Deniz Güneş / Demokrat Haber

Genç bir üniversite öğrencisi iken siyasi nedenlerle hapse giren ve orada siyasi olmayan, adli suçlardan tutuklu kadınlarla kalan Vicdan Özerdem’in yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı “Siyasi” adlı öykü kitabı Notabene Yayınlarından çıktı. Özerdem, Türkiye’de kadınların durumunu anlamak isteyenlerin mutlaka okuması gereken “Siyasi” hakkındaki sorularımızı yanıtladı…

Kitap, her ne kadar “Siyasi” adını taşısa da, aslında bir siyasi tutuklunun gözünden, cezaevlerinde bulunan adli suçtan tutuklu kadınları mercek altına alıyor. Öncelikle şunu sormak istiyoruz; kitabınız otobiyografik özellikler taşıyor mu? Nasıl bir deneyim yaşadınız, adli suçlardan tutuklu kadınlarla yolunuz nerede kesişti?

Öncelikle Demokrat Haber gibi kıymetli bir haber portalının sayfalarında bana yer ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

“Siyasi”yi yazarken, bir otobiyografi yazmayı düşünmedim. Üniversite öğrencisi genç bir kadın “Siyasi”nin, siyasi olmayan diğer kadın mahpuslar ile kapalı bir mekanda karşılaşmalarını gün yüzüne çıkarmaya çalıştım.

Çok genç yaşta girdiğim ve dört ay kaldığım ikinci hapishane deneyimimdi. Burdur gibi küçük bir şehrin hapishanesine konulmuştum. ”Adli” mahkum kavramı kafamda dönüp duruyordu. Tedirgindim. Onların “Siyasi”ye, benim de “Adli”lere yönelik ön yargılarım vardı. Gördüm ki, ön yargıların ötesinde birbirimize karşı korkularımız da varmış.

Önceki sorudan hareketle, gözlemlerinizi biraz daha açar mısınız? Kadınlar koğuşunda ne umdunuz, ne buldunuz? Siyasi bir kadın tutuklu olarak bu deneyimin size kattıkları neler oldu? Peki korku? Adli kadınlar neden korkunç gelir kadınlara bile?

Cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık, seks işçiliği...vb. Hepimizin sürekli duyduğu, okuduğu kavramlar olsa bile bizzat bu nedenlerden dolayı ceza almış insanlar ile 24 saat bir arada kalacak olmak bambaşka bir duyguydu. Toplumsal bilincimizi oluşturan; gelenekler, sistem, medya bize her gün onlardan uzak durmamızı ve korkmamızı öğütlemişti. ”Adli kadınları" bir kavram olmaktan çıkarıp, onları tanımaya başladıkça, kafamdaki mesafenin de ne kadar büyük olduğunu gördüm. Onları tanıdıkça, kavramların hepsi ortadan kalktı. Ortaya çıkanın "insan" olduğunu gördüm. Ve bu insanlar, sistemin ve toplumun ötelediği, ezdiği, değersizleştirdiği, şiddet uyguladığı kadınlardı. Bu kadınlar, evde, sokakta, iş yerinde, karakolda, hapishanede... yaşamın her alanında ve her anında bunu yaşayanlardı.

Sizi en çok etkileyen ne oldu kadınlar koğuşunda? Bu konuda bir kitap yazma düşüncesi nasıl doğdu? Kitabınızı, biraz da ahde vefa olarak değerlendirmek mümkün mü?

En can alıcı konu da zaten bu olsa gerek. Hepsinin içinde ve hikayelerinde sevgisizliğin acısını gördüm. Sevgisiz kalmanın çaresizliğini. Sistemin, ailenin, toplumun, kocanın... sevgisizliği. Yoksulluğu, şiddeti, tecavüzü... hiçliği gördüm.

O yıllarda, kadın sorunu bugünkü gibi çokça konuşulup tartışılan bir konu değildi. Toplumsal muhalefetin öncelikleri arasında değildi kadın sorunu. Kadın hareketi de bugünkü gibi güçlü değildi. Son yıllarda tecavüz ve şiddet mağduru kadının kendini savunması ve kendi şiddet yöntemini uygulaması, vicdani bir duyarlılık ile karşılanabiliyor. Bu tabii ki uzun yıllardır kadın hareketinin ısrarlı çabası ve ödediği bedeller ile bu noktaya geldi. Ben “Siyasi” ile, bugün sahiplenilen fakat o dönem “görülemeyen” kadın arasında köprü kurmaya çalıştım.

“Bugüne kadar hapishanede yaşayan bu kadınlar için yazılmış ne kitaplarda, ne de filmlerde kendi yaşadıklarımı bulamadım” diyorsunuz kitabın önsözünde. Neler yaşadınız? Nasıl bir ilişki kuruldu aranızda? Ve bu konudaki mevcut eserlerde ne tür sorunlar görüyorsunuz?

Tabii ki “Uçurtmayı Vurmasınlar” gibi köşe taşı olmuş yapıtları ayırmak gerekiyor. ”Adli “ kadınları konu alan, öykü, roman, dizi ve sinema filmleri gibi çokça eserler yapılıyor. Fakat genelde “narkotik”, ”cinayet” gibi polisiye içerikler oluşturuluyor. Veya klasik ”hapishane”, ”ranzalı koğuş” hikayeleri anlatılıyor. Her biri kendi özgünlüğü içinde değerlendirilebilir. Fakat bunların pek çoğunun, ısmarlama içerik ve senaryolar ile yazılıp yapıldığını düşünüyorum. Hatta bazıları, başta belirttiğimiz, suçlu “kavramlari”nı topluma empoze ediyorlar. Bu nedenle ön sözde, pek çok “kitap ve filmlerde kendi yaşadıklarımı bulamadım” diye ifade ettim.

Şimdiki siz aynı koşullarda, aynı kadınlarla bir araya gelseniz, farklı davranır mıydınız? O günlere dönebilseydiniz, farklı olarak neler yapmak isterdiniz?

O dönem ben genç bir üniversite öğrencisiydim. Yaşamı, insanı ve hatta acıyı bugünkü kadar tanımıyordum. Onların her birini, bugün sokaklarda direnen, mücadele eden kadın hareketinin ve demokrasi güçlerinin, birer özneleri yapmak için çok çalışırdım..

Çocukları ile birlikte o ağır koşullarda kalan “Fadime”ye, sadece dışarıda yalnız kalmaktan korktuğu için, annesi ile birlikte suçu üstlenen “Fatma”ya, akademisyen “Makbule”ye ses olmak isterdim.

Kitabınız vesilesiyle cezaevlerindeki adli kadınlar ve tabii ki çocuklar üzerine bir kez daha düşünelim isterim. Biliyoruz ki, sorunlar diz boyu. Cezaevleri, Türkiye’nin kanayan yarası olmayı sürdürüyor. Kitabınızın çok okunması ve bu konudaki sorunları bir kez daha çözüm adına gündeme getirmesi dileğiyle, teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Röportaj ve bu iyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim…