok çabuk söndürülebilecekken, yöneticilerin almadığı kararlar, aldığı geç kararlar, siyasi hesapları, öngörememesi, önemsememesi sonucunda o küçük yangın koca koca dağları, ormanları, içindeki canlıları yuttu.
Yapmamız gereken, yangınla mücadeledeki bu ve diğer eksiklerimizin siyasi tartışmalardan bağımsız acilen tespit etmek ve gidermektir.
Anayasa'nın 169. Maddesine göre, yanan orman alanları hiçbir koşulda imara açılamaz ve bu alanların yeniden orman özelliğine kavuşturulması gerekir. Bunlar yasada yazanlar ve herkesi bağlayan hükümler olasına rağmen herkeste bir kuşku var.
Geçmiş yıllardaki olumsuz uygulamalara bakarak ormanların rant için imara açılması konusunda neler düşünüyorsunuz?
Halk, güvenmemekte haklı çünkü durum tecrübeyle sabit. Ben imar tehlikesine bir ekleme daha yapayım: yanan alanların imara açılması gibi yeni maden ruhsatı verilmesiyle de karşılaşabiliriz. Özellikle Köyceğiz Sandras Dağı eteklerindeki yangın bazı ruhsatlı maden sahalarını da yaktı. Çövenli’deki mermer ocağı ile Çayhisar’ın kuzeyindeki olivin maden ocağının yanan alan içinde olduğunu bizzat gördüm. Yangın sonrasında etkilenen ruhsat alanlarında yeni ocak işletmesi açılması veya kapasite artırımı talepleri geldiğinde ilgili kurumlar daha mı kolay “ÇED Gerekli Değildir” kararı verecekler? ÇED raporlarında yer verilecek muhtemel “yangın sebebiyle vasfını yitirmiş ormanlık alan” tanımlamasına onay verecekler mi? Sandras’ı Koruma Platformu olarak bölge doğasını maden tahribatına karşı savunuyoruz; şimdi yanan yerlerin hem imar hem de maden tehlikesine karşı korunması için gözümüzü daha da açacağız.
Diğer taraftan, yanan alanların yeniden orman özelliğine kavuşturulmasında benimsenen yöntemlerde de sorun olduğunu düşünüyorum. Yangın sonrasında "fidan dikme kampanyası" başlatmak hemen her zaman ilk refleks olarak karşımıza çıkıyor. Çoğu kişinin iyi niyetle, yapabileceği en kolay girişim olması sebebiyle bunu tercih ettiğinden şüphem yok; ancak, bunun maden, HES vb. projelerin ve yangınların aklama reçetesi olarak memlekette yerleştirilmeye çalışılan "kestiğimiz ağacın yüz katı fidan dikeceğiz!" zihniyetine de hizmet ettiğini, fidan dikince alanın orman özelliğine kavuşmuş olamayacağını görmek gerekiyor.
Orman Genel Müdürlüğünün izlediği yöntem gereği, yanan alanlardaki tüm ağaçlar kesilecek; Köyceğiz’de Pınar ve Sazak köylerinde yanan alanlarda ağaç kesimine başlandı bile. Sonra alan fidan dikimi için hazırlanacak ve ardından fidan dikilecek. Bazı yerler için “yangına dayanıklı ağaç” yetiştirilmesi kararı alınacak, bazı yerlerde daha çabuk büyüyen. Bana göre bu yöntem, ormana sadece odun (ve para) gözüyle bakmaktır. Yapılması gerekenin, aksine, yanan alanların bir kısmına hiç müdahale etmemek, bir kısmına belirli bir süre sonra müdahale etmek ve genel olarak mümkün olduğunca ormanın kendiliğinden doğal olarak oluşmasına müsaade etmek olduğunu düşünüyorum.
Yangınlara müdahalede sizce en etkili araç ve yöntem nedir? Bakanlığın envanterinde yangınlara müdahale için özellikle uçak ve helikopterin olmadığı görüldü. Köyceğiz’deki 14 gün süren yangınlarda saha adete kendi kaderine terk edildi. Bu konudaki sizin izlenimleriniz ve düşünceleriniz nelerdir?
22 yıl önce... 1999 yılında Gölcük depremi sonucu TÜPRAŞ rafinerisinde çıkan yangına bir yangın söndürme uçağı müdahale etmişti. Bu uçak, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın envanterinden çıkarılmış "Grumman S-2E Tracker Deniz Karakol Uçağı"nın TAI-TEMA-Anadolu Üniversitesi iş birliği ile 4,5 ton su kapasiteli yangın söndürme uçağına dönüştürülmüş haliydi. Prototip olarak üretilen bu modifiyeli uçak ve TAI'nin "biz yapalım, dışarıdan uçak kiralamayalım" diye önerdiği proje eğer zamanın Orman Bakanlığınca kabul edilseydi, tam 15 adet yangın söndürme uçağımız bugünkü yangınlara müdahale ediyor olacaktı. Dahası, buna ilaveten kendi üretimimiz yangın söndürme kitiyle yangın söndürme uçağı haline getirilmiş C130 tipi nakliye uçaklarımız da bu filoya dahil olacaktı. Maalesef bu projeler çöpe atıldı, çünkü özel şirketlerden kiralama yöntemi benimsendi. Şahidim, çünkü oradaydım.
22 yıl sonra... Yıllar önce olduğu gibi bugün de hala uçak, helikopter kiralayarak yangına müdahale etmeye çalışıyoruz. Onu da yaparken öyle bir teknik şartname hazırlıyoruz ki, THK'nin elindeki 4,9 ton kapasiteli yangın söndürme uçakları katılamasın. Sonuç fiyasko: uçak sayısı yetersiz, tek başına ve az sayıda helikopter etkin değil, aynı anda çok sayıda yangına yer ekiplerimizin yetmesi mümkün değil.
Bu sebeple, en etkili mücadele için yangın istatistiklerinden yola çıkarak uygun sayıda uçak-helikopter-İHA'lardan oluşan bir filo oluşturulmalı; bu, Tarım ve Orman Bakanlığı veya Hava Kuvvetleri bünyesinde kurulabilir. Buna karadan mücadele ile destek verilmeli; bu da ormancı-itfaiyeci-STK-yerel halk unsurlarından oluşmalı.
Yangın söndürme çalışmalarında kendiliğinden de olsa gönüllülerin büyük çabasına şahit olduk. Sizce yangına müdahale eden personelin eğitimi ve sayısı yeterli mi?
Değil, maalesef. Aynı anda, farklı bölgelerde ve çok sayıda yangında personel sayısının yeterli olmasını beklemiyorum ama eğitimleri yeterli olmalı. Mücadeledeki personel sayısının yetersizliği böylesine durumlarda silahlı kuvvetlerden ve sivil gönüllülerden verilecek takviye ile giderilebilir ki son yangınlarda yasaklanana kadar sivil gönüllülerin desteğini gözlemledim. Diğer taraftan, özellikle yangın çıkan yerlerdeki yerel halkın mücadele alanına sokulmaması kararının mücadeleyi zayıflattığını gördüm; çünkü, hiçbir ormancı veya itfaiyecinin bölgeyi yerel halk kadar iyi bilemeyeceğine ve koruyamayacağına inanıyorum. Şahit olduğum kadarıyla, ormancı ve itfaiyecilerin özellikle çok daha fazla fiziki eğitime ihtiyaçları olduğunu söyleyebilirim.
Son söz olarak neler söylemek istersiniz?
Ormanlar yanarken, yöneticilerimiz Avrupa’daki en geniş uçak ve helikopter filosuna sahip olduğumuzu duyuruyor, bin misli ağaç ve yeni yeni evler dikeceklerini müjdeliyorlardı. Benim gözümde bu, her afet sonrasında olduğu gibi, kuyruğu dik tutmaktan başka bir şey değil, çünkü gerçek bambaşka.
Halbuki buna, yangınla mücadeledeki eksiklerimizi tespit edip, aldığımız hatalı veya geç kararlardan sorumlu tutulacağız, tüm bunlardan ders çıkarıp mücadelemizi daha etkin hale getireceğiz, söylemini de eklemeliler. Gönüllü desteğini zayıflık olarak algılamayıp yerel halkın bölge ve yangın bilgisine güvenmeli, kararlarını ona göre almalılar.
Afetlerde yöneticiler ve sorumlu kurumlar, birleştirici olmalılar. Aksine ayrıştırmaya gitmek, siyasi rant hesabıyla karar almak, belki hitap ettiği kesimin hoşuna gider, ancak yanan ormanların, hayvanların, toplumsal huzurun önemsenmediğini de gösterir. Halk da bunu görür.