Yirmi gencimizi daha kirli savaşa kurban verdik… 

Evet, şiddetin her türlüsüne karşı olan insanlar olarak, bu acının ve şiddetin tüm sorumlularını lanetleyelim. Bunu ancak “şiddetin her türlüsü”ne karşı olanların yapabileceğini unutmadan...

Zira devletin, devletlerin şiddetine karşı olmayanlar şiddet karşıtlığından falan söz edemezler. Devlet terörüne kör olanların, gözaltında kaybedilenler için kılını kıpırdatmamışlarının, devletin rutin dışına çıkabileceğini söyleyenlerin, Sivas katliamını kınayamayanların, Ertürk Yöndem tarzı gazetecilikleriyle BDP'lilere yönelik “terörü yeterince kınamıyorsunuz” ikiyüzlülüğünü de teşhir edelim.

Roland Barthes'ın dediği gibi, faşizmin esas olarak bir “konuşma yasağı değil, söyleme zorunluluğu” olduğunu bugünlerde daha çok hatırlayalım. 

Peki, yaşanılan acının gerçek sorumlularını ve hakikatte ne olduğunu biliyor muyuz?

Savaş çığırtkanı, asalım, keselim diyen bir medya ile ne olduğunu nasıl bilebiliriz ki?

Böyle bir medyanın bize söylediklerine inanmamız için bir neden var mı? Kimin, kimlerin hangi zihniyet eliyle yaptığı herkesin malumu olan 1993 Sivas katliamının sorumluluğunu bile PKK’ye yıkmaya çalışan bir dezenformasyon medyasından söz ediyoruz. (Bkz. http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/05/31/madimakin-sirri-daglicada-sakli

Bu dezenformasyonun, satır satır çürütülüşünü görmek isteyenler www.gelawej.net sitesindeki şu yazıya bakabilir: http://www.gelawej.net/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=3513)

Bu dezenformasyonu yapanların bu konu ile ilgili herhangi bir haberine güvenilebilir mi?

Bugün demokrat olmanın koşulu bu dezenformasyon medyasının dili ile konuşmamaktır.

Bu dilin tam da linç iklimini hazırlayan bir dil olduğunu ısrarla vurgulamaktır.

Gerçek demokratlık böyle acıların yaşandığı kriz zamanlarında belli oluyor. Oysa, milliyetçi histeri basının büyük çoğunluğunu esir almış durumda. Bu milliyetçi histeri, özellikle ölümlerin sorumluluğunu BDP’ye ve bağımsızlara yıkma yarışında ve densizliğinde kendini gösteriyor.

Hükümetin Kürt açılımını desteklemiş bazı yazarlar tepeden bir üslupla, egemenlerin gözlükleri ile saldırıyorlar bağımsızlara ve BDP'ye…

Üç örnek verelim. Gülay Göktürk: “Bizi yıllardır oyalayan ve işte sonunda terör örgütüyle etle tırnak gibi birleşik olduğunu deklare eden BDP'ye lanet olsun. Şahininizle, güvercininizle artık sizden hiçbir umudumuz kalmadı.” (Bugün, http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/162711-lanet-olsun-makalesi.aspx )

Nedim Hazar: “BDP gibi neredeyse faşist çizgide siyaset yapan, her fırsatta gerilimi, kini, nefreti körükleyen siyasi zihniyetin getireceği nokta, başta Kürtler olmak üzere bu millet için hayırlı değildir sevgili dostlar. Allah'tan, mevcut BDP yönetim zihniyeti yönetmedi terör örgütünü bugüne kadar. Yoksa dökülen kan bin misli fazla olurdu diye korkmaktayım.”  (Zaman, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1044 )

Mehmet Baransu: “Barış ve demokrasi” kelimelerinin arkasına sığınan vicdansızlara bir kez daha sesleniyoruz... Adımıza konuşma hakkından artık vazgeçin... Çünkü siz ve sizler “barış ve demokrasi” kelimelerinden bile korkacak kadar korkaksınız...” (Taraf, http://www.taraf.com.tr/mehmet-baransu/makale-korkaklardan-biktik.htm )

Bu ne kindir, ne kışkırtıcılıktır?

Bütün bu yaşananlardan niçin BDP ve bağımsızlar sorumlu olsun?

Meclis'i  boykot ettiği için mi?

Oysa ki, BDP'nin meclise girmeme sürecini başlatan, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşmesi için YSK'ya başvuran AKP'lilerdi, bir kez daha hatırlatalım....

Kimse kamuoyunu kandırmasın, güya açılımı desteklemiş olan bu tip yazarlar ölümlerin sorumluluğunu böyle utanmazca BDP’ye ve bağımsızlara yıkmaya çalışırsa, ülkenin başbakanı “Kürt sorunu yok, PKK sorunu var” derse, lümpen milliyetçiler de Aynur’un konserinde olay çıkarır, Kürt işçilere saldırır, çatışmada ölen askerlerden birinin akrabası olan Kürt işçiyi yaralar. Milliyetçilik histerisinin yarattığı bu linç ikliminin Türkiye'yi savaşa sürüklemesine izin vermeyelim.