Üzerime yapışıp kalan, yaşadıkça yüzümde beliriyor savaşmışlıkların izleri. Yorulmuş değil, yoğrulmuş gibiyim. Damarlarımda hissediyorum tadını, ilkeli bir öfkenin. Kalpağım ve kaftanımla, kapkaranlık bir savaşçı. Yıllar boyu bir sığınakta saklanan ve sonra çıkınca saklayanlarını vurduran. Kendin ördün kendi ağını. Özgürlükler boynunda yalandan tasmalarmış, çekiştirdikçe kendine bağlanan, sarılıp, dolanan...

Nasıl bir şeydir kendi suyunda boğulmak, kendi gemisine hapsolmak. Nasıl bir şey, kendi gemisinden kaçmak ve kurtulamamak. Peki nasıldır, silah ve cephane dolu bir odada, üzerine bağlanan bombalarla övünmek durmak... Korkup gittiğin, yanına yanaşmadığın hiçbir yüz, rüyalarından çıkmayacak. Canın çıksın, aklından çıkmayacak. Sahi, nasıl bir şeydi, aynada her gördüğünü, kendin sanmak?

Hırçınsa zihnin ve cılızsa sesin, bağır kendi kuyuna, yankına katıl. Kaldımsa sana akarken kaldım. Hep arandım, hep arandım. Topla çaputlarını, hiç dokunulmamış gibi; kaybol ortadan, sanki varmış gibi. El yordamıyla bulmuşken zaten mağaranın kapısını, çıkıp çıkmamakta mütereddit. Üstün kılınmışken ve üstüne çıkmışken. Seyrediyorum ama hissetmiyorum, tabuttayım; kefenim sana kalsın, Araf’tayım.