BIFED RÖPORTAJLARI-5

RÖPORTAJ: TÜRKAN ÇİM IŞIK

ÇEVİRİ/TERCÜME: DENİZ ÖZTÜRK, PINAR ÖZKAN

Yıllardır etkileyici birçok belgesel izlediğim ve bu sene altıncısı yapılan Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) geride kaldı. Bu festivalde ekoloji temalı –ki ekoloji kavramını dar bir bakış açısıyla değil, birçok unsuru içine alan bir yapıyla işliyor festival– onlarca belgesel arasından bana en çarpıcı gelenlerden biri Salhane’de iki gün art arda süren “Cenk-Mücahitlerin Ülkesinde” ve “Afganistan: İkincil Hasarlar” belgeselleri ve ardından da belgeselin yönetmenleri ile gerçekleşen söyleşiydi.

Bölgemizde, komşularımızın ve zaman zaman ülkemizin de dahil olduğu, yıllardır devam eden savaşlar var. İki gün boyunca, Afganistan’da devam eden savaş ile ilgili İtalyan yönetmenler Fabrizio Lazzaretti ve Alberto Vendemmiati’nin belgesellerini izledik. Çok etkileyici gerçek görüntüler ve olağanüstü bir çalışmanın izlerinin derinlikle hissedildiği bu belgesellerde, savaşın siviller üzerinde yarattığı ekonomik, sosyal ve yaşamsal felaketin acısını kalbimde hissettim. Üstelik bu savaşın tarafı olan genç insanların, çoğunlukla, yıllar boyu süren Afganistan savaşları süresince etrafındaki ülkelere göç etmiş ailelerin, ellerinden her şeyleri alınmış, eğitimden yoksun çocukları olduğunu belgeselde gördüm ve savaşın sonsuz bir acıdan başka hiçbir şey kazandırmadığına bir kez daha inandım.

Yönetmenlerin 90’ların sonundan itibaren çekimlerine başladıkları ve art arda yayınladıkları iki belgeselde önemli karakterlerden bir tanesi de Dr. Gino Strada’ydı! Doktor Strada, 25 yıldan bu yana dünyanın çeşitli kriz bölgelerinde, savaş kurbanlarına tıbbi ve cerrahi yardım sağlayan Emergency şirketinin de kurucusu. Savaşın nedenleri ve sonuçları üzerine bütün insanlığın duyması gereken korkusuz cümleleri ile de bilinen Strada halen 72 yaşında ve aktif olarak kendisi olamasa da ekibi ve şirketi aynı bölgelerde çalışmalarına devam ediyor. Strada bu çalışmalarıyla 2015 yılında da Alternatif Nobel ödülü aldı. Yine biz belgeseli izleyenler, zor anlarda soğukkanlılığını hiç yitirmeyen ve Emergency’nin Afganistan’da kurulduğu sürece tanıklık eden, ağır koşullarda çalışan cesur hemşire Kate Rowlands’ın zor zamanlarda kadının gücüne olan inancımızı nasıl tazelediğine de tanıklık ettik.

Sonrasında, süreçle ilgili hem teknik hem çekim serüveni açısından daha geniş bilgi almak isteyen ve belgeselin iki gün süren gösterimlerini izleyen iletişim bölümü öğrencileri ve gönüllülerden oluşan bir gruba, yönetmenler tarafından detaylı bilgi aktarımının yapıldığı, hayli ilgi gören (Masterclass) bir buluşma da gerçekleşti.

Bozcaada’da bu belgeselleri gösterilen ve ardından Masterclass toplantısı gerçekleştiren İtalyan yönetmenler Fabrizio Lazzaretti ve Alberto Vendemmiati ile belgesellerinin yapım sürecini, 20 yıl önce gerçekleşen bu projeye dair hislerini, savaş bölgesinde çekim yapmanın zorluklarını ve BIFED’e dair düşüncelerini konuştuk.

Öncelikle bu iki belgesel için size teşekkür etmek isterim. Bu iki filmi izlemeyenler için hem sizi, hem filminizi daha iyi tanımak istiyoruz.

Fabrizio Lazzaretti: Babam da benimle aynı işi yaptığından çalışmaya erken başladım. Avrupa’da ‘Sinema ve Televizyon’ okuduktan sonra, 80’lerde, özellikle Birleşik Devletler, İngiltere ve İtalya’da ‘freelance’ film yapımcısı olarak çalışmaya başladım. 90’ların ortasında Alberto’yla tanıştık ve çalışmaya başladık. İlk başta ruh hastalıklarına değinen birkaç film yaptık. 1997’de savaş muhabirliği yapan bir gazeteciyle tanıştım. Kendisi 20 senedir Afganistan’da Ruslarla olan savaş hakkında yazıyordu ve bu yüzden Afgan mücahitlerin lideri Komutan Mesut’la yakın arkadaştı. Bunun üzerine bizi Komutan’la tanıştırmasını rica ettik. O da bunun mümkün olduğunu ayrıca bizimle beraber orada bir hastane açmak isteyen bir cerrahın (Gino Strada) da geleceğini söyledi. Böylece serüvenimiz başlamış oldu.

Alberto Vendemmiati: Benim yolculuğum Fabrizio’nunkinden biraz farklı. ‘İletişim, Tiyatro ve Medya’ bölümünden mezunum, ardından Roma’da, Centro Sperimentale di Cinematografia okulunda Film Yönetmenliği okudum. Her ne kadar daha teorik bir geçmişten gelmiş olsam da Fabrizio’yla tanıştıktan sonra belgeselciliğe yoğunlaşarak dahil oldum.

Bu filmi yapmaya nasıl karar verdiniz? Gazeteci Ettore Mo ve Dr. Gino Strada da size yardımcı olmuş. Bize anlatır mısınız bu süreçleri?

Fabrizio: Önceki soruya verdiğim cevaptan ilerleyebilirim. Küçük bir grup olan mücahitlerin Taliban’la olan unutulmuş savaşını konu aldık çünkü kimse üzerinde durmuyordu. Her ne kadar başta bu insanlarla tanışmak konu olsa da sonrasında hastanenin yapımının daha önemli bir konu olduğunu düşündük. Sadece zayıflıkları göstermek yerine savaş için bir şey yapmaya karar verdik. Bunun üzerine Gino Strada’yla konuştuk ve eğer kendisi bu operasyona girişiyorsa katılmak istediğimizi söyledik. Böyle de oldu. Filmin İtalya’nın ulusal televizyon kanalı Rai’da yayınlanan ilk bölümü 1999’da çekildi. Yayının sonunda Gino ve Hector sunucuyla konuşurken, “Eğer insanlar hastane yapımına katkıda bulunabilirse güzel olur” demişlerdi ve 200 bin euroya yakın bir para toplandı. Bu da hastanenin temellerinin atılmasına yeterliydi.

Alberto: Belgeselin yapımı uzun sürdüğünden üretimi anlatmak o kadar da kolay değil. Bir fikirle başlıyorsunuz, sonra gözünüzün önünde bir şeyler, buna bağlı olarak da gerçeklik değişiyor. Bu projeyi yapmaya karar verip sonra da çekmedik. Bir projeden çok bizim de yapımcılar olarak; nasıl olduysa, olan olaylara, hastane yapımına, para toplamaya dahil olduğumuz bir süreçti. Bunun üzerine hikâyeyi sonuna kadar takip etmek istedik ve en azından hastaneyi insanlar kullanabilene kadar durmadık, çünkü tek odaklandığımız şey savaşı başka bir perspektiften yani mağdurun gözünden anlatmaktı. Bu sahip olduğumuz en belirgin fikirdi ve hastaneyle oradaki hastalar bunu anlatmak için biçilmez kaftandı, çünkü bizce savaşı anlatmanın en dürüst ve içten yolu bu hastaları anlatmaktan geçiyordu.

Film boyunca sizi zaman zaman savaş alanında askerlerle, Komutan Şah Mesut ile sonra hastanede ameliyat masasında veya basın toplantısında görüyoruz. Filminiz için gerekli çekimleri yaparken zorlandığınız konular olduğunu anlattınız. Hem ekipman zorlukları, hem de insani zorluklardan bahseder misiniz? Ayrıca mücahit tarafında çekim yaptığınız için yaşamsal riskleriniz oldu mu?

Fabrizio: Afganistan’da elektrik kaynağı sağlamakla ilgili güçlük çektik ancak küçük bir jeneratörle ekipmanları şarj etmeyi başardık. Bir diğer sorun ise tozdu. Her yer toz içindeydi, her fırsat bulduğumuzda kameraları temizledik. Bu bizim işimizdi çünkü o kadar tozun içinde kameralara bir şey olması maliyet demekti. Analog ve dijital dönemin ortasındaydık. Neyse ki, yeni çıkan DVCAM’ler işimizi büyük kamera ve kasetlerle uğraşmadan yapabilmemizi sağladı. Bu yönden şanslıydık çünkü uzun süreler çekim yapıyorduk. İlk periyot yaklaşık 150 saat sürdü.

Alberto: İki film için yaklaşık 200 saat olması lazım.

Fabrizio: Hayal edebiliyor musunuz, eski VHS kameralarını kullansaydık kasetleri saklamak ve aletleri şarj edecek jeneratörü koymak için…

Alberto: Bir kamyonete ihtiyaç duyardık!

Fabrizio: Şimdi hepsini iPhone’la yapabiliyorsunuz (gülüşmeler).

Alberto: Penşir Vadisi’ndeki zamanımızda mücahitler tarafından bir şekilde korunuyorduk. Mücahitlerin misafirhanesinde onlarla beraber yerde yatıyor, kısacası bir hayat paylaşıyorduk. İki ay boyunca bu böyleydi. Bu döneme araştırma-soruşturma evresi de diyebiliriz. İkinci ve üçüncü evrelerde hastanenin bir bölümünde konakladık. İlk evreye göre daha rahat olduğunu söyleyebilirim. Sorun yaşadığımızı düşünmüyorum ama tabii ki ön cephelere gittiğimiz oldu, orada Tanrı’nın ellerinde oluyorsunuz. Biz daha çok mayınlardan çekiniyorduk çünkü her gün bir vakayla karşılaşıyorduk. Herkes toprağın mayınlardan temizlendiğini iddia etse de emin olamıyorsunuz. İkinci film bambaşka bir hikâyeydi çünkü Amerikan Koalisyonu bölgeyi bombalarken biz Batılılar olarak araçlarımızla Kabil’e yani Taliban tarafına geçmeye çalışıyorduk. Belki de en tehlikede olduğumuz an o andı.

Fabrizio: Taliban’ın askeri hareketlerini hiç çekmedik çünkü iznimiz yoktu. Biz aslında orada belgeselciler değil “Emergency” ekibinden birileri gibiydik. O yüzden bize sessiz olup göze batmamamız söylendi.

Alberto: Çünkü çok riskliydi. Ayrıca Batılılar olarak bir çanta dolusu para olarak gözükebilirdik. Taliban’ın er ya da geç Kabil’i terk edeceği belliydi. Her şey bir gecede oldu aslında. Bir şeylerin olduğu hissine kapıldık çünkü öğleden sonra bir grup silahlı Taliban askeri hastaneye gelip kaçmak için bir ya da iki tane ambulans çaldılar. Çok açık bir işaretti, kaçıyorlardı. O gece şehri terk ettiler ve ardından mücahitler şehre geldi.

Fabrizio: Çok zorlu anlardı çünkü hastanenin çevresindeki alana roket atmaya başladılar. Helikopterleri vardı…

Alberto: Belki de drone’ları! O gün konuşurken Gino helikopter olduklarını söyledi çünkü hiç jet sesi duymamıştık. Daha sonra öğrendik ki bu savaş ‘drone’ların bomba atmak için kullanıldığı ilk savaş. Yıldızları izlerken durup hareket eden ve ses çıkaran yıldızlar görüyorduk. Bence onlar ‘drone’lardı.

Siz ülkeyi ve savaşını anlatmak yerine, Afganistan’da tam olarak sivillerin başına ne geldiğini hiçbir sansür koymadan anlatıyorsunuz. Çok sayıda dilenen dul ve yoksul kadınlar, ampute çocuklar, ameliyat masasında kesilen uzuvlar, özellikle mayına basıp parçalanmış insanlar. Buradan bakınca belgeselinizin savaş konusunda rastgele konuşan herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Buradan hareket ederek şöyle sormak isterim. Sizin anlatmak istediğiniz neydi?

Albert: Bu bağlamda iki film birbirleriyle zıt diyebiliriz. “İkincil Hasarlar” savaşın arkasındaki siyasi sebepleri gösteriyor. Ama savaşın gerçeği sayı olarak askerlerden fazla olan mağdurlardır.

Gino Strada, Emergency kuruluşu ve bu kuruluşun ilk aşamasından itibaren Afganistan’da çalışan, belgeselinizden sonra çok saygı duyduğum gönüllü İngiliz hemşire Kate Rowlands... Belgeseliniz ve orada tanıdığım insanlarla ilgili kısa araştırmalar yaptım. Emergency pek çok savaş ülkesinde kurulmuş. Gino ve Kate hâlâ aktif olarak çalışıyor mu? Kate çocuklar için bir rehabilitasyon evi kurmuş Afganistan'da. Gördünüz mü? Görüşmeye devam ediyor musunuz?

Fabrizio: Gino’yu geçen yaz haziran’da gördük. Bu aralar iletişim halindeyiz ve arada da görüşüyoruz. Sudan’da ve 2007’de Afganistan’da onunla beraber bir film çektim. Emergency ekibiyle dünyanın dört bir yanında hastaneler inşa etmeye devam ediyorlar. Kate’i en son 2008’de Kabil’da gördüm. Yardım kuruluşları için çalışıyor ama şu an ne yaptığını bilmiyorum. Eğer hâlâ Afganistan’daysa yakın gelecekte onunla da iletişime geçeriz. Artık Gino’yla beraber çalışmıyorlar ama ikisi de hâlâ insanlık için iyi şeyler yapıyorlar.

BIFED bize çok iyi belgeseller izleme şansı sağlıyor. Sizin belgeseliniz bugüne kadar, savaşın yıkımları üzerine izlediğim en etkileyici belgesellerden biriydi. Siz BIFED’e katılmayı neden istediniz? Ne hissediyorsunuz?

Alberto: İki sene önce jüri üyesi olarak gelmiştim ve gerçekten inanılmaz bir deneyimdi. Ada çok güzel, izleyici çok sıcakkanlı. Festivalle ilgili her şeyi sevmiştim. Petra Holzer, Ethem Özgüven ve bütün ekip çok iyi insanlar. Bana filmi göstermeyi düşündüklerini söylediklerinde iki filmi beraber göstermenin güzel bir fırsat olduğunu düşündüm. Bugüne dek iki film asla beraber gösterilmedi. Çünkü hem üç saat süren uzun ve güçlü bir deneyim olacaktı hem de 11 Eylül saldırısından sonra filmler yaşanan olaylardan etkilenmişti. Bu nedenle ikisinin de gösterilmesinin iyi olduğunu düşündüm. 20 seneden sonra filmin mastırını bulmak kolay olmadı ama bir şekilde hallettik. İnsanlar gerçekten filmleri görmekten mutluluk duydu. Adada Masterclass’ımız vardı ve güzel bir deneyimdi. Bu festival için bütün BIFED ekibine teşekkür ederiz.

Anladığım kadarıyla çok fazla dokümanter oluşmuş elinizde. Bu kadar malzeme ile montaj, müzik dahil başarılı bir kurgu oluşturmuşsunuz. Nasıl oldu?

Alberto: İlk filmin bir kısmını profesyonel bir montajcı olan bir arkadaşımız tarafından yapıldı. Kalan kısmı ve ikinci filmi ise Giuseppe Petitto tarafından düzenlendi. Bu projenin üçüncü mimarıdır ve trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı. İkinci filmde düzenleme kısmını biz yaptık, Giuseppe ise düzenlediğimiz sekansları birleştirdi. Düzenleme kısmında bile tek kişi olarak çalışmadık ve süreç boyunca da tek bir yaklaşım izlemedik.

Fabrizio: “Cenk” için son kez Afganistan’a gittiğimizde son bölümü orada düzenledik. Giuseppe Petitto bir çanta, bir bilgisayar ve 10 GB’lık bir harici hafızayla geldi. Zamanında 10 GB harici disk 2 bin euro tutuyordu (gülüşmeler). 2000 yılında Venice Film Festival’i özel etkinlikler için filmi istiyordu, biz de filmi sahada düzenlemeye başlamıştık.

Alberto: Genellikle düzenleme sürecin son parçası olarak düşünülür. İlk önce projeyi yazarsın, çekersin, düzenlersin sonra dağıtırsın. Fakat belgeseller için genelde böyle değil. Bazen bu süreçler birbirinin üzerine binip zamanda aynı şekilde ilerlerler. Bizim durumumuzda da olan buydu. Bazen çekip düzenledik, sonra tekrar çekime gittik.

Orta Doğu’nun tamamı Dünya Kültür Mirası olarak koruma altında olması gereken bir bölge. Bu savaşlar trajiktir ki, geleneksel yaşam biçimlerini, kültürel kodlarımızı ve geçmişimizi de sonsuza kadar yok ediyor. Sadece Orta Doğu için değil, dünya için kıymetli olması gereken arkeolojik alanlar, sanat eserleri, diller, yaşam biçimleri her şey yok oluyor. Bu kayıtsızlığı neye bağlıyorsunuz?

Alberto: Çok açık ki insan hakları, ülkelerin hakları, çevrenin hakları savaş zamanında normalde olduğu gibi kalmıyor. Bazı bölgeler maalesef diğerlerinden daha şanssız. Savaşların arkasında her zaman ekonomik sebepler ya da geçmişin hataları olur. 18 ya da 19. yüzyılın sonunda da böyle oldu. Eğer bir ülkeyi sadece haritanın üzerinde sınır çekerek oluşturmaya çalışırsanız orada yaşayanları ve geleneklerini düşünmemiş olursunuz. O zaman da yüzyıllar boyunca bedelini ödersiniz. Orta Doğu’da da olan buydu. Ülkelerin sınırları bir oyunmuş gibi çizildiği için o ülkeler hâlâ birbirleriyle savaş içindeler ve dengesiz bir durumdalar. “Sınır burası” demek kolay ama bazen sınırların üzerinde yaşayan insanlar da olabiliyor. Örnek vermek gerekirse Kürtler’in de yaşadığı tam olarak bu. Ahkâm kesmek çok kolay ama bu aslında çok karmaşık bir konu. Afganistan hakkında biraz daha bilgiye sahibim ve diyebilirim ki eğer bir ülkenin etnik yapısına dikkat edilmezse ya da o farklı insanları aynı masanın çevresinde birleştirip ülke hakkında karar alınamazsa ülkedeki sorunlar yüzünden sorumlu tutulursun. Aslında esas soru… Savaşın, birbiriyle savaşan insanların ve çatışmaları istediğinden ve bunların bir kontrol mekanizması olarak kullanılmasından şüpheleniyorum. Benim bulabildiği tek cevap bu.

Fabrizio: Alberto’ya katılıyorum. Savaş insanları, kültürü öldürüyor ve bu yıkımla her şeyi yeniden inşa etmek yıllar sürüyor. Suriye’de olanları görüyoruz. Seneler önce, 1997’de gitmiştim Suriye’ye. İnanılmaz bir yerdi, Palmira’daydım, gerçekten görülmesi gereken bir yer. Fakat şimdi yaşananları duymak bende gerçekten üzüntü uyandırıyor. Çünkü 2 bin yılın yıkamadığı sadece bir kaç günde yıkıldı.

Başka projeleriniz var mı? Şu anda ne yapıyorsunuz?

Alberto: Başka projelerimiz var mı?

Fabrizio: (Gülüyor) Şimdilik evet diyebiliriz. Bir araya gelip herkesin eforlarını birleştirmeyi düşünüyoruz. 20 yıl sonra iki filmin de yeni bir versiyonunu oluşturmak basit ve kolay olmayacak. Ama biz 20 sene geçmesine rağmen Gino’nun yaptıklarını takip ederek ve umarım Afganistan’a tekrar giderek, bu hikâyeyi anlatmak istiyoruz. Prodüksiyon bakımından kolay olmayacak ama deneyeceğiz. Çünkü eski filmlerde kullanmadığımız, önemli olduğunu düşündüğümüz bir sürü görüntü var. Komutan Mesut ile bir sürü çekimimiz var. Bunlardan biri de El Kaide ve Usama Bin Ladin hakkında konuştuğu uzun bir röportaj. Komutan Mesut’un hikâyesi ve 11 Eylül’den iki gün önceki suikastini daha iyi anlatmaya çalışacağız. Bu konu hakkında düşünmekteyiz.