Küsme! Sesime gel... Göklerimiz paralelse, ne gam... Ne sitem, ne temennidir bu, ne de lüzumsuz bir teselli. Ama yalan değil ki, yok paraya satıldım. Hayatımın perişan ve pejmürde parantezleri boylu boyunca uzanırken zihnimde, kalbime saplanan tüm o kokulu oklar süslü sarsak birer aksesuar şimdi... Maskeler ve şapkalar, dillendirebilir miydi beni, sakin bir yürek kadar... Kıyametimin gök gürültüsü dindi ama bu sefer de gönüller yerle bir...

Onursuzca, sorgusuzca ve umarsızca söyleşilen, kibir dolu sofrada, dağınık bir sürü kadeh, kutlamayı bekleyen. Sofranın makyajını ben yaptım, sofranın sahipleri sadece izlediler. İzlemesini çok sevdiler, elleri kolları ayakları oldum. Sonra indirdim giyotini boşalan yerlerine, kan doluştu kemiklerine, tutsak iken cellâtları oldum. Ölüsünü süsünden bile çok sevdim, anılarıyla yeniden doğdum...

İşte yine sakin yüreğin içinden geçiyorken, içinden çıktım. Yasa böyle. Sensiz karanlıkta, seninle parlaktım. Yaklaştığımı sanıyordum, oysa uzaklaşıyormuşum... Sahisiyle ve sahtesiyle, Araf’ta kaldım... Küçük hazineyi terk, büyük hazineye yönelmekle olurmuş, dediler. Ah, kandım... Sonunda, barıştım... Saati kurulduysa bir kere beklemenin, atılacak zar kalmamıştır geriye.