Yaz mevsiminden hele hele Temmuz ayından pek hoşlanmam, sonbahar en sevdiğim mevsim. Kış ve ilk baharı da severim. 21 yıldır Temmuz gelince hep Madımak katliamı canlanır varlığımızda. Katliam demek yetersiz. Canavarlık desek daha doğru. Devlet destekli fundamentalist bir canavarlık. Özneleşememiş, insan nesneliğinin devletçe beslenen canavarlığı.

Zaten felsefi olarak insanın insanlaşması ancak nesneliğinin en aza düşürülerek özneliğinin arttırılmasıyla mümkündür. Tüm fundamentalist akımlarda da bunun tam tersi insanın nesne yanının diri tutulması yatar. Bu gerilik hiç reform yaşamamış İslamiyet’te daha da belirgindir.

21 yıl önce Madımak’ta canlarımız yandı. İnsanlık yandı. Benim bir yakınım da yananlar arasındaydı. Uzun süre hafızası yerine gelmedi. Hala devlet kendi ürettiği bu canavarlıkla yüzleşemedi. Avrupa’ya kaçanların dahi iadesi sağlanamadı. Bu vahşette hükümet ortağı olan sözde sosyal demokratlar da özeleştiri veremedi. Hükümet ortağı olan sözde sosyal demokratlar katliamı önlemek için bir dirayet, irade gösteremediler. Dönemin Başbakan yardımcısı, Kültür Bakanı vs. basiretsiz bir teslimiyet içindeydiler. Bir nolu sanık Cafer Erçakmak hakkında ancak 16 yıl sonra gıyabi tutuklama kararı verilebildi. 7 firari sanık halen aranıyor. Madımak oteli hala müze yapılamadı. Oysa huşu içinde yangını ve katliamı işleyen hatta parçası olan 16 bin kişinin yeniden tahrik olmamayı öğrenmeleri ve utanmaları için Madımak otelinin müze olması gerekiyor. Yüzleşmek için bu şart.

NE İSA’YA NE DE MUSA’YA

Kuşkusuz nadiren de olsa Temmuz’larda da hayırlı şeyler tarihimizde var. 12 Eylül faşist askeri darbesinin yarattığı zifiri karanlıkta 1986’nın 17 Temmuz’unda haklar ve özgürlükler için bir fener gibi İHD kuruldu. 28 yaşında şimdi. Çok badireler atlattı. İlk tüzüğü “İnsan hakları sizin işiniz değil, devletin işi” denerek reddedildi. Şube başkanları öldürüldü. Üyeleri kaçırıldı. Yüzlercesi tutuklandı. Binaları basıldı.

Bazen ne İsa’ya yaranabildi, ne de Musa’ya. Ama bugün toplumun geniş kesimlerinin kabul etmeye başladığı birçok gerçeği 1990’ların savaş yıllarında cesaretle dile getirdi.

İHD’nin hala çok eksiği var. Bazen hataları da oluyor. Gerçek bir insan hakları kurumu için yenilenmesi, anlayışına yeni zengin ufuklar eklemesi, henüz tamamlanmamış olan kurumlaşmasını tamamlaması, kendi içinde çifte standartlardan tamamen arınarak doğrudan demokrasinin örneklerini üretmesi gerek.

POLİSLERE “NİÇİN SABREDİYORSUNUZ” DİYE SESLENEN BİR BAŞBAKAN

Bilindiği gibi AKP iktidarının özellikle son 4 yılında polis cinayetleri had safhaya ulaştı. En son Cemevi’nin önünde katledilen Uğur Kurt ile ilgili görüntülerde polisin uyarılara rağmen kasten öldürdüğü belgelendi. Yürütmenin başından cesaret alan polis teşkilatı adeta illegal bir konumda faaliyet icra ediyor, mensupları sık sık cana kıyıyor. Uğur Kurt’un katli olayında soruşturmayı sözde yürüten savcı da olay yerine ancak 1 gün sonra gidiyor. Aradan geçen 44 güne rağmen şüphelinin ifadesini dahi almıyor. Delilleri dahi koruma altına almıyor. İstanbul Valiliği şüpheli polis hakkında soruşturma izni verdiği halde, savcı 18 Temmuz’a kadar izinli olduğu için herhangi bir işlem yapmıyor. Bu savcı açıkça keyfi bir şekilde görevini ihmal ediyor, suçluyu koruyor. Budapeşte Savcılık Meslek Etik ilkelerini çiğniyor. Ülkede gerçek anlamda burjuva hukuku dahi olsa bu savcı hakkında soruşturma açılır ve görevden alınır. Ama burası polislere “niçin sabrediyorsunuz” diye seslenen bir Başbakanın yönettiği ülke.

Barışçıl, meşru, şiddet içermeyen gösterilere Tomalarla, biber gazıyla saldıran, silahsız kitleye öldürme kastıyla ateş eden, adeta halkına karşı devlet şiddetiyle hücum eden bir devlet birimi legal olmaktan çıkmış, illegal hale gelmiş olmaz mı? Polis teşkilatını doktrinde savunanlar ‘suç ve düzensizlik’ teorisine sarılırlar. Oysa tarihsel olarak modern polis teşkilatı artan ‘suç’ oranlarına bir yanıt olarak değil, yeni oluşmuş dominant sınıfın topluma kendi değerlerini empoze edebileceği bir toplumsal kontrol aracı olarak ortaya çıkmıştır. Burjuvaziye göre endüstrileşme ve kentleşmenin yarattığı işçi sınıfı yine yarı proletarya, toplumsal kontrolü sağlamayı zorlaştırıyordu. Polis teşkilatı tarihsel olarak bu kontrol ve denetleme mekanizmasının bir aracı olarak doğdu. Hapishane sistemi, eğitim sistemi gibi.

Devletler polis modelini yaratırken; gece bekçileri, milisler, köle devriyeleri gibi farklı yarı-profesyonel modelleri örnek aldılar. Kuşkusuz modern polis teşkilatının doğuşunda birden çok faktör vardır. Polis, devlete ve egemen sınıflara, toplumu oluşturan bireylerin hayatlarına, davranışlarına ve alışkanlıklarına, estetik değerlerine, folklorik özelliklerine daha önce olmadığı kadar müdahale etme imkanını sunan bir mekanizmadır. Örneğin; bir parkta el ele giden veya öpüşen bir çifte sık sık rastladığımız polis müdahalesi sebepsiz ve spontan değildir. Mensup olduğu teşkilatın zihniyet perspektifinden kaynaklanmaktadır. Günümüzün polis toplumlarında hükümetler bürokratik araçlar sayesinde toplumu gözetleme, çitileme ve ona vahşet uygulama gücüne kavuştular. Modern polis teşkilatları kesinlikle totaliterliğe giden korkunç bir adımdır. Bugün Türkiye’de polis teşkilatı adeta AKP’nin toplumu kontrol ve denetleme emelleri doğrultusunda çalışan, giderek burjuva hukuk legalliğini de çiğneyen bir hale gelmiş, mevcut anti/demokratik yasaları dahi takmayan bir organizmaya dönüşmüştür. Askeri vesayet yerini pretoryan yapıda Mit ve Emniyete bırakmıştır.

HALKLARIN ADAYI VAR

Sonraki yazılarımızda genişçe değineceğimiz için Cumhurbaşkanı seçimlerine de şimdilik kısaca değinelim. Bugün Türk-İslam sentezinin bağrından çıkan iki adaya karşı özgürlükçüler, dillerin ve halkların hak eşitliğinden yana olanlar, emek sömürüsüne karşı olanlar artık çaresiz değil. Halkların adayı, ezilenlerin adayı Selahattin Demirtaş var. Yürekleri özgürlüklerden, paylaşımcı ve dağıtıcı adaletten yana olanlar tüm güçleriyle desteklemeli. Başkanlık heveslisi, totaliter adayın alternatifi Ekmeleddin İhsanoğlu olamaz. O zaten anadilde eğitime karşı olduğunu söyleyerek, Madımak katliamını dil ucuyla telin ederken tahrikten bahsederek esas rengini ortaya koymuş oldu. Yerel seçimlerde yollarını şaşırarak AK parti karşıtlığıyla CHP’nin kuyruğuna takılan ama gönülleri özünde özgürlüklerden yana olanlar umarız bu seçimde aynı sapkınlığa düşmezler.