Değişmedim, ben yine o anlaşılmaz, belli belirsiz, uçsuz bucaksız, kopkoyu, karanlık varlıktım. Kopyaladım karakter kusurlarını, koca bir krater oldu içim. Hiç görmezsin, hakiki siyahın saydamlığındaydım ben, sendeydim, kim bilir, belki her şeyindim, belki hiçtim, belki bir anlıktım...

Doğduğum, büyüdüğüm, olduğum ve kaybolduğum siyahlığa seyahatimde izlerim kumdan adımları. O siyah ki tüm yıldızların en uzağı, zifiri bir karanlıkta, boşlukta ve sessizlikte, duran, akan ve süzülen... Akkor kıvamında yüreğimde köz, zamanla yok oluyor. Yerini alan susuz, bu kupkuru vahada avlanmaya çıkan çıkana. Yazık ki av artık mecalsiz, sönüp giden yitik bir yıldız gibi…

 

Oynamadım, oyalanmadım ama onaylamadım... Zorbaca saldıran acılara teslim olmayınca, bir bir elimde geçirgen ve gözenekli topaçlara ve şirin, sevecen sözlere dönüştüler. Ve yenildiler karanlığıma...

İçimde taşıdığım odama çekildim. Görünmeden, ve ıssızda, ne olacağını ve nereden çıkacağını bilmeden. Taze biçilmişti çimenler, nilüfer çiçeğinin üzerinde duruyordum, arınmış ülkemde. Böyleyken, seni senden iyi okuduğuma bozulma, kızma. Zira yazan da benim, bozan da...

Dur, yoksa açılıyor mu kapı...