LGBTİ aktivistlerinden ve aynı zamanda vicdani retçi Rosida, geçtiğimiz kurban bayramını Suruç'ta nöbet eylemlerine katılarak geçirdi. İstanbul'a dönüşünde, Suruç'ta yaşanılanları ve oradaki gözlemlerini anlattı:

“ROJAVA'DA KÜRTLER KURBAN EDİLİYOR”

HDK gençlik ile birlikte 3 Ekim Cuma günü İstanbul'dan yola çıktık. Yani bayramdan 1 gün önce...

Aslında o tarih bilinçli bir şekilde planlandı. Çünkü tam kurban bayramı arifesinde, Rojava'da Kürtler kurban ediliyordu. 

Suruç'a varmadan önce 2 defa araçlarımız polisler tarafından durduruldu. Bir tanesinde kimlik kontrolü yapıldı. Suruç'a girişte ise panzer ve tomalarla yolu kesen polisler, bize içişleri bakanlığı ve valiliğin Suruç'a giriş izni vermediklerini söyledi. Ardından araçlarımız geri gönderildi. Biz de bu defa farklı yollardan ve köylerden sınıra ulaşmayı başardık. Kısacası yasal olarak Suruç'a izin yoktu, biz girdik.

İçişleri bakanlığının ve valiliğin Suruç'a giriş ambargosu, devletin ve hükümetin Rojava'ya karşı politik tavrını ortaya koydu aslında. Sınırın ötesinde kardeşleri katledilen insanların bu acısını anlamak yerine böyle yapmasını IŞİD'i yani o çeteleri desteklediğinin bir belirtisi olarak görüyorum ben.

“İNSANLARIN ÖFKEYLE DOLU OLDUKLARINI GÖZLERİNDEN FARK EDİYORDUM”

Suruç'un sınır köylerinden 'Behte'ye vardığımızda orada yaşam nöbeti tutan Kobanê'liler ve Kobanê'den göç edenlerin, gelen insanları çok sıcak karşıladığını gördüm. Oradaki insanlar savaşı anlatırken, savaşın ne kadar içinde olduklarını yüzlerinde görebiliyordum. Yaşanan çatışmaların, oradaki insanların ruhunu ne kadar yorduğunu görmemek mümkün değildi. Orada yaşayan insanların Türk devletine ve IŞİD'e karşı yoğun bir öfkeyle dolu olduklarını anlatırken gözlerinden fark ediyordum. Bir köylü ise bana: 'Gel, ben sana çetelerin kurşunlarının değdiği evleri göstereyim' dedi. İki ev çeteler tarafından kurşunlanmış. Bir eve ise uçak savar mermisi değmişti. Köy okulunun penceresinden de bir kurşun içeriye girmişti.

Köylüler, giren kurşunların üzerinde 'MKE' (Makine Kimya Endüstrisi) yazdığını ve bu kurşunları gazetecilere verdiğini belirtti. Köylüler Türkiye sınırını aşarak, devlet okuluna gelen bu kurşunlara rağmen devletin sessiz kaldığını söylüyordu. 

“YURDUMUZU İŞGAL ETMEYE GELMİŞLER”

Kobanê'li bir genç duvarın üzerine çıkarak şöyle konuştu: ''Hoş geldiniz! Sizler, o kadar uzun yollardan hoş geldiniz! Bu sınırın hemen ötesinde bir savaş var. Hem de amansız bir savaş! Gencecik yiğit evlatlarımız toprağa düşene kadar savaşıyor. Ben şehid kardeşiyim! Bu savaş kentimizi viran etti, canlarımızı yaktı! Kentimizi işgal etmek isteyen çeteler; Afganistan'dan, Çeçenistan'dan yurdumuzu işgal etmeye gelmişler.”

Savaşın insanları ne kadar etkilediğini gördüm. Ben de çok etkilendim...

Bulunduğumuz yerde, çıplak gözle Kobanê'yi görebiliyorduk. Havan toplarının seslerini çok rahat duyabiliyorduk. Özellikle akşamları çatışma seslerini rahatlıkla duyabiliyorduk. Dürbünle Kobanê'yi gözlemleyebiliyorduk. 

“GÜNDE İKİ SAAT ZİNCİR OLUŞTURULUYORDU”

Benim için sınırdaki nöbet, yaşam nöbetidir. Çünkü bir kentin gençleri, orada yaşamın devam edebilmesi için direniyorlar. Onların yaşaması için büyük bir nöbet tutuluyordu. Sınırda, 5 köyde, araçla 10 dakika mesafe olan köylerde halk konumlanmış. 24 saat boyunca dönüşümlü nöbetler tutuluyordu. Nöbetlerin amacı çetelerin sınırdan geçmesini, hastanelere götürülmelerini engellemek. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti devletinin onlara mühimmat, cephane vermesini engellemekti. Buna rağmen kameralara takılan görüntüler var. Günde iki saat zincir oluşturuluyor, sloganlar atılıyordu.

“VURULAN KİM?!”

Hepsinin gözleri Kobanê'deydi. Aileler, Kobanê'deki gençleri arayarak her gün soruyorlardı. Kobanê'li 18 yaşındaki Muhammed havan topu sesini duyduğunda az Türkçesiyle: ''Vurulan Kim?!'' diyerek, bize bakıyordu. O genç beş gün yanımızdaydı. Zorla yemek yediriliyor ve uyumuyordu. Çünkü iki akrabası çetelerin elinde, altı akrabası öldürülmüş, diğer akrabaları da Kobanê'de savaşıyordu.

“SEN BENİM EVİMİ YAKARSAN, BEN DE SENİN EVİNİ YAKARIM!”

Türkiye'de serhildanlar (başkaldırılar), Kobanê'nin kenar mahallerine çatışmaların sıçramasıyla başladı. Tam o gün çeteler sınırı geçerek, Türk askerlerinin bulunduğu 'Etmanek' köyünden Kobanê'ye saldırıyorlardı. Türkiye'nin bu pervasızlığına karşı başlayan serhildanlar, direnenlere büyük moral verirken devlete ise büyük mesaj verdi: 'Sen benim evimi yakarsan, ben de senin evini yakarım'.

'Kobanê'nin Türkiye'deki olaylarla ne alakası var?' diyenler, Kobanê ve Amed'in (Diyarbakır) sosyolojik bütünlüğünü bilmeyenlerdir. Kobanê'ye birilerini saldırtanlar, kendi yaşam alanlarına dinamit koyduklarının farkına vardılar.

“GENÇLER MÜRŞİTPINAR TEPESİNDE TOPRAĞA DÜŞTÜ”

Paramaz Kızılbaş ile beraber Arin Mirkan ve Devrim Alişer gibi gençler Mürşitpınar tepesinde toprağa düştüler.

Suphi Nejat Ağırnaslı, Alevi değildi Kızılbaş oldu, Ermeni değildi Paramaz oldu, Kürt değildi Kobani'de toprağa düştü.

Arin Mirkan, iki çocuk annesiydi. Kobanê'deki kadın devriminin ruhunu yansıtıyordu.

Devrim Alişer de özgürlük için bedel veren bir ailenin ruhunu yansıtıyordu.

Kobanê'de savaşında, elbette hakikatin savaşçıları kazanacak. Direnişin olduğu yerde düşmek yoktur.