Baskı altında yaşayan, ezilenlerin, sömürü ve soyguna maruz kalanların, zulme ve yoksulluğa mahkum edilenlerin kısacası egemen sistemin ekonomk, siyasi veya kültürel olarak ötekileştirdiği topluluklarda bir şikayet fobisi geliştirildi. Adını ettiklerimiz şikayeti ve şikayetçiliği benimser bir kültür olarak kabullendiler, kabullendirildiler. Hep eskiyi konuşan, tartışan veya öne çıkaran günlük yaşama tabii kılındılar. Son bin yılının acılarından öfke ve gelecek inşaa edilmesi yerine acılara boğuldu halkımız, halklarımız. İnsanoğlunun, dünya ve evrenin geçmişi elbette konuşulur, araştrılır. Hatta tarihsel geçmişini iyi kavramayan, anlamayan gelecek öngörüsü zayıf kalır.  İnsanlık ve sınıflar tarihi, doğa ve evrenin tarihi bilinmelidir. Ancak tek tek olay ve olgulara takılarak koca bir insan ömrü heba edilemez. Geçmişin acılarında kahramanlıklar çıkartılıp da gerçek bilim den uzak durmanın hiç bir anlamı yoktur. Doğa da herşey değişim ve dönüşüm içerisindedir ve hep ileriye doğru akar. İnsanlık tarihi kahramanlıklarla doludur ve elbetteki acılar içerisinde kıvarnıldığı içindir bu kahramnlıklar. Sınıflar arası mücadele de nice kahramnlar, önderler, bilim insanları, aydın ve yazarlar, sanat ve kültür inasanları çıkıverdi tarihin farklı zaman dilimlerinde farklı coğrafyasında gezegenin. Bunlar ne inkar edilir ne de sonsuzluğa gömülr. Herşey hayatın bir parçasıdır ve yaşam var oldukça devam edecektir.
 
Geçmişte yaşananlar yaşandı ve bir daha tekrar etmesi, ettirilmesi kadar vahim ne olabilir ki. Ezilmişlikler, acılar, yokedilişlere sarılarak uyumak geşeceğe karşı direnmek değilmidir?
Bir yüzyıl daha bilimsel gelişmeye, değişim ve dönüşüme sırt dönülemez!
 
34 yıldır 12 Eylül darbesinden şikayet edip duruyoruz, kavgada ölenleri anıyoruz..yoksulluk edebiyatına şimdi kanda eklendi ve şikayet kültürünün adı solculuk, sosyalistlik ve hatta komünistlik oldu!.... Hadi oradan!... Yeni bir dünya projesinden vazgeçmeyeceksin, bilim ve doğanın diyaliktiğinden asla taviz vermeyeceksin ve her gün biraz daha yaklaşmalıyız hiç yaşanmamış yarınlara ve sürekli dünü şikayet ederek değil, yarınların güzelliğini yaşamında uygulayarak, kanıtlayarak dünyayı değiştirme kavgasında rol alacaksın! Yoksa oynadığın oyunda sahne kapanır yüzüne ve sen kendin çalıp kendin oynarsın.. sadece yıldönümleri kutlar, anmalarda ağıt yakarak eskiyle oynarsın, oyalanırsın! ..Oysa yeryüzü aşkın yüzü olacaksa bu marksizmden geçer, onu yenilemek ve geliştirmekle olur, Marksizm ise feodal -dinci- ilkel, ortodoksçu ve köylü sosyalzimi değildir!.. Unutma bireyin özgür olmadığı bir yerde toplum özgürleşemez! Teba ve biat toplumu oluşturarak adına da sosyalist örgütlülük dersen buna da 21. yüzyılda kargalar dahi güler!... İnsan bir doğarken bir de ölürken eşittir, arada geçen zaman ise adaletsiz dünyanın mülkiyeti için ibadete durur ve kapitalizmin hakimiyetinde ki yeryüzü sisteminde bir nesneye dönüşür...Çıkar ve mükiyet ilişkilerinde boğuşur gezegenin ortasında... Aslında hepsi bir karın tokluğudur ihtiyaç duyulan gerisi mutluluktur yaşanması gereken... Kapital girince yaşama mutluluk ta biter tabiki... Dünya yı sarsan o kitap 147 yıl önce, 14 Eylül 1867'de, ilk cildi yayımlanan Kapital'i yazarı Karl Marks'ın öngördüğü Ütopya'mızı son yıllarda bizzat içerisindeymiş gibi duranlar tarafından kirletilmesi sağlandı ve hala bencil, despot ve hürafilerin etkisi altında bir hayalimiz var ve o ütopyamız er yada geç gerçekleşecektir...
 
Türkiye sosyalist tarihinde büyük olaylar ve kahramanlıklar elbette vardır. İnançları ve o ütopya için bedenlerini ölüme yatıranlar çoktur.Hepsinin önünde saygı ile eğiliriz. Ancak ne varki Haziran 2013’teki Gezi direnişi kadar ütopyamıza yakın duran bir kesite az raslanır o topraklarda.
 
Uzatmayalım... Doğa ve canlıya zarar veren evrende ki bütün kötülük ve çirkinliklere son verilecekse...
Yeryüzünün yeniden yenilenmiş bir sosyalizme ihtiyacı var!