O; kışların çiçeğidir, kimimiz ona Ağlayan Gelin der, kimimiz ise Ters Lale.. Bir bakarsın Afganistan'dan dünyayı koklar, bir bakarsın Himalaya'dadır. Bir bakarsın İran'ın rejim askerleri onu botlarıyla ezmiştir ve bir de bakarsın Gever'de, toprağından koparmadan, bir gerilla onu avuçlarında sever..

Ters Lale nerede yaşıyorsa, işte oranın köstebeği ve faresi az olmaz, köklerini kemirirler onun, ama o yıkılmaz. Kış kudurmuş soğuklarla geldiğinde, çiçeğimizin yaprakları donar, ama yüreği donmaz, güneş kendisine bir görünsün yeter, Ters Lale'nin yaprakları tekrar şenlenir. Bir güneş görse yeter; şenlenen yaprakları gibi kökü de çoğalır, ne kışa aldırır ne de kemirgenlere, yeter ki bir güneş görsün.. Yeter ki kaçağı bol Afganistan'da, yeter ki mültecisi bol Himalaya'larda, yeter ki Kürdler için ormanlardan dar ağaçları yapan İran'da güneş doğsun.. Ve yeter ki Gever'e güneş doğsun; Ağlayan Gelin güler.. Sonra ha kış olsun ha da bahar, Ağlayan Gelin’in gözleri arşa, yüzü ise hep yere dönüktür; yüzüyle gözlerine kanlı Gever topraklarından gösterir, gözleri o toprağı alır ve gökyüzünü kanla doldurur. Ağlayan Gelin'in boynu bükük, alnı ise diktir. Gökyüzü ise Kürd'ün ahıyla doludur.. 

Gever; Ağlayan Gelin’in orta vatanıdır.. Gever; kan damlamış koca bir çukurdur.. Gever; Urartular'lardan, çok ama çok antik zamanlardan gelen bir ağıttır. Bir yanı İran, bir yanı Amerika eyaleti olan Irak, öteki yanında ise Türkiye.. Gever; parçalanmış bir ülkenin bıçak yediği yerdir, Lozan'da, Kürd'leri bölen çizginin altında kalan bir mazlumdur.. Siz çok bilmiş bir Burjuva Solcusunun burnunu arşa dikip de küçümsemesine bakmayın, tarih boyunca birçok medeniyet Gever'den yürüyerek geçmiş. Gever küçük beyinlerin yaşayamayacağı büyük bir tarihtir. Dağlar arasında, çok ama çok yüksek bir ovadır Gever, ve Ters Lale bu ovayı en az ölüm kadar doldurmuştur.

Çukur; Ağlayan Gelin ve ölüm doludur.

Ve sonra Geverli her evin dağa yürümüş bir gerillası vardır, sabah ezanında sıcak yatağından geceye karışan bütün Geverli gençler birer gerilladır. Ve gece pusu doludur. Sabah ezanlarında uzaklaşan ayaklar cansız döner, ağıtları dinmemiş bir kenttir Gever.

Günlerden bir gün, Gever'in Türkçe Tercümesi şöyledir:

-'Ustaaa!! Egîd Abilerle, Delal ablagillerin mezarları!..'

Usta elindeki çekici masaya bırakır, adı Mehmet Reşit İşbilir, demirci ustasıdır, elleri Demirci Kawa'nın ellerine benzer, namusludur.. Dinler çırağını, dinledikçe gözleri denizleşir, göz bebekleri Van Gölü'nde ayakta durmaya çalışan birer Akdamar Adasıdır. Egîd hem kardaşıdır, hem de arkadaşı; hem amcasının oğludur, hem de kayınçosu.. Egîd, Demircinin her şeyidir. Sonrasında Delal; Delal Mehmet Reşit'in bacısıdır, Delal Mehmet Reşit'in baldızıdır, Delal Mehmet Reşit'in arkadaşıdır... Delal; Mehmet Reşit'in her şeyidir. Evet mezarlık tahrip edilmiştir ve mezarlıkta yatan herkesin yaşları 25'in altındadır. Ve mezarlıktaki herkesin adı; ya Egîd, ya da Delal'dir. Çünkü mezarlık bir gerilla mezarlığıdır.. Mezarlık; sabah namazlarında dağlara yürümüş çocukların 'Ağlayan Gelin' altında uyudukları yerdir.

Ve zaman birçoğumuz için sadece zaman olarak ilerlerken, Gever için ise tahammülün tükenişidir, herkesin yüreği bir ağıdın avlusudur, Mehmet Reşit (34) ve yeğeni olan Veysel de (32) bu avlunun bir yeridir. Demirci Reşit'in yeğeni Veysel ise oto kaportacısıdır, sanayide ustadır anlayacağınız.. İş elbiselerini bile çıkarmadan mezarlığın yolunu tutarlar ve bütün tahrip edilmiş mezarlara elleri değer. Ve bu kırgınlıklarını isyanlaştırarak kafileler halinde mezarlıktan Gever'in çarşısına gelirler. Orada şunu deyip evlerine çekilecekler:

''Çocuklarımız büyüyemeden öldü, ömürleri alınmış çocukların ölülerinden ne istenir? Ey bürokrasi, ey resmi imzalarla zimmetlenmiş silah sahipleri; çocuklarımıza dokunmayın!''

Onlar bunu demek için Gever'in çarşısına yürürken, başkaları da yürüyordu.. Onlar diyeceklerini göz yaşları içinde bağırmaya giderken, namlulara kurşunlar yerleştiriliyordu.. Onlar Gever'in çarşısına gelmişken, resmi namlularıyla birileri de kâh pusuda, kâh da aleni onları bekliyordu.

Gever'in Çarşısı, Serez’in Bakırcı Çarşısı’ydı. Şeyh Bedrettin de Ortaklar Köyü’nden kalkmış, olacaklardan haberdar ve elinde kalemiyle, yarına göndereceği mektuplar yazmak için Gever'in çarşısındaydı.

Ve kurşunlar namlulardan ayrıldı, Gever'i vurmaya gelmiş katillerin yüzlerini Şeyh Bedrettin gördü, Börtlüce atını şaha kaldırıp bütün dünyaya bu mektupları taşıyacaktı. Namlular ardı sıra patlamaya başladı. Şeyh Bedrettin şöyle yazdı: ''Mehmet Reşit'i yüreğinden, Veysel'i de alnından vurdular.'' Şeyhinin dedikleri Börtlüce’nin yüreğindeydi, şaha kalkmış atı durmamak üzere zamanda yolculuğa çıktı.

6 Aralık 2013 günü, Gever'den Bürokrasi ve de İnsan Sevicileri’ne yazılan mektubun Türkçe'si şöyle başlıyordu:

''Büyüklerin barış olacak diye başlattığı süreç, ki o dönem dağdaki gerilla ile devlet arasında barış görüşmeleri yapılıyordu; iki eş, iki baba, iki kardeş, iki oğul, iki arkadaş, iki usta, iki torun, iki kirve, iki her şey için.. sona ermiştir, çünkü onları öldürdünüz.. Ne çok şeyin öldürüldüğünü, ne çok insan öldürüldüğü gerçeğini; hangi anayasanıza, ya da hangi devrimci anlayışınıza gömeceksiniz? Samimiyet sizsiniz..''

---

Mehmet Reşit ve Veysel'in ölüm haberi resmi ajanslara şöyle düştü: Teröristtiler, çatışma çıktı ve onlar öldüler..

Kürd'ün resmiyetteki tanımı işte: 'Teröristtiler..' Değillerdi, ikisi de işçi, ikisi de babaydı.. Ve Mehmet Reşit'in 4, Veysel'in de iki çocuğu vardı. Onlar resmi kurşunlarla öldürüldü, Orman Mahallesindeki o Gerilla Mezarlığına defin edildiler, ölümleri resmi ajanslarca saptırılıp gerçekler tahrip edildi. Gerilla mezarlığı iki canı daha koynuna aldı, iki abiyi..

Her gerçek en az bir gerilla kadar gerçektir ve resmi ajanslar, gerçeğin tahripçisidir..

Hakkari kış giyinmiş ve mezarlıklara beyaz bir kefen serilmişti. Reşo'yla Veysel'in 6 çocuğu artık Gerilla Mezarlığında babalarını arayacaktı. Vergisini verdikleri kurşunlarla öldürüldüler. 

Ağlayan Gelin’in gözleri arşa, yüzü ise hep yere dönüktür; yüzüyle gözlerini kanlı Gever topraklarından gösterir, gözleri o toprağı alır ve gökyüzünü kanla doldurur. Ağlayan Gelin'in boynu bükük, alnı ise diktir. Gökyüzü ise Kürd'ün ahıyla doludur! 

Son sözü Gever'e bırakıp yalnızlığıma çekiliyorum: 'Güneş doğar gibi barış gelsin artık, illaki ağlayacaksak sevinçten ağlayalım. Edî bes e lo, edî bes e..'