Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber

İnsan hakları ve özgürlükler mücadelesi veren dezavantajlı kesimlerle yaptığım “Konuşacaklarımız Var” söyleşi dizisi çerçevesinde 11. konuğum Pir Sultan Abdal Derneği Eski Genel Başkanı, 25/26. Dönem HDP Milletvekili ve Kalkınma Eski Bakanı Müslüm Doğan. Doğan ile Alevi kimliği, cemevlerinin hukuki statüsü, sorunlar ve talepler, Yavuz Sultan Selim döneminde yaşananlar, Alevilerin Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’e bakışı üzerine konuştuk…

Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyor?

Alevilik tarih boyunca ekonomik ve siyasi ortaklığa ruhsal formasyonun da eklenmesi sonucu oluşmuş, ideal insana ulaşma çabasını ve kaygısını taşıyan, kararlı bir insan topluluğu olarak ifade edilebilir.

Bu topluluğun esas özelliği; kendini kültür ve inanç ortaklığında dile getiren bir tür ruhsal biçimlenme ortaklığıdır. Bu biçimlenmenin ulaştığı düzey ise zahir ile batının birlikte algılandığı süreçtir.

Başka bir deyişle zahir ile batının birlikte algılandığı bir tür manyetik kuzeydir buradaki şekillenme. Alevilik Bâtınî bakışı nedeniyle hakikatini felsefe gerçekliğinde bulmuştur. Yani sırrı hakikat yolculuğudur Alevilik. Bâtınî inanç ve öğretinin Anadolu’daki olgunlaşmış şeklidir. Tüm dinlerle olan bağı onu bir ürüne, bal kıvamında ve tadında bir inanç ve öğreti olgunluğuna ulaştırmıştır. Kısacası Aleviler kendisini Bâtınî bir inancın ve öğretinin insanları dolaysıyla rıza şehrinin hak arayıcıları olarak, hakikat yolcuları olarak tanımlarlar.

Türkiye’de Aleviler hangi sorunları yaşıyor? Alevi sivil toplumunun bu sorunlara çözüm önerileri neler? Geçmişte Divriği Derneği Başkanlığı ve Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanlığı yaptınız. O dönemde siyasi iktidara taleplerinizi ilettiğinizde nasıl tepkiler alıyordunuz? Topyekün bir inkarla mı ya da zamana bırakılan bir kabulle mi karşılaşıyordunuz?

Türkiye'de Aleviler inanç ve öğretilerinin meşru olarak görülmemesi nedeniyle ağır bir asimilasyon süreci ile karşı karşıyalar. Alevilerin Bâtınî felsefesi ve inancı İslam'ın ilk devlet olduğu dönemden beri ağır bir baskı şiddet ve asimilasyon süreci ile karşı karşıya kalmıştır. İslam öncesi yapısı ile önemli bir tarihsel sürecin ürünü olan Alevilik, en büyük baskıyı İslam dininden görmüştür. Bâtınî Hristiyanlar, Musevi Bâtınîler ise çok büyük baskı görmemişlerdir. Bunun nedeni olarak da bu dinlerin devlet dini olmayışları olarak değerlendirebiliriz. İslam'ın bir devlet dini olarak Bâtınîleri hedef alması nedeniyle Bâtınîler takiyye politikaları geliştirerek, hem iktidar mücadelesi içerisinde yaşamlarını, hem de inanç ve öğretilerini korumuşlardır. Ancak bu takiyye sürecinde bir daha üzerinden çıkartamayacakları bir zırhı da giymiş olacaklardır. Ehlibeyt, Ali, Oniki İmam, vb…

Aleviler yani Bâtınîler ilk İslam devletiyle birlikte, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve son olarak da Cumhuriyet'in ağır baskı şiddet ve asimilasyon süreciyle karşılaşmışlardır. Selçuklu döneminde, Nizariye Medreselerinin kuruluş nedeni Bâtınî inanç ve öğretisinin genişlemesini engellemektir. Bu sünni kurum hala toplumsal gelişmenin önündeki asimilasyon kurumu olarak durmaktadır. Bahsettiğim tüm devletler, buna şehir devletlerini de katabiliriz, hiçbir Bâtınînin devlet kurumunda yer almaması için yoğun bir çaba sarf etmişlerdir. Bâtınî inanç ve felsefe karşıtı kitaplar yazılmıştır. Özellikle Gazali ve Nizamülmülk bu konuda, yani asimilasyonda öncü rol oynamışlardır. Bu kısa tarihsel kısa tarihçem Bâtınîler anlamında sorunun islam öncesi ve islamla birlikte günümüze kadar geçirdikleri sürece işaret anlamını taşımaktadır.

2013 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan “Tek ibadethane camidir” açıklaması yapmıştı. Birkaç yıl önce de Erdoğan “Cemevine statü gelecek” şeklinde ılımlı açıklamalar yaptı. Her yıl “Cemevleri Hukuki Statüye Kavuşuyor“ haberleri okuyoruz. Cemevleri hukuki bir statüye kavuştu mu? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’de Alevilerin din özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine ve kendilerine dini planda ayrımcılık yapıldığına hükmetmişti. Bu karar sonrası bir şey değişti mi?

Cumhuriyet fikriyatının, özellikle Mustafa Kemal tarafından, Hacı Bektaş Veli dergahında o dönemin postnişinine açıklanması, Alevileri umutlandırmıştır. Ancak Cumhuriyet kadrolarının Alevilere anlattıkları ve destek istedikleri Cumhuriyet projesi ile kurdukları sistem çok farklıdır. Aleviler deyim yerinde ise yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. 1921 Anayasasından vazgeçip 1924 Anayasasında ısrarları, Aleviler anlamında kabul edilemeyecek bir sürecin de başlangıcıdır. Aleviler, farklı uluslardan ve milliyetlerden oluşan bir inanç ve öğreti sistemidir. Bu yüzden ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan ulus devlet modelini benimsememişlerdir. Cumhuriyet'in bir ulus devleti olarak ortak vatan, farklı inançların özgürlüğünden vazgeçerek, aynı yıl Diyanet İşleri Reisliğinin kurulması, 442 sayılı köy kanunu ile her köye zorunlu cami yapımını öngören yasa ile sünni bir devlet anlayışında kurumsallaşma çabasını artırmıştır. Tekke ve Zaviyeler ile ilgili kanunda da, Bâtınî düşünce ve öğretisi büyücülük ve gericilik olarak tarif edilmiştir. 27 Mayıs ihtilali de Diyanet İşleri Başkanlığını güçlendirmiş, bu asimilasyon kurumunun anayasal bir kurum olmasına ve 5 adet daire kurmasına olanak sağlanmıştır. Kurulan imam hatip liseleri, İlahiyat fakülteleri, kuran kursları, zorunlu din dersleri... gibi siyasal islamın kurumları ile Alevi/Bâtınî inancı ve öğretisi kuşatılarak, yoğun bir asimilasyon süreci günümüze kadar sürmüştür. Devletin askeri ve bürokrasisinde Alevilere kesinlikle yer verilmemektedir. Alevi çocukları ağır bir asimilasyon sürecine tabii tutulmaktadır. Alevilerin ibadethanesinin hukuk zeminine oturması engellenmektedir. Alevi inanç ve öğretisi, bağımsız bir inanç ve öğreti olarak kabul edilmemektedir. Alevilerin yaşam alanları zaman zaman tacize uğramakta, evleri işaretlenmektedir. Bu da psikolojik bir zayıflatma sürecidir.

Alevi sivil toplumunun bu sorunlara karşı talebi tek bir cümle ile eşit yurttaşlık hukukunun kurulmasıdır. İnançların özgür demokratik bir zeminde, yaşamlarını sürdürmeleridir. Kısaca özgürlükçü laiklik ve eşit demokratik bir düzen talebi artık ortak proje haline dönüşmüştür.

Başkanlık dönemlerimde, devlet görevlileri, siyasetçiler vs ile yaptığımız tüm görüşmelerde bu sorunun çözülmesi gerektiği ve zamanın da yeterince geciktiği yönünde konuşuyorlardı. Alevi örgütleri ile 2015 Mart ayında sayın Davutoğlu ile yaptığımız görüşmede samimi itiraflar dinlemiştik. Sayın Davutoğlu cemevlerine hukuki statü verilmesinin gereği üzerinde yeterince durmuştu. Ancak algıladığım bir husus vardı. Başbakan çok ince bir şekilde devlet oligarşisinin direnci gereği bu günlere geldiğini de belirtmişti.

Kurucusu olduğum HDP ise gerçekten bu konuda çok samimi ve inanç ve öğretinin özgün halinin ileri kuşaklara aktarımındaki hassasiyete kadar varan bir ince siyaseti merkezine koyması anlamında, bir ilk olumlu örnektir. CHP'li yetklilerden, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu'ndan bu sorunu en iyi anlayabilecek bir siyasetçi olarak yeterli desteği alamadığımızı belirtebilirim.

İnanç ve öğretimize ilişkin hazırladığım geniş bir raporu tüm siyasi partilere göndermeme rağmen hiçbir geri dönüş alamadım. Buna Cumhurbaşkanı da dahildir. Kısacası sorunlarımız dinleniyor, ancak devletin resmi ideolojisi ve oligarşisi aşılamıyor kanısı artık tarafımızdan iyiden iyiye kavranmış oluyor.

Cemevlerine ilişkin olarak siyasetçilerin özellikle Ak Parti’nin vaatlerinin hiçbiri yerine getirilmediği gibi cemevleri çoğu zaman hedef tahtasına konmuştur. Biz Aleviler Bâtınî dünyamızda/rıza şehrinde bir iç hukuk anlayışımız vardır. Öğreti ve inancımız için yıllarca iç hukuku zorladık. Sonuç alamayınca bireysel başvuruları bir tarafa koyarsak, Cem Vakfının AİHM'e başvurusu ile konu uluslararası hukuk nezdine taşınmış ve cemevlerinin bir inanç merkezi olduğu belirtilmiş ve TC Hükümetinin gerekli yasal düzenlemeleri yapması konusunda zaman verilmiştir. Ancak ne hükümet ne de bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi sorunun çözümü konusunda bir adım atmamıştır. Bu durum tekçilikte diretmektir. Egemen ulus ve egemen inanç psikolojisi maalesef devlette egemenliğini sürdürmektedir.

Dersim mi, Tunceli mi? Bölgede yaşayan halk Dersim’i mi Tunceli’yi mi kullanıyor?

Dersim aslında, Medlerin Anadolu'yu 40 yıllık işgaliyle oluşmuş, bir coğrafi bölgenin adıdır. Sınırları batıya doğru, Koçgiri Bölgesini de içine alan geniş bir coğrafyanın adıdır. Bu Bölgede yer alan tüm aşiretler Alevi/Bâtınîler ve Kürdlerdir. Tunceli ismi sonradan çıkartılan Tunceli Kanunu ile gündeme girmiştir. Tarihe baktığınızda Tunceli ismi yer almaz. O yüzden sistemle sorun yaşamak istemeyenler Tunceli ismini kullanırken, tarihsel ismi yani Dersim'i kullananlar da genelde kovuşturmalara maruz kalmakta. Bizim yaşadığımız ve Batı Dersim olarak bilinen Koçgiri bölgesinde halk Dersim ismini kullanmaktadır.

Yavuz Sultan Selim döneminde ne yaşandı? Alevilerin, Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete bakışı hakkında neler söylemek istersiniz?

Yavuz Sultan dönemi, tarihçiler tarafından vergilerin en ağır olduğu, çiftbozanlar, sekbanlar, medrese öğrencileri eylemleri, Bâtınî başkaldırıları... dönemi olarak tarif edilir. Mustafa Akdağ, Yavuz Sultan Selim'e devlet oligarşisi yanlış bilgi vermişti, ağır vergilere karşı köylü hareketlerinin, medrese öğrencilerinin çıkardıkları kargaşanın nedeninin Bâtınî/Kızılbaş taife olduğu şeklinde yanlış bilgilendirme yapmışlardır tespitini yapar. Devleti sarsan öncülüğünü Bâtınî düşünce önderlerinin yapmış olduğu başkaldırılar, yoksul topraksız köylülerinin isyanları nedeniyle büyük bir Kızılbaş katliamı gerçekleşmiştir. Hoca Sadeddin Efendi'nin Tacü't Tevarih adlı kitabında bu konular tüm detaylarıyla "pis kızılbaş kanı"nın nasıl döküldüğü seferler ve bölgeler itibariyle yazılmıştır. Hoca Saadettin Efendi Yavuz Sultan'ın özel kalemidir... Bu konu tartışmasız bir şekilde tarihçiler tarafından bir Kızılbaş/Bâtınî/Alevi katliamı olarak gerçekleştiği yazılmıştır.

Mustafa Kemal'e gelince, bir ulusun, ulusal kurtuluş mücadelesinin önderi olarak, bir ulus devletinin kurucusu olarak çağdaş dünyaya olan yakınlığı nedeniyle Alevi Türkmenler arasında büyük bir sevgi ve saygıya sahiptir. Bu durum anlaşılabilir bir durumdur. Bir ulusun ruhsal şekillenmesi bunu zorunlu kılmaktadır. Ancak aynı düzeyde bir sevgi Kürt Alevilerde görülmemektedir. Bunun nedeni, Koçgiri ve Dersim isyanlarının bastırılması yöntemleri ve çok ağır sonuçlarıdır. Atatürk ile ilgisi olmayan ve aslında bir ideoloji de olmayan Kemalist devlet anlayışı ise ki buna tekçilik anlayışı diyebiliriz, Türkmen ve Kürt Aleviler tarafından kabul görmemektedir. Burada bir duruma işaret etmek isterim. Dersim'e harekat planı Mustafa Kemal Atatürk'ün başkanlık ettiği Bakanlar Kurulunda 1937 yılında TBMM’ne sunulur. Sonuçları bir katliam olarak tarihteki yerini alır. Bu durum Alevi Türkmenler tarafından hiçbir zaman ciddi bir şekilde ele alınarak sorgulanmamıştır. Hatta bazı Dersim aydınları tarafından bile bu durum sorgulanmak istenmez.

Tunceli, Türkiye'nin Alevi oranı en yüksek ili, bununla birlikte "aşılması zor" ve dağlık alan olmasıyla biliniyor. Alevi yerleşim yerleri genel olarak; yüksek dağlık alanlar, derin vadiler veya yoğun orman arazilerinde bulunuyor. Alevilerin dikkat çekmeyecek yerlerde yaşam sürmesi yüzyıllardır yapılan baskı ve zulmün Alevi toplumu üzerindeki etkisi diyebilir miyiz?

Alevilerin topografik olarak bozuk alanları seçmesinin iki nedeni var. Birincisi, Selçuklunun Anadolu’yu işgalinde elde ettiği verimli ova topraklarını, yerli işbirlikçi toprak sahipleri ve beraber getirdiği Selçuklu beyleri ve egemenleri arasında paylaştırması idi. Verimli topraklardan Anadolu'ya gelen yoksul Türkmenler hiçbir şekilde yararlanmamışlardır. Kurulan ikta sistemi askeri ve sivil bürokrasi tarafından yönetilmekteydi.

İkincisi, Selçuklunun ağır vergi sistemi ve askeri devlet yapılanmasından ve seferlere katılmak istemeyen Bâtınîler'e dağınık coğrafi ve bozuk topografik alanlar kalmıştır.

Selçuklu devleti tarihte ilk sünni devlettir. Kurulurken sünni bir devlet olduğu konusunda karar kılınmıştır. Sünni devlet uygulamaları nedeniyle Bâtınî inancından insanlar devletin ulaşamayacağı alanları yerleşim için seçmişlerdir. Tarihte kolonizatör dervişler olarak bilinen Bâtınî Dervişlerin kurdukları tekkelerin çoğu da zor coğrafi bölgelerde kurulmuştur. Bu durum Aleviler/Bâtınîler/Kızılbaşlar anlamında farklı bir ruhsal şekillenmeye neden olmuştur. Bir ulus gibi bir üst toplumsal gelişme Aleviler için söz konusu olmuştur. Abdülbaki Gölpınarlı bu duruma, "ilkel bir din" yaklaşımında bulunur. Esas olarak ulus bilinci aşılarak, sınıf bilinci olarak üst aşama dediğimiz aşamada, rıza şehri ütopyasına ulaşmışlardır. Tabi bu uzun tarihsel bir sürecin ürünüdür. Bâtınî düşüncesi, doğanın doğallığı, insanın insanlığından başka hiçbir egemenlik aracını kabul etmez. Ulaşılan üst toplum anlayışı, sosyalist toplumu da aşarak rıza toplumu düzenine ulaşmıştır.

Alevilik inancı konusunda çok sayıda yayınlanmış makaleleri bulunan bir isimsiniz, Alevilik üzerine yaptığınız çalışmalarla da tanınıyorsunuz. O nedenle biraz derine inelim istiyorum. Alevilerin cami, namaz ve kuran hakkındaki düşünceleri nedir?

Cami ve cemevi karşılaştırması yapmak kesinlikle doğru değildir. Her ikisi de ibadethane statüsüne ulaşmış iki önemli kurumdur. Kilise gibi, havra ve sinagog gibi. Cemevi çok eski bir kurumdur. Camiden de eski. İslam öncesi inanç ve dinlerin de Bâtınîlerin de ibadet merkezleri vardı. Deylem bölgesinde ve Horasanda ve Anadolu'da çok eskiye dayanan ibadet merkezleri vardı. Hristiyan Bâtınîlerin ibadet merkezlerinden bahsedilmektedir. İdris Peygamber'in (Hermes) 29 sayfalık kaybolan kitabının okutulduğu Bâtınî mabetlerin varlığı söz konusudur. “Cem” Kürtçe ve Farsça’da bir araya gelme anlamında kullanılmaktadır. Ön Aleviler olarak isimlendirdiğimiz Zerdüşt ve Mani dinlerinin bir bileşke inancı olarak şekillenen Bâtınî inancının eğitim, öğretim, inanç ritüellerinin yerine getirildiği mekanlar vardır. Bunlar bazen bir oda bazen bir tesis niteliğindedir. Ancak Bâtınî düşüncenin ve inancın yasaklanması nedeniyle mimari anlamda gelişme kaydetmemiştir.

Aleviler tüm kutsal kitapları kutsarlar. Ancak onlara zahir gözüyle bakarlar. Esas olan onların batın kısmıdır. Gerçek bilgilerine yani kutsal kitaplardaki hakikata ulaşmaktır. Bu nedenle Bâtınî düşünce yani Alevilik hakikatı felsefe gerçekliğinde aramış ve bulmuştur. Bâtınî düşünce ve inancında namaz yoktur. Erkanlarda özelliklede cenaze erkanındaki halka duruşu helallik almadır. Can'ı zahirden alıp bâtına teslim etmek anlamındadır.