3 Temmuz 2011 süreciyle başına gelen onca felaketin ardından en anlamlı başarısı bu şampiyonluk oldu Fenerbahçe'nin. Zira bu şampiyonlukla şike süreciyle gelen bütün sıkıntıları da bertaraf etmiş oldu.

Bu süreçte kuşkusuz ki Fenerbahçe'nin en büyük gücü taraftarı oldu, başka bir takımın başına bunca dert gelse muhtemelen kümede kalma mücadelesi vermesi beklenirken Fenerbahçe, taraftarının gücüyle bu üç sezonda ligde 2.liğin altına düşmezken, 2 Federasyon kupası aldı, UEFA 'da bir de yarı final oynama becerisi gösterdi. Bu şampiyonluksa Fenerbahçeliler için şike sürecine verilen bir cevap niteliği taşıyor

ÖNCE AYKUT KOCAMAN VE TARAFTARIN HAKKI

Tabi taraftarın gücünün yanında Aykut Kocaman'ın hakkını da teslim etmek lazım. Bir takım düşünün ki yöneticilerinin yarısı içerde ve siz bu takımın teknik direktörlüğünü yapıyorsunuz ve ister istemez başkanlığına da soyunuyorsunuz. Bir taraftan elinizde şike ithamlarına sahada başarınızla cevap vermeniz gerekiyor, diğer yandan da yine şike süreciyle birçok oyuncunuzu kaybetmişsiniz, Avrupa kupalarından men cezası almışsınız. Dolayısıyla gelirlerinizin büyük bir bölümünü de kaybetmişsiniz. Hal böyleyken bu takımı tarihinin en kötü döneminde ayakta tutma becerisi gösteriyorsunuz. Dolayısıyla bu şampiyonlukta Ersun Yanal kadar Aykut Hoca'nın da hakkını vermek gerekiyor. Bu takımı adım adım o yarattı, taraftarının desteği ile o ayakta tuttu.

AZİZ YILDIRIM KAYBETTİ, FENERBAHÇE KAZANDI

Şike sürecinde Fenerbahçe taraftarı kendini fazlasıyla yalnız hissetti, bu yalnızlık hissinin kaynağı ise daha çok adil bir yargılama sürecinin olmadığına dair inançtı. Zira şike bu ülke topraklarında yeni bir gerçeklik değil, ancak sürecin dokuz takımla başlaması ardından bir tek Fenerbahçe'ye inmesi sürecin bir şike operasyonundan ziyade Aziz Yıldırım operasyonu olduğuna dair inancı güçlendirdi. Yoksa hiç bir Fenerbahçelinin haksız bir şekilde kazanacakları bir başarıyı içlerine sindireceklerini düşünmüyorum.

Ancak sürecin bir Aziz Yıldırım operasyonuna dönüşmesi ve Fenerbahçe taraftarının haklı olarak bu operasyonu Fenerbahçe'yi ele geçirme operasyonu olarak algılaması, Fenerbahçe taraftarını daha bir kenetledi. Gezi direnişiyse Fenerbahçe taraftarının hem yalnızlığını kırma vesilesi, hem de Fenerbahçe'ye yapılan operasyonun toplumsal anlamda meşru bir zemine oturtması anlamı taşıyordu. Bir taraftan da Fenerbahçe taraftarının hiç olmadıkları kadar siyasallaşmasına, saf tutmasına vesile olacaktı. Tribünler bir taraftan 34. dakikayı, bir taraftan da Ali İsmail Korkmaz'ı, Ahmet Atakan'ı , Medeni Yıldırım'ı, Selçuk Yula’yı unutmayacaktı. Bu şampiyonluk biraz da onların hatıralarıyla anılacak.

Süreç içinde Aziz Yıldırım kaybetti diyebiliriz. Ama Fenerbahçe ve Fenerbahçe taraftarı bu süreçten kazanarak çıktı. Bu şampiyonluğu da en çok onlar hak etti.

ŞAMPİYONLUK ERSUN YANAL'IN ANLAYIŞIYLA GELDİ

Biraz da saha içine bakalım, Aykut Kocaman ve Fenerbahçe taraftarıyla birlikte Ersun Yanal'ın da hakkını verelim. Sarı lacivertliler sezon başı transferlerini Aykut Kocaman’ın stratejisi üzerine yapmıştı, az ama öz oyuncular aldılar en önemlisi istikrarlı oyuncular aldılar Alves ve Emenike gibi.

Aykut Kocaman'ın amacı var olan kontrollü ve iyi pozisyon alan futbolu, biraz daha agresifleştirmek ve takımı biraz daha fazla koşturmaktı. Ne var ki bunu yapmak Ersun Yanal'a düştü. Ersun Hoca'yla birlikte takım daha dikine, hızlı her alanda pres yapan bir takıma büründü. Aslında iki farklı futbol ekolünü temsil eden Teknik Direktörleri üst üste yaşadık, Aykut Hoca özellikle Avrupa'da başarıyı getiren kontrollü oyunu tercih ederken, Ersun Hoca tempolu ve direk sonuca giden takımın yaratıcısı oldu bugüne kadar ki bu futbol geçen sezonun deplasman sorununu ve geçen iki sezon da üç büyüklerin alışılmışın dışında puan kaybını çözmüş oldu. Bu gün bu puan farkının sebebi de bu aslında. Galatasaray ve Beşiktaş aynı grafiği sürdürürken, Fenerbahçe Ersun Yanal'la bu istatistiği bozdu.

Şunu da eklemek gerekir, bu iki farklı kimlikteki oyun yapısı en çok Caner'e yaradı, geçtiğimiz yıllarda savunma yönü problemli dediğimiz Caner Aykut hocayla savunma yapmayı öğrenirken, Ersun Hoca'yla kendisinde zaten var olan hücum yönünü harmanlamış oldu. Ve ülkenin en iyi kanat oyuncusu ortaya çıkıverdi.

Bu arada Aykut Hoca'nın geçen yıllarda Fenerbahçe'ye oynattığı oyunu beğenelim beğenmeyelim bu güne kadar hiçbir yerli hocanın denemediği hatta aklına bile getirmediği bir sistem olduğunu belirtmek gerekir. Pozisyon almak ve kontrollü futbol.

"HAK EDİLMİŞLİK ŞAMPİYONLUK"

Bununla beraber Ersun Hoca'nın oynattığı dikine oyun hepimize daha keyifli geldi. Takım daha tempolu bir kimlik kazanmakla birlikte maçların 90 dakika olduğunu hatırladı ve inatçı bir yapıya  büründü. İlk yarıda birçok maçı 90+’da çevirebilmesinin nedeni bu inatçılık ve en önemlisi Ersun Yanal'ın takımı şampiyonluğa ikna etmesiydi. Bir takımda 14 farklı oyuncu gol atabiliyorsa bu hem bunun anlamıdır hem de oyun yapısının baştan sona değiştiğinin göstergesidir.

Ersun Hoca dar bir kadroyla mücadele etti, dar ama istikrarlı, profesyonel saha dışında adlarını çok duymadığımız futbolcularla. Ersun Yanal'ın büyük şansı muhtemelen geldiğinde kimi transfer etmek istersiniz diye sorulsaydı Aykut Kocaman'nın transfer listesini birebir verecek olmasıydı. Geldiği gün bu kadro şampiyonluk için bana yeter demesi bundandı biraz. Kendi yardımcılarını bile getiremediği bir ortama geldi ve bu takımı ben yaratmadım gibi bir söyleme hiç girmedi.

Sonuç, ligin beşinci haftasından beri lider Fenerbahçe, en çok şut atan takım, en çok gol atan takım, maçları 90 dakika boyunca isteyen takım Fenerbahçe, yıldızlarının yanında takım olabilmeyi beceren yine Fenerbahçe. Başta takım olmak üzere Ersun Yanal ve emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekir. Ancak Caner, Kuyt ve Mehmet Topal'a ayrı bir tebrik gerekir. En büyük emek gücü onlarındı bu sezon. Ve muhtemelen uzun zamandır futbol ahalisi bu şampiyonlukta ilk kez birleşti: "Hak edilmiş Şampiyonluk!"

BİTSİN ARTIK BU SEYİRCİSİZ SAÇMALIĞI

Son olarak bir de kadın taraftarların hakkını verelim. Malum futbolu seyircisiz oynatmak gibi zeka küpü bir cezamız mevcut. Oysa maçı izleyenler çok rahatlıkla şunu söyleyebilirler:  ”O kadınlar o tribünlerin artık bir parçası, eti kemiği, bir dakika sustuklarını duyabildiniz mi? Öyle bir tribün ambiansı mevcut ki maçın gidişatı içinde olağan tribün sessizliklerini yaşamıyorsunuz, her pozisyon için söyleyecek bir cümleleri mevcut. Ve her daim söyleyecek bir marşları var. Bunu bir ceza olarak gören yönetici güruhundan elbette e-bilet saçmalığının çıkması şaşırtıcı olmuyor. Hani maazallah bu dâhiyane fikir de olmasaydı ne olacaktı?”

“Şampiyonluk maçını da seyircisiz mi oynatacaktınız?” gibi bir soru geliveriyor insanın aklına.

Artık çözümlerinizi kadın erkek seyircinin bir arada var olduğu tribünler üzerinden düşünürseniz hepimiz için daha makbul olacak.

Bu çözüm e-bilet değil elbet…