HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, 2018 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı kapanış konuşmasında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

2018 bütçesinin savaş bütçesi olduğunu ifade eden Kürkçü, bütçedeki güvenlik önlemlerinin AKP’nin ‘politik başarısızlığı’na bağladı.

Kürkçü, “AKP bu başarısızlığın yükünü de bütçe üzerinden bütün topluma aktarma yolunu seçmiştir. 2018'de faiz, kâr ve rantı korurken büyük çoğunluğu düşük ücret ve enflasyonla ezmeye yönelen AKP, toplumu bu toplumsal kışta yoksulluğun yorganı altına alıyor. Akşamları kenti saran kapkara Ankara göğüne bakan, nerede yaşadığımızı görür. Burası, sözüm ona bir büyük devletin payitahtı değil, itibarı artsın diye linyit sobalarının başında titreyen yoksulların başkentidir. Bu bütçe tartışmasındaki prensipsizlik, bütçenin neredeyse yüzde 30'una yakın bir ek bütçe tahsis edilmesi gücünün hükümete verilmiş olması, aslında bütçe hakkının ortadan kalkmasıyla ilgilidir” dedi.

Meclis’in ‘hanedanın’ kontrolüne geçtiğini savunan Kürkçü, “Bu Meclis’te sık sık hakim ittifakın sözcülerinden "Gazi Meclis" sözünü işitiyoruz. 1920’de kendinden başka hiçbir güç tanımayan Meclis’ten, kendi iktidarını ve gücünü Cumhurbaşkanına devretmiş, kendi iktidarından vazgeçmiş bir Meclis’e geçtik. Bugün Türkiye, bütçesinin de yansıttığı gibi, aslında ne Meclis tarafından ne Hükümet tarafından yönetiliyor, bir hanedan tarafından yönetiliyor. Onlar o avluda çöplenmeye devam edebilirler ama iktidar, artık ne Meclist’edir ne Hükûmettedir ne seçmendedir, hanedanın elindedir” ifadelerini kullandı.

Kürkçü’nün açıklamaları şu şekilde:

Henüz Meclis’te ve hala cezaevlerindeki milletvekili arkadaşlarım, sevgili eş başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

En karanlık, en uzun geceyi dün arkamızda bıraktık. Doğa, sırf "Biz gideriz tersine" inadıyla karanlığa uyandırılarak zulmedilen milyonlarca çocuğa, damadın çektirdiklerini telafi ediyor.

Akif'in de dediği gibi "Her karanlık gecenin bir sabahı vardır, her kışın baharı vardır." Doğanın ve edebiyatın bize cömertçe sunduğu umuda, cesarete ve iyimserliğe gerçekten ihtiyacımız var çünkü Kasım ve Aralık boyunca Komisyon ve Genel Kurul’da süren açık tartışma 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın halklarımızı bekleyen uzun ve ağır bir toplumsal kışın habercisi olduğunu gün gibi ortaya koyuyor.

Devlet bu bütçeyle 599 milyar 400 milyon Türk lirası olarak öngörülen 2018 bütçesi vergi yükünün neredeyse tamamını satın aldığımız her şeyin fiyatı, maaş ve ücretlerimiz üzerinden peşin olarak yoksulların ve emekçilerin sırtına yüklüyor. Ama aynı devlet 2016'da tahakkuk eden sermaye ve servet vergilerinin yüzde 25'ini yani neredeyse 2018 bütçesinde öngörülen 146,5 milyar liralık toplam ÖTV gelirine yakın bir miktarı tahsil etmeden bıraktı. Sonuçta servet, rant ve sermaye gelirlerinin korunduğu, emekçilerin ve yoksulların ücret, aylık ve maaşlarının ezildiği, gitgide kabaran bir savunma ve güvenlik bütçesiyle karşı karşıyayız.

‘2018 BÜTÇESİ, YAPISI GEREĞİ BİR SAVAŞ BÜTÇESİDİR’

2018 bütçesi, yapısı gereği bir savaş bütçesidir. Maliye Bakanı istediği kadar "En çok pay eğitime" diyedursun, sadece silahlanmayı finanse etmek için toplu salınan 18 milyar lira tutarındaki yeni vergi gelirleri, Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının toplam yatırım bütçeleri kadardır. Özetle AKP'nin 2018 bütçesi eğitime ve sağlığa değil, savaşa bütçedir.

‘AKP’NİN GÜVENLİK POLİTİKASININ GERİSİNDEKİ İRRASYONEL TEHDİT ALGISININ KAYNAĞI POLİTİK BAŞARISIZLIKTIR’

Bu bütçenin bir savaş bütçesine yönelmesinin nedeni, ülkenin düşmanlarla kuşatılmış olması, terörizm tehdidi altında bulunuyor olmamız değildir. Bu bütçe iktidardaki AKP, MHP, Ergenekon ittifakının Cumhurbaşkanının 2018'de içeride ve dışarıda gerginlik ve çatışma siyasetini derinleştirerek sürdürme eğiliminin izdüşümüdür; AKP Hükümetinin izlediği iç ve dış siyasetin toplam sonucu olarak içine düştüğü açmazları kuvvet kullanarak aşma heveslerinin bir ürünüdür. AKP savunma ve güvenlik politikasının ve bunun bütçeye yüklediği aşırı yüklerin gerisindeki irrasyonel tehdit algısının kaynağı da bu politik başarısızlıktır.

‘BURASI BÜYÜK DEVLETİN PAYİTAHTI DEĞİL, LİNYİT SOBALARININ BAŞINDA TİTREYEN YOKSULLARIN BAŞKENTİDİR’

AKP bu başarısızlığın yükünü de bütçe üzerinden bütün topluma aktarma yolunu seçmiştir. 2018'de faiz, kâr ve rantı korurken büyük çoğunluğu düşük ücret ve enflasyonla ezmeye yönelen AKP, toplumu bu toplumsal kışta yoksulluğun yorganı altına alıyor. Akşamları kenti saran kapkara Ankara göğüne bakan, nerede yaşadığımızı görür. Burası, sözüm ona bir büyük devletin payitahtı değil, itibarı artsın diye linyit sobalarının başında titreyen yoksulların başkentidir.

Bu bütçenin haber verdiği bir başka şey var. O da aslında artık bütçe hakkından Meclis’in vazgeçtiği, bütçe hakkını terke hazırlandığıdır. Bu bütçe tartışmasındaki prensipsizlik, bütçenin neredeyse yüzde 30'una yakın bir ek bütçe tahsis edilmesi gücünün hükümete verilmiş olması, aslında bütçe hakkının ortadan kalkmasıyla ilgilidir.

Eğer Anayasa değişiklikleri gerçek olursa 2019'da, eğer bu gidişatı önleyemezsek Meclis artık bütçenin başlıca kaynağı olmayacak, bütçenin kaynağı Cumhurbaşkanlığıdır. Cumhurbaşkanlığının yaptığı bütçeyi Meclis kabul ya da reddedebilecektir belki ama asla ve asla kendi içinden çıkan bir hükûmetin, Meclisin üyeleri tarafından hazırlanan bir bütçenin tartışıldığı bir Meclisimiz artık olmayacaktır.

‘KENDİNDEN BAŞKA HİÇBİR GÜÇ TANIMAYAN MECLİS’TEN, GÜCÜNÜ CUMHURBAŞKANINA DEVRETMİŞ MECLİS’E GEÇTİK’

Bu Meclis’te sık sık hakim ittifakın sözcülerinden "Gazi Meclis" sözünü işitiyoruz. Ben 1920 Meclisine dönüp bakmanızı tavsiye ederim. Kendinden başka hiçbir güç tanımayan Meclis’ten, kendi iktidarını ve gücünü Cumhurbaşkanına devretmiş, kendi iktidarından vazgeçmiş bir Meclis’e geçtik.

Gazi Meclis… Böyle bir Gazi Meclis olabilir mi? Bu, Cumhurbaşkanının ayakları altında bir yasa fabrikasına dönüşmüş olan, Cumhurbaşkanının yapmayacağı yasaları yapmasına rıza gösterilen bir Meclis’tir. 1876'da Türkiye'de bütçe hakkını toplum mutlak monarşiden aldı ve yüz yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra yani artık bunun bir huy, alışkanlık, vazgeçilmez, cildimize yapışmış bir durum gibi olması gereken yerde, cildimizi, derimizi soyarak bütçe yapma hakkını Cumhurbaşkanına teslim eden bir Meclis kendisinden daha mütevazı sözlerle söz etse çok daha yerinde olur. Meclis Başkanımız, aslında bu Meclisin alamet-i farikası olan bu yetkinin, bu gücün elinden alınmasına bir tek kere ses çıkarmadı.

Milletvekillerinin yüzde 2'sinin hapsedildiği bir Meclis bütçe yapıyor, sakat bir Meclis sakat bir bütçe yapıyor. Başı koparılmış, eli koparılmış bir Meclis ve Meclis Başkanımız takıldığı yer, halının nereden geldiği. Biz halınızla değil, hâlinizle ilgileniyoruz Sayın Başkan, bunu düşünsenize.

‘İKTİDAR, ARTIK NE MECLİST’EDİR NE HÜKÛMETTEDİR NE SEÇMENDEDİR, HANEDANIN ELİNDEDİR’

Bugün Türkiye, bütçesinin de yansıttığı gibi, aslında ne Meclis tarafından ne Hükümet tarafından yönetiliyor, bir hanedan tarafından yönetiliyor. Mahdumun, kerimelerin, hanımefendinin, beyefendinin, damadın, eniştenin devletin hemen hemen bütün iş ve işlemlerine, ne seçilmiş ne atanmış oldukları hâlde, el koydukları bir hanedandan söz ediyoruz. Bu hanedanın avlusunda kendisine yer buldu diye kimileri bu hanedanın aslında ifade ettiğinden, ima ettiğinden daha geniş olduğunu düşünmesin. Onlar o avluda çöplenmeye devam edebilirler ama iktidar, artık ne Meclist’edir ne Hükûmettedir ne seçmendedir, hanedanın elindedir ve bu bütçenin bu şekilde ortaya çıkmış olması, bir askerî sınai kompleksin hanedanı ele geçirmesi, hanedanın da bütçeyi ele geçirmesiyle ilgilidir.

Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower, 1950'lerde Amerikan devletini bir askerî sınai kompleksin Amerikan savunma ve dış politikasını ele geçirme ihtimaline karşı uyarmıştı. Bizde ise bizzat hanedan kendisi hükûmet kurdu, bizzat hanedan kendisi iktidarı ele geçirdi ve bir askerî sınai hanedan tarafından Türkiye yönetiliyor.

Bu şekilde yönetilmeye layık mıyız? Aslında bu sorunun cevabını belki de Milliyetçi Hareket Partisi’ne sormamız gerekir çünkü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, bu eğilimler, kabına sığmayan, kabından taşan, iktidarı zapta yönelik bu eğilimler her gün Anayasa'yla çatışan bir cumhurbaşkanı profili ortaya çıkarttığında dedi ki: "Her gün suç işleyerek devlet yönetilemez ya Anayasa Cumhurbaşkanına uyacak ya Cumhurbaşkanı Anayasa'ya uyacak."

‘16 NİSAN REFERANDUMUNDA YENİLDİLER’

Suçun yasa hâline geldiği yeni bir toplum düzenini ikisi beraber kurdular. Bu toplumu bin bir zahmetle yaratılmış bulunan kısmi, kısıtlı, parçalı bir demokrasiden mahrum edebilecek şekilde, iktidarı doğrudan doğruya bir suç etrafında tanımlayan yeni bir şey yarattılar. Bu bir şeydir, ne olduğunu siyaset bilimi bize söyleyemez. Savcıların generalleri tutukladığı, generallerin polisleri ihbar ettiği, polislerin polisleri hapsettiği, sonra hepsinin birden dönüp vatandaşı ele geçirdiği tuhaf bir rejimde yaşıyoruz. Bu, bir geçiş rejimi besbelli ama bu, sınırlanmış, kısıtlı, otoriter bir parlamentarizmden daha yüksek bir rejime geçiş değil. Bu, Türkiye'nin yeni bir diktatörlük rejimine doğru geçişidir ve bunun temellerini döşeyenler aslında 16 Nisan referandumunda yenildiler.

‘BİR AT HIRSIZLIĞI MENKIBESİ BİR DEMOKRASİ ZAFERİNİN NİŞANESİ OLAMAZ’

Meclis, halkımız; aklınızdan çıkarmayın, 16 Nisan referandumunun galibi biziz. Oyların çalındığını hepiniz biliyorsunuz, kanuna uygun olmayan 1,5 milyon oyla bu sonucun elde edildiğini biliyorsunuz. O yüzden, bu Meclis şu menkıbeyle bu referandumun sonucuyla tanıştırıldı: "Atı alan Üsküdar'ı geçti." Bir at hırsızlığı menkıbesi bir demokrasi zaferinin nişanesi olamaz. Asla ve asla bu sonucu kabul etmiyoruz. İşte bu suçlular ittifakına karşı haklıların bir araya gelmesi gerekir. Türkiye suçluların ittifakına karşı bir haklıların birliğine ihtiyaç duyuyor.

‘POLİTİKA YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ AYAKLAR ALTINDAYKEN HANGİ SEÇİME GİDECEĞİZ?’

Yanlış anlaşılmasın söylediklerim, bir seçim ittifakından, alelade bir seçim hazırlığından söz etmiyorum. Zaten, asıl tartışmamız gereken şey budur. Nasıl bu ülke bir kere daha seçime gidecektir? Seçim adaletini, seçim güvenliğini, oyların çalınmayışını, oyların sayılışını, bunların olduğu gibi kaydedilişini, yurttaşın elinden çıkan oyun sandıktan çıkan oyla aynı olduğunu kim garanti edecektir, hangi makam bize bunu garanti edecektir? Olağanüstü hal kalkmadan, milletvekilleri hapiste yatarken, halkın ifade, örgütlenme ve politika yapma özgürlüğü ayaklar altındayken hangi seçime gideceğiz?

‘HERKES TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNE EL KOYMALIDIR’

Ben daha çok bir tarihsel ittifaktan söz ediyorum. Bu Parlamentoda olan ya da olmayan, şu ya da bu partiden olan bütün yurttaşlarımız, bu suçlular ittifakına karşı, haklıların ittifakı için bir araya gelsinler; ev kadınlarından şoförlere, manifaturacılardan manavlara, işçilerden köylülere, öğrencilere, akademisyenlere, sürgündeki vatanseverlere kadar herkes Türkiye'nin geleceğine el koymalıdır.

Bütçe elinizden gitmiştir, yargı elinizden gitmiştir, oy hakkınız bile elinizden gitmek üzeredir; bunu hâlâ seyredemez Türkiye, mutlaka ve mutlaka buna bir demokratik çare bulmak için ayağa kalkmak zorundadır. Bu bütçe tartışmasının bize gösterdiği şey, bütün bunların oldu bitti olarak görüldüğüdür. Bu bütçe demokrasiye kaynak tahsis eden, demokrasinin önünü açan, halkı demokratik tercihlerini ortaya koymada teşvik eden, onu kuran bir bütçeyi bize göstermiyor, bir savaş ve olağanüstü hâl bütçesiyle bizi baş başa bırakıyor; bunu reddediyoruz. Türkiye asla ve asla yanlış iç ve dış politikaları sonucunda uluslararası alanda ittifaksız kalmış, içeride olağanüstü bir rejime mecbur kalmış, halkın rızasını kaybetmiş bir hükümetin çektiği yere gidemez, gitmemelidir.

Bize şimdi taslanılan Batı düşmanlığı, Türkiye'nin bir Batı emperyalizmi komplosuyla karşı karşıya olduğu palavralarını da buradan reddediyoruz. Türkiye, aslında hâlâ kendi seçtiği yerde durmaktadır ama durduğu yerde kendi iç politikasını ve dış politikasını müttefiklerine kabul ettiremediği için, onlarla ihtilafa düştüğü için şimdi, Türkiye halklarına dönüp başka emperyalist güçleri, dünya hâkimiyeti için mücadele eden başka devletleri yeni ortaklar, yeni siyaset partnerleri olarak anlatmaya çalışıyor.

‘GLADYOYLA ORTAKLIK KURANLARIN BUGÜN BİZE ANTİEMPERYALİZM TASLAMAYA HAKLARI YOKTUR’

Biz hiçbir zaman ve hiçbir zaman hiçbir milletle, hiçbir halkla düşman olamayız. Biz, halklarımızın haklarının gerçekleşeceği bir yeni rejimin ancak ve ancak insan hakları ve demokrasi üzerine kurulabileceğini, hukuk devleti üzerine kurulabileceğini düşünüyoruz, biliyoruz, bunu istiyoruz ve bunun etrafında bir tarihsel ittifak kurmak, bununla birlikte olan, bu değerleri kabul eden bütün ülkeler, halklar, uluslararası kuruluşlarla bir arada olmaya devam edeceğiz. Türkiye'de zamanında iç muhalefeti ezmek için Amerika Birleşik Devletleri'yle, NATO'yla, gladyoyla ortaklık kuranların bugün bize antiemperyalizm taslamaya hakları yoktur.

Demokrat Haber/Ankara