BirGün / Serdar Korucu

Türkiye’nin gözü hafta sonunda Diyarbakır’daki büyük buluşmaya çevrildi. Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, öte yanda Irak Kürdistanı’nın başkanı Mesut Barzani, sahnede ise 37 yıl sonra ülkesine dönen Şivan Perwer ile uğradığı silahlı saldırı sonrasında ilk kez sahneye çıkan İbrahim Tatlıses vardı.

Diyarbakır’da nefesler tutulurken, bölgenin Kürt nüfus ağırlıklı bir başka şehri Van’da depremzedeler aynı heyecanı taşımıyor. Çünkü onlar için bir savaş tüm şiddetiyle devam ediyor: “Yaşam savaşı”.

Kiminin 23 Ekim kimininse 9 Kasım’daki depremde yerle bir oldu evleri.  O günden beri de konteyner kentte yaşıyorlar. Arayan soranları kalmamış artık, gelen gidenleri de…

Depremzedelere göre girişteki güvenlik kulübesi de artık sadece “göstermelik” duruyor. Görevlileri de artık görmüyorlar. Yani tam bir unutulmuşluk hali içindeler. Hele de depremin yıldönümü geçtikten sonra…

Depremzedeler her sene ekim ayının sonundan 9 Kasım’a kadar hatırlansalar da 10 Kasım’dan itibaren yüz çevrilmekten şikâyetçi. Çünkü onlar için mağduriyet geri kalan 11 ay boyunca da devam ediyor. Üstelik şimdi önlerinde bir kez daha Van’ın dondurucu soğuğu var. Az önce oyun bahçesinde oynayan küçük bir çocuğun ağzından dökülen tek sözse yetiyor yaşadıklarını anlatmaya: “Üşüyoruz.”



İki çocuğu ile konteyner kentin hemen girişinde yaşıyor Sevde Çelik. Dertlerini anlatmak, sorunlarını paylaşmak istiyorlar. “Eskiden elektriğimiz de suyumuz da vardı. Şimdi her şeyi kestiler” diyor. 2 yıldır kaldıkları konteyner kentten bu yolla çıkartılmak isteniyorlar.



Isınmak ve yemek yapmak için yapabilecekleri tek şey dışarıda ateş yakmak. Tek yakacakları ise lastikler. Her gün zehir dolu dumanları içine çekiyor çocukları. Bunu bilseler de yapabilecekleri bir şey yok. “Elimizden ne gelir” diyor Sevde Çelik, “Bize de böyle yaşamak uygun görülmüş”...

Konteynerkentin büyük bölümü boş. Eşi memur olanlar ya da düzenli iş bulabilenler kiraya çıkmışlar. Ev sahibi olanlara ise zaten yeni evleri verilmiş. Onlara ise ne ev için kuraya girme şansı tanınmış, ne de eşleri iş bulabildiği için kiraya çıkabilmişler. Boşalan evlere fare, yılan ve akrepler yuva yapmış. Çocuklarını o nedenle bazı evlere yaklaştırmamışlar. Kendi evlerine girmelerinden de ölesiye korkuyorlar. Ama çürümeye başlayan prefabriklerde bu sonun yakın olduğunu da biliyorlar. İlk seneden sonra bakım yapılmadığı için…

Bu sorunlarını Başbakan Erdoğan’ın ziyareti sırasında anlatmak istemişler. Ama nafile. Başarılı olamamışlar. Oraya giden kadınlar eli boş dönmüş. Sevde Çelik ise çocuğu hasta olduğu için gidememiş. “Ben kucağımdaki oğlumu götürürdüm. Sen kocaman Başbakansın nasıl vicdanın kabul ediyor bizim konteynerlarda yaşamamıza diye sorardım” diyor.

Söz Başbakan’dan açılmışken konteyner kentin biraz ilerisindeki bakkal dükkanının bozuk televizyondan Diyarbakır’daki “buluşma”nın sesi yükseliyor. Onların ise ilgisini çekmiyor bu konu. Sevde Çelik’in yanına gelen diğer depremzede kadınlar önce susuyor “Söyletme bizi şimdi oğul” diyorlar ardındansa başlıyorlar sitemlerini tek tek anlatmaya. “Biz neyiz peki? Sorunlarımızı bilsinler, artık çözsünler bu sorunu. Kimse bizi duymuyor, duymak da istemiyor” diyorlar. Bir başkası sözü alıyor, “Bizi farklı görüyorlar, kendilerinden görmüyorlar. Suriyeliler kadar bile yardım etmiyorlar. Ne de olsa biz Kürt’üz de ondan.”

İki çocuğu ile bir başka anne geliyor, Ankara’ya sesleniyor, “Biz devleti devletimiz bildik, sahiplensin istedik ama olmadı. Şimdi elektrik, suyumuzu bile kestiler. Biz ne diyebiliriz ki artık. Tek istediğimiz oturacak bir ev. Onun da parasını ödeyeceğiz. Yeter ki evimiz olsun artık.”



TOKİ’nin yaptığı evlerin kapıcı dairelerine bile talipler. Kimsenin yaşamadığı camları çocuklar tarafından kırılmış evlere. Tek istekleri çocuklarını bir çatı altında yaşatmak. Depremden önce olduğu gibi…

Son olaraksa sözü 2014’teki yerel seçime getiriyorlar. “Bugün Diyarbakır’da yaşananların ne için yapıldığını biz bilmiyor muyuz? Hepsi oy peşinde. Kimse çalmasın bizim kapımızı” diyorlar ve ekliyorlar: “Bir-iki paket makarna yardımına artık karnımız tok”…