Evrim Kurdoğlu / T24

Kobanê, 27 Ocak’ta resmi olarak dünyaya özgürlüğünü ilan etti. 135 gün boyunca süren yoğun savaştan sonra şehrin merkezinde savaş bitti, Kobanê sokaklarında artık IŞİD korkusu olmadan yürümek mümkün. Köylerin bir kısmında IŞİD ile savaş sürse de her gün ortalama 15 köy IŞID’in elinden YPG/YPJ’ye geçiyor. Şu anda yaklaşık 380 köyün en az 300’ü, Kobanê kantonunun yönetiminde.

Urfa, Suruç’tayken tanıştığım Mustafa Muhammed Seddık 3,5 ay önce savaştan kaçıp Türkiye’ye gelmiş, şimdiyse Kobanê’ye döneceği günleri sayıyor:

“Kobanê’nin özgürleşmesinden çok mutluyum. YPG bizi çağırır çağırmaz hemen iki çocuğum, eşim, annem, babam ve kardeşlerim, hepimiz Kobanê’ye gideceğiz. Memleketimizi çok özledik.”

Ancak Mustafa Muhammed Seddık ve onun gibi topraklarını terk etmek zorunda kalan Kobanêliler, geri döndüklerinde ne evlerini, ne de anılarına mekân olmuş herhangi bir dört duvarı bıraktıkları gibi bulacaklar. Çünkü Kobanê’den geri kalan tek şey yıkılmış, harap olmuş, hayalet bir şehir.

SOKAKLARDA ÖLÜ BEDENLER…

Şehre girdiğinizde, sizi Amerikan filminin içinde hissettiren bir görüntü karşılıyor. Binalar yıkılmış, arabalar ters dönmüş. Sokaklar yıkıntılar ve ölü bedenlerle dolu. Sokaklarda patlamamış havan topları, mermiler görmek son derece olağan.

Gün ışığıyla aydınlanan şehir, güneşin batmasıyla karanlığa gömülüyor. Elektrik ihtiyacı jeneratörlerle karşılanıyor. Jeneratörün çalışmasını sağlayan mazot da tıpkı diğer her şey gibi çok az olduğundan günde sadece 4-5 saat elektrik kullanılabiliyor. Su, gıda gibi temel ihtiyaçlar insani yardımlarla geliyor. Kobanê’de yemek içinde barbunya, ton balığı, eğer şanslıysanız yaprak sarma olan konserve kutularından ibaret. Bu konservelerden de çok yok, her zaman bulunmak mümkün olmuyor.

                  
Perwer ve Mustafa, Kobanê'ye gelen gazetecilere yardım ediyor

Perwer ve Mustafa, 20’li yaşlarında Kobanêli iki genç. Tüm savaş boyunca Kobanê’den sadece 15 gün ayrılmışlar, görevleri “gazetecilere yardımcı olmak.” Savaşın en kızgın olduğu zamanlarda ön cephelere gitmişler. Gazetecileri güvenli noktalardan geçirerek onların savaşı dünyaya duyurmalarını sağlamışlar.

‘EŞYALARI ELLEME, TELEVİZYONLARIN İÇİNDE PATLAYICI VAR’ 

Kobanê’ye gelmiş bir gazeteci olarak bana yardımcı olmak da onların “görevi.” İlk gün Kobanê’yi gezmeye karar veriyoruz. İlk adresimiz Müştenur Tepesi. Yolculuğumuzun henüz başında Mustafa’dan ilk uyarıyı alıyorum:

“Evlere veya dükkanlara sakın tek başına girme. Eşyaları elleme. Her yerde tuzaklar olabilir. DAİŞ televizyonların arkasını açıp içine patlayıcı yerleştirmiş. Kapıları açınca patlayacak şekilde bırakmışlar.

Bizim bastığımız yerlere basarak yürü, bazı yerlerde mayınlar var. Patlamamış havan toplarının üstüne basma. Bu yüzden ölen insanlar oldu.”

DAİŞ ÜYELERİNİN CENAZELERİNİ GÖMEMİYORUZ’

Müştenur’a gitme arzusu korkuları bastırıyor. Konuşurken sokakta tam olarak ne olduğunu anlamadığım bir şey görüyorum. Aynı anda burnuma kötü kokular geliyor. Biraz daha yakınlaşınca anlıyorum kokanın ceset olduğunu. İlk tepkim gözlerimi kapatmak oluyor. “Bu ne” diye sorunca Perwer cevaplıyor:

“Şehrin pek çok sokağında bu cenazeleri göreceksin, alışmalısın. Bu cenazeler DAİŞ üyelerinin. Enkazların altında da çok sayıda olduğunu tahmin ediyoruz. Kanton yönetimi cenazeleri gömmek istiyor ama yıkıntıları görüyorsun, bunları kaldıracak büyük araçlarımız yok. Siviller gelmeye başlayınca hastalık tehlikesi olacak. Bu yüzden yetkililer temizlik çalışmalarına başlamak istiyor ama Kobanê’de temizlik için gerekli materyaller yok.”

Tam bu sırada üzerinde delikler açılmış bir duvarın arkasında ikisi kadın üç YPG/YPJ savaşçısı görüyoruz. Yıkıntılar arasında Mustafa’nın bahsettiği patlayıcıları arıyorlar. Ne fotoğraf çekmeye, ne de röportaj yapmaya izin çıkıyor. Ama izlemek serbest. YPG savaşçısı, bulduğu bir düzeneğin önce kablolarını kesiyor sonra da patlayıcıyı alıp yanımıza doğru geliyor. Onu görünce hepimiz kaçışmaya başlıyoruz. Kendi aralarında bize gülüyorlar; “Kaçmanıza gerek yok, korkmayın patlamayacak.”

SUİKASTÇILARDAN KAÇMAK İÇİN ÇARŞAF KORUMASI  

Kobanê’de sokakları birbirine bağlayan yollar büyük çarşaflarla kapatılmış. Çarşaflar uç uca dikilerek çok büyük boyutta tek bir çarşaf yaratılmış, bağlantı köşeleri de ufak çarşaflarla yamanmış. Nedenini Mustafa’ya soruyorum:

“Savaşın en kızgın olduğu zamanlarda DAİŞ, şehrin içindeki yüksek binalarda konumlanmıştı. Bu binalarda suikastçılar (pusu nişancıları) vardı. Silahları, 3 kilometreye kadar sokaktan geçenleri görüp ateş edecek düzeydi. Suikastçıların kurşunlardan kaçmak oldukça zor. Eğer isabet ederse ölüm kaçınılmaz. Bu yüzden YPG/YPJ bu çarşaf sistemini buldu. Tüm sokakların bağlantılarına bu çarşafları astılar. Böylece DAİŞ sokaktan geçenleri göremiyordu.”

Hemen arkasından Perwer söze giriyor:

“Bak mesela bu karşımızdaki büyük binayı görüyor musun? (Koalisyon bombardımanının yıktığı bir binayı gösteriyor, binanın yarısı yok.) Orada DAİŞ’in suikastçısı vardı. Ben savaş sırasında gazetecileri bu sokaklardan geçiriyordum. Bir gün tam burada duruyordum, (bir evin kapısında duruyor Perwer) karşıda DAİŞ suikastçısı var. Koşabildiğim kadar hızlı koşup en kısa sürede yolun öbür tarafına geçmem gerekiyordu. Önce derin bir nefes aldım, sonra da koştum. Aslında bu suikastçı atışlarından çok korkuyorum ama defalarca bu şekilde sokakları geçtim. Ölüme bu kadar yakın olmak çok garip duygu. Biliyorsun değil mi, ateş etse kurtulamazdım.”

‘BU ODADA ÇOK MUTLUYDUM, ŞİMDİ İÇİNDEKİ HER ŞEYİ YAKACAĞIM’    

Sonra da DAİŞ’in içinde olduğu binaları tek tek gösteriyor Perwer. Hikâyenin etkisi geçmeden Mustafa, “Bak burası da benim evim” deyip bir yıkıntıyı işaret ediyor. Mustafa yıkıntılar arasından geçip bizi evine doğru götürürken anlatmaya başlıyor:

“Kobanê’nin sadece batısındaki binalar sağlam. (Kobanê yetkililerine göre, şehrin yüzde 80’i yok olmuş.) DAİŞ, bir tek batı tarafına giremedi. Geri kalan yerlerin hepsi DAİŞ’in kontrolüne geçmişti. Sayıları binleri bulmuştu. Bizim evlerimizde yaşıyorlardı. Koalisyon uçakları içinde yaşadıkları bazı evleri tespit edip vurdu. Yani evlerimizin bir kısmı koalisyonun hava saldırılarıyla yıkıldı. Geri kalanları ise ya DAİŞ’in yakmasıyla ya da havan toplarıyla yok oldu. Gel, bak sana odamı göstereyim. (Eşyalar odanın her yerine saçılmış, kırılmış, talan edilmiş.) Burada aylarca yaşadılar. Bunlar benim kıyafetlerim, hepsini kullanmışlar, kitaplarımı (yerde gelişi güzel atılmış kitapları eline alıp bana uzatıyor) yırtmışlar. Ben eskiden burada çok güzel vakit geçirirdim, kitap okurdum, müzik dinlerdim, bir zamanlar bu odada çok mutluydum. Şimdi hiçbir eşyama dokunmak istemiyorum. DAİŞ hepsini kullanmış, hepsini yakacağım.” 

Mustafa, evi talan edilmiş, yıkılmış olsa da beklediğim kadar üzgün görünmüyor. “Olsun. Kobanê bizim ya gerisi önemli değil, yeniden yaparız, daha güzelini yaparız” diyor. Evinin yıkılan çatısında zafer işareti yaparak poz verdikten sonra arkasına bile bakmadan devam ediyor.

‘BU NEWROZ MÜŞTENUR’DAYIZ’     

Nihayet Müştenur’a ulaştığımızda, tepenin stratejik önemini çok daha iyi anlıyorum. Tepede karşımıza çıkan (ve isimlerini vermek istemeyen) YPG/YPJ savaşçıları kısaca Müştenur’u anlatıyor:

“Kobanê’nin özgürlük ilanı Müştenur’u aldıktan hemen sonra oldu. Çünkü Müştenur, Kobanê’de şehrin her yerini en iyi gören nokta. DAİŞ ağır silahlarını bu tepenin üstünde konumlandırıp belirlediği yerlere nokta atışlarıyla saldırdı. Bak mesela karşıda gördüğün şu büyük bina (gösterdiği bina çok uzakta olmasına rağmen yıkılmış olduğu rahatlıkla görülebiliyor) eskiden hastaneydi. DAİŞ, hastaneyi buradan vurdu. Koalisyon uçakları buradaki DAİŞ’i defalarca vurdu. Ancak DAİŞ güneyden ve güneydoğudan aldığı destekle tepenin üstündeki varlığını koruyordu. Biz tüneller kazarak Müştenur’a ulaşmaya çalıştık. Burayı almak yaklaşık bir hafta sürdü. Müştenur’u almaya çalışırken üç arkadaşımızı kaybettik, ama burası için verdiğimiz toplam kayıplar daha fazla, Arin Mirxan da biliyorsun burada şehit oldu.”

Yaklaşık bir saat süren yürüyüşümüz ardından oturuyoruz. Tablo gibi karşımızda duran Kobanê’ye karşı birer sigara yakıp başlıyoruz konuşmaya. Mustafa, Müştenur’un stratejik öneminin yanı sıra Kobanêliler için başka bir anlamı olduğundan bahsediyor:

“Kobanêliler, Müştenur için ilk defa savaşmadılar. Bugün DAİŞ’i Müştenur’dan atmak için savaştık ama dün de Esad rejimiyle mücadele ediyorduk. Kobanê’de Newroz hep Müştenur’da kutlanır. Bu bir gelenektir. Çünkü biz Müştenur’da Newroz kutlamak için çok mücadele verdik. Eskiden Newroz’u burada kutlamak yasaktı. Esad rejimi izin vermiyordu. Kobanêliler, Newroz’dan bir gece önce buraya gelip ateş yakarlardı. Bu, Esad yönetimine karşı ‘Sen ne kadar yasaklasan da biz Newroz’dan da, Müştenur’dan da vazgeçmeyeceğiz’ anlamına geliyordu. Ama bunun bedeli çok ağır oldu. Ateşi yakanlar ya cezaevine gönderildi ya da işkenceye maruz kaldı. Newroz kutlamak için gelenlerse askerlerin göz yaşı bombaları ve saldırılarıyla karşılaştılar. 1982’de Kobanêliler mücadeleyi kazandı. O zamandan beri biz Newroz’u Müştenur’da kutluyoruz.”

Perwer ekliyor:

“Müştenur, Kobanê’nin koruyucu tanrısı gibidir. Bizi hiç bırakmadı. Bugün de bizimle birlikte, bu sene de Newroz’u burada kutlayacağız. Dünyanın her yerinden insanlar gelecek. Newrozu çok güzel kutlayacağız. Sen de gel, bütün gün halay çekeceğiz.”

(T24)