Gökhan Soylu / Demokrat Haber

Fotoğraflar: Meltem İnci


Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yapılan ve 22 Mart'tan bu güne devam eden mülteci iadesi anlaşmasını gazeteci, yazar ve akademisyen Mehmet Altan'la konuştuk.

Mehmet Altan'a belki de anlaşmanın en önemli maddesi olan Haziran'da "vizelerin kalkma" ihtimalini sordum. Mehmet Altan bunun iç kamuoyuna dönük, sanal bir algı operasyonu olduğunu söylüyor ve vizelerin kalkmayacağını savunuyor.

Ülkenin bir iç savaştan geçtiğini, demokratik bütün kazanımlarının hızlıca kaybolduğunu ve Erdoğan'ın başkan olmak için bu iç savaştan beslendiğini belirten Altan, şu anki Türkiye rejimini "Siyasal yamyamlık" olarak tarif ediyor.

İşte Mehmet Altan'ın Demokrat Haber'e anlattıkları:

“İŞ KAYSERİ PAZARLIĞINA DÖNÜŞTÜ”

Türkiye mülteci krizini kullanarak AB’den istediklerini almaya çalışıyor, bunlardan en önemli olanı da vize serbestiyeti. Sizce Haziran’da vizeler kalkacak mı?

Çok zor… Burada karşılıklı bir oyun oynanıyor ve Türkiye açısından mevcut durum hazin. Çünkü Avrupa Birliği için Türkiye’nin derin bir değişimin ve dönüşümün taşıyıcı motoru olarak görülmesiyle bu süreç başladı. Bugün iş Kayseri pazarlığına dönüştü. AKP iktidarının son döneminde rejimi değiştirmeye ve siyasal İslamcı soslu bir keyfilik, yolsuzluk, hırsızlık rejimi kurmaya çalışması nedeniyle Avrupa Birliği’nin de AKP için önemi ve işlevi kalmadı.

Merkel’in siyaseten çok sıkışık olması, ayrıca Avrupa’nın bu büyük mülteci akınından çok ürkmesi, Davutoğlu’nun da Erdoğan’a karşı bir manivela peşinde koşması, hepsinin çıkarlarının at pazarlığı noktasında kesişmesine denk geldi. Böylece el sıkıştılar fakat bu el sıkışma geçici bir siyasi çıkar üzerinden yapılmış ve siyaseten de çok ahlaklı olmayan bir el sıkışma. Devamının olma ihtimali de düşük.

Bu konuyla ilgili gerçekleştirilmesi gereken 72 tane madde var. Örneğin Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Güney Kıbrıs Rum Bölümü falan diyor. İlk oradan başlayacak. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini düzeltecek. Aynı zamanda 72. Madde Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyete dönüşmesi... Yani bu 72 madde yerine getirilirse zaten AKP başka bir AKP olur, faşizme doğru koşturmaz. Bir de bir buçuk yıl sonra Fransa’da seçim var, hiçbir siyasetçi Türklerin vizesiz dolaşmasını serbest kılan bir anlaşmayı imzalayamaz. Bu gerçekler ışığında baktığınızda, hem siyaseten hem teknik olarak bu vize meselesi içeriye yönelik bir sanal algı operasyonu olarak görünüyor.

“ERDOĞAN’IN AKLINDA TÜRK USULÜ BİR FAŞİZM VAR”

Vizeler ile birlikte yeni fasılların açılacağı ve AB’ye girmek için önemli bir yol kat edileceği belirtiliyor fakat bir yandan da Cizre’de 170 kişiyi yakan, Kürt illerinde katliamlar yapan, sokaklarda tankla gezen bir ülke var. Yani Türkiye bu koşullarda Avrupa Birliğine girmeyi hak ediyor mu sizce?

AKP sürekli yalan söyleyen, bir tür psikolojik savaş yöntemleri ile algı operasyonu yapan ve Türkiye halkını kandırarak buradaki rejimi değiştirip dönüştüreceğini sanan korkunç bir yanılgı içerisinde...

Ayrıca çok ciddi bir siyasal ahlaksızlık söz konusu. Şimdi de barış ve müzakere sürecinde kazanılmış bütün hakları ortadan kaldıran adımlar atıyor. Sürekli bizi kandıracağını sanan, aldatan, yalan söyleyen, yoğun propagandayla yaptıklarının üstünü örtmeye çalışan ahlaksız bir siyasi zihniyet içerisinde AKP. Kendi aralarında da farklı hedefleri bulunuyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın aklında Türk usulü bir faşizm var. Davutoğlu’nun aklında da Erdoğan baskısından kurtularak reşit olma gayreti var ama bunların hiçbirisinin AB ile, evrensel insan hakları ile, özgürlükle alakası yok. Türkiye maalesef küçük bir azınlığın anayasayı çiğneyen, hukuku yok sayan ve zulmeden uygulamalarının kurbanı olmaya devam ediyor.

“ŞİDDETTEN BAŞKANLIK ÇIKARMA ARZULARI VAR”

Selahattin Demirtaş geçtiğimiz günlerde vizesiz Avrupa’yı desteklediğini fakat bugün ab ile vizeler kalktığı takdirde buradaki savaştan kurtulmak isteyen Kürtlerin Avrupa’ya akın edeceğini belirtti. Sizce böyle bir durum mümkün mü?

Türkiye’de bir iç savaş yaşanıyor. AKP, faşizan, baskıcı Goebbels propagandaları ile olup bitenin görülmesini yasaklıyor ve Güneydoğu’da olanların tüm boyutları ile bilinmesini engelliyor. Ama orada bir dram var. Çatışma arzusu içindeki iradelerin Güneydoğu’yu cehenneme dönüştürdüğü, çocuklarımızın her gün düzenli öldüğü bir dönem yaşıyoruz. Devletin, demokratikleşerek bunun önüne geçmek yerine her zaman denenen ve başarı sağlamayan şiddetten yana tavrı var.

Recep Tayyip Erdoğan’ın da bunlardan kendine bir başkanlık rejimi çıkarabileceği umudu var. Yani HDP’yi baraj altında bırakma, HDP ile PKK’yi özdeş gösterme… Meseleleri siyasileştirerek silahın bırakılmasını sağlamak, kanın dökülmesini engellemek yerine şiddetten bir başkanlık çıkarma arzuları var. Demokrasinin “D”sinin yok sayıldığı, hukuk devletinin ortadan kalktığı bir süreçte ne AB’si, ne vizesi? Ben vizenin bu şartlarda kalkabileceğini hiç sanmıyorum.

Peki diyelim ki vizeler kalktı, bu durumda Demirtaş’ın dediği gibi bir tablo ile karşı karşıya kalabilir miyiz?

Mümkündür. Bunu bugünden bilemeyiz ama “hayır asla öyle bir şey olmaz“ da diyemeyiz. Güneydoğu’daki insanlar belki de bugüne kadar hiç görülmemiş şiddette olaylar yaşıyorlar. İnsanların yaşamları tehlikede, insanlar ölüyor ve hayatta kalmak için iltica yolunu da seçebilirler.

“AB TÜRKİYE’YE SADECE RUHUNU SATMIYOR”

AB ile ilgili  eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir açıklaması vardı “AB Türkiye’ye ruhunu satmamalı” diyordu, sizce de sahiden AB Türkiye’ye bu son anlaşma ile ruhunu mu satıyor?

Doğru… Özellikle Alman basınına yansıyan “Kayseri Pazarlığı”nın bir maddesi de Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin üzerine gitmemesi. Siz böyle bir şey düşünebiliyor musunuz? Avrupa Birliği para verecek, mültecileri Türkiye’de tutsak gibi saklayacak, aynı zamanda Türkiye’de demokratik kazanımların yok olmasının kabul edilemez olduğunu da söylemeyecek. Bu, siyasi bir ahlaksızlığın mide bulandırıcı resminden ibaret. Sarkozy bile bunu dillendiriyor. AB Türkiye’ye sadece ruhunu satmıyor her şeyini satmaya yelteniyor… 

Kendi iktidarlarını sürdürebilmek için ülkeyi talan eden, sömüren, yer altı yer üstü kaynaklarını yok eden, çocukların ırzına geçmeye varana kadar her rezilliği yapmaya teşne vicdansızlığı görmezden geliyor. Benim şimdiye kadar görmediğim, siyasi bir yamyamlık olarak ifade ettiğim dehşet verici bir iktidar resmi var. AB buna ses çıkarmayacak, böyle bir iktidar ile iş birliği yapacak ve bu işbirliğini sürdürecek. Bu, AB’nin kendinden vazgeçmesi anlamına gelir.

“O 3 MİLYON DERİNLEŞMİŞ SORUNLARDAN BİRİ OLARAK KARŞIMIZA ÇIKACAK”

Türkiye’nin Suriyeli göçmen politikası bazı çevrelerce Sünnileştirme hatta selefileştirme olarak adlandırılıyor. Dünyada nüfusu 70 milyon olup da 3 milyon kayıtlı göçmen kaydeden başka bir ülke yok. Sizce bu eleştiriler ne kadar haklı?

Suriye rejimini yıkmak isteyen bir AKP söz konusu. Yani oradaki insanları yerlerinden etmenin, savaşın büyümesinin, şiddetin artmasının nedenlerinden biri de AK Parti’nin dış politikası… Komşu bir ülkenin rejimini değiştirmeye kalkmak, orayı bir Sünni İslam devleti haline getirmeye çalışmak, bunun için illegal her yolu denemek, nihayetinde milyonlarca insanın Türkiye’ye gelmesiyle sonuçlandı. Emevi Camii’nde namaz kılmak, 3 günde Suriye’yi baştan sona geçmeyi düşünmek, AK Parti yönetiminin Dünya dengesi denen politikaları hiç bilmediğini ortaya koydu. Gerçeklerden koparak hayallerle hareket etmenin ne sonuçlar doğurduğunun en güzel ve en korkunç örneklerinden biri Suriye’dir.

Şimdi o insanları nasıl kullanmak istiyorlar, ucuz emek olarak mı yoksa bu rejim değişikliği arzusunun milisleri olarak mı, tam bilemiyoruz. Ama şimdiden illegal bütün alanlarda yaşam savaşı veren o talihsiz insanları görüyoruz. Keşke AKP’nin dış politikasının peşinden gideceklerine buna itiraz ederek engellemeye çalışan bir güç olabilselerdi kendi ülkelerinde. Fakat demokrasi olmayınca, bir otoriter rejimle, siyasal İslamcı bir otoriter rejim olma arzusundaki başka ülke arasında sıkışmış talihsiz yığınlar. Türkiye’nin ne kadar büyük yanlışlar yaptığı AKP’den sonra anlaşılacak. Çünkü o 3 milyonluk nüfus yakın zamanda çok ağır, derinleşmiş sorunlardan biri olarak karşımıza çıkacak.

“ÖLÜM CEHENNEMİNDEN KURTULDUKLARI VAKİT GERİ DÖNMEK İSTEMİYORLAR”

Türkiye’den kaçmış olanlar da Türkiye’ye dönmemek için birçok yöntem deniyorlar…

Elbette… O insanlar için çadırlara, kamplara harcanan paraları söylüyorlar ama onlar uluslararası hukukun koruması altında değiller. Çünkü mülteci tanımına girmiyorlar. Onlara “misafir” diyorlar ama “misafir” diye uluslararası hukukta bir tanım yok. Dolayısıyla bu insanlar da geleceklerini gerçek devletlerde garanti altına almak istiyorlar. Türkiye’nin güneydoğusundaki savaş, Batı’daki terör,  aynı zamanda işçi ölümleri... Burada insanların ölümü üzerinden yürütülmek istenen ekonomi, siyaset gibi cinayeti meşrulaştıran bir hayasızlık var. Dolayısıyla bu ölüm cehenneminden kurtuldukları vakit geri dönmek istemiyorlar.

“HUKUKA ALDIRMAYAN BİR HEYETİN İYİ BİR ANAYASA YAPMASINI NASIL BEKLERİZ?”

Avrupa Birliği’ne girmekten bahsederken yeni bir anayasanın gerekliliği de konuşuluyor. Sizce Türkiye şu an yeni bir anayasa yapmaya müsait mi?

Anayasaya ve yasalara uymayan AKP ile yeni anayasa yapmayı tartışmanın, evde yakaladığın hırsızla Türk Ceza Kanunu’nu yeniden yapmayı tartışmaktan bir farkı yok. Anayasaya böylesine saygısız, anayasal düzeni kurşunlayan, hukuka aldırmayan, 17-25’in üstünü kapatmaya çalışan bir heyetin iyi bir anayasa yapmasını nasıl bekleriz?

Ne oldu, Rıza Sarraf Amerika’da tutuklandı. Ama burada “saygıdeğer” Rıza Bey. Aradaki fark bu. Şimdi bunlar yeni anayasa yapacakmış. Bunlar Türk usulü bir faşizm getirmek için artık bayatlamış bir sakızı çiğneyerek yeniden Türkiye’yi kandıracaklarını zannediyorlar. Türkiye’yi daha da korkunç bir noktaya sürüklemek için Goebbels propagandası yapıyorlar.

Yani yeni anayasa yapılacaksa bile eskisinden daha korkunç olur mu diyorsunuz?

12 Eylül yasalarını değiştirmemiş bir partiden nasıl iyi bir anayasa bekleyebiliriz ki… Üstelik şu andaki uygulamaları 12 Eylül anayasasının bile gerisinde.

“OBAMA DÜNYA KAMUOYUNUN ÖNÜNDE ELEŞTİRDİ”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan medyaya yaptığı baskılar üzerine yurt dışında da sert eleştirilere maruz kalıyor. DemokratHaber.Net sitemiz de 2 kez hiçbir gerekçe gösterilmeden Türkiye’den erişime engellendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Amerika’da “hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’den daha özgür bir ülke yok” dedi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu yorumu?

Obama, ABD’nin tarihinde pek rastlanmamış bir şekilde bir ülkenin cumhurbaşkanının hukuk dışı, anayasa dışı, demokrasi dışı duruşunu bütün Dünya kamuoyunun önünde eleştirdi. Erdoğan’ın korumalarının gazetecileri dövdüğü, Erdoğan’ı protesto edenlerin hakarete maruz kaldığı, slogan atanların sesini bastırmak için korumaların acayip seslerle bağırdığı sahneler yaşandı orada. Amerika’nın hiç alışık olmadığı ve dehşete düştüğü bir ortamda bunların söylenmesi kolayca açıklanamaz. Bu sözler kimi inandıracak?

Zaten özgürlüklerin bu kadar gelişkin olduğu bir ülkenin cumhurbaşkanı sabah akşam “Türkiye çok özgür” cümlesini tekrarlayıp durmaz herhalde?

Tabii bu çok hazin bir şey. Böyle duruma düşer mi insan, herkes biliyor ki gerçek böyle değil. Yani herkesin gözünün önünde yapıp sonra öyle değilmiş gibi ifade etmek… Bu siyaseten yorum yapılacak bir şey değil bence... Çok garip…

“İKTİDARI KAYBETMEMEK İÇİN SUÇ İŞLEMEYE DEVAM EDİYOR”

Erdoğan ve hükümet için “Yurtta savaş Dünya’da savaş” politikasını benimsedi eleştirileri yapılıyor. Şu anki mevcut durumda da Kürtler, azınlıklar, solcular, demokratlar, laik kesim tedirgin bir halde… Sizce AKP’nin içinden ya da başka bir güç çıkıp da bu kötü gidişe dur diyebilir mi?

Bu gidişi Türkiye kaldıramaz. Dünya da kaldıramaz. “Anayasaya uymayacağım” diyen, anayasayı çiğneyen Erdoğan bence çok zor bir oyun oynuyor. Yargılanmamak için iktidarı kaybetmek istemiyor, iktidarı kaybetmemek için de suç işlemeye devam ediyor. Bir zaman sonra şiddetten daha fazla medet umar olması da olasıdır. Türkiye yönetilemez bir hale geldi. Bu kadar baskı ve beceriksizlikle, yolsuzlukla, hırsızlıkla, zorbalıkla Türkiye’nin 2016’da yönetilmesinin olanağı bulunmuyor.

Bu şiddet yönteminde direnmek korkunç bir sonun hazırlığı anlamına geliyor. Ama öyle bir sağduyu, hukuk ve demokrasinin toplumların sağlıklı yürümesinde gerekli olduğunu düşündüren bir bilinç yok AKP’lilerin çoğunda. Gerçeklikten kopmuş, akıl dışı, “istediğim rejimi oluşturursam yargılanmam” gafleti içerisinde bir çıldırma var. Böyle gitmesi mümkün değil. Dışarıda da büyük alarmlar veriyor, içeride de… Türkiye bu korkunç gidişe siyasi bir çare bulacaktır diye umut ediyorum. “Anayasaya uymayan” gayrımeşru bir rejimi Türkiye yeniden hukuk ve demokrasi içine çekemezse Türkiye diye bir yer kalmaz çünkü.

Peki sizce bu yakın vadede gelebilecek bir son mu?

Ben 2016’nın farklı bitebileceğini düşünüyorum.