HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

TSK ve ÖSO’nun Afrin’e girmesini değerlendiren Kerestecioğlu, “Türkiye ordusu ÖSO ile birlikte Afrin’e girdi. Bunun 18 Mart’a denk getirilmesi, Çanakkale gibi bir zafer çıkarılmaya çalışılması bir yana, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ve Afrin’de yaşanan sorun Kürt sorunudur. Başından beri Kürt halkına karşı yapılan ve Kürt sorununu yaratan şeyler bugün Afrin’de tekrarlanıyor ve bu vesileyle Türkiye’de çözümü savaşa ve silaha havale edilen Kürt sorununa bakış açısı, Afrin’de de hakim kılınıyor” dedi.

Kerestecioğlu, şöyle konuştu:

‘İŞGAL TAMAMLANDI VE TÜRKİYE ORDUSU ÖSO İLE BİRLİKTE AFRİN’E GİRDİ’

Suriye Savaşının başından beri barışın hakim olduğu Afrin’e sığınmış yüz binlerce kişiyi yeniden yerinden eden işgal tamamlandı ve Türkiye ordusu ÖSO ile birlikte Afrin’e girdi. Bunun 18 Mart’a denk getirilmesi, Çanakkale gibi bir zafer çıkarılmaya çalışılması bir yana, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ve Afrin’de yaşanan sorun Kürt sorunudur. Başından beri Kürt halkına karşı yapılan ve Kürt sorununu yaratan şeyler bugün Afrin’de tekrarlanıyor ve bu vesileyle Türkiye’de çözümü savaşa ve silaha havale edilen Kürt sorununa bakış açısı, Afrin’de de hakim kılınıyor.

‘İÇERİDE KÜRT SORUNUNU ÇÖZEMEYENLER SORUNU ULUSLARARASI HALE GETİRDİLER’

Zilan’da, Ağrı’da, Dersim’de yapılanlar bu sorunu çözmedi tam aksine daha içinden çıkılmaz kanlı bir sürece soktu meseleyi. 1990’larda vahşetin her türü denendi ama Kürt halkı demokratik taleplerinden vazgeçmedi. Şimdi Afrin’de yaşananlar sınırların ötesine taşan Kürt sorununda çözümsüzlüğün geldiği noktadır. Kürt sorununda çözümsüzlüğü öyle bir noktaya taşıdılar ki Kerkük’ten Afrin’e Kürt halkının bulunduğu bütün topraklara saldırı tehdidinde bulunuyorlar. İçeride Kürt sorununu çözemeyenler sorunu uluslararası hale getirdiler.

‘ŞIRNAK’I, VAN’I KAYYUMLAR OLMADAN YÖNETEMEYENLER AFRİN HALKINA NE SÖYLEYEBİLİR?’

Şırnak’ı, Diyarbakır’ı, Van’ı, Mardin’i OHAL ve kayyumlar olmadan yönetemeyenler Afrin halkına ne söyleyebilirler? Kim IŞİD’in üniforma değiştirmiş hali ÖSO çetelerinin Afrinlilere yaşam hakkı tanıyacağını söyleyebilir! Ki operasyonun hemen arkasından yağmalamalar başladı. İbrahim Lalın bile Afrin’de yaşananları araştıracaklarını söyledi. ÖSO’cular bile soruşturduklarını açıkladı.

‘AFRİN’E HANGİ HUZURU GÖTÜRDÜNÜZ?’

Kör bir militarist söylem dışında bölgedeki Kürt, Alevi, Ermeni, Süryani halklar için nasıl bir yaklaşımları var duymuş değiliz. Afrin’de zaten yıllardır tek bir çatışma yoktu. Afrin’e hangi huzuru götürdünüz?

Afrin böyle ama biz bütün dünyada da farklı bir şey göremiyoruz. Savaş ve otoriter rejimlerin yükselişi büyük bir sonu hazırlıyor. 1. Dünya Savaşının yarattığı ardından faşizm herkesin gözleri önünde yükseldi ve ilkinden çok daha ağır ikinci bir savaş yaşandı.

Geçtiğimiz günlerde, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping kendini ömür boyu Devlet başkanı ilan etti. Rusya’da siyasi rakiplerin bir kısmı hapiste bir kısmı siyaset yasaklı ve oldukça şaibeli bir seçim yaşandı. Avrupa’da ırkçı partiler oylarını artırıyor. Tayland'da El Kaide şüphelilerine işkence edildiği iddia edilen bir hapishanenin sorumlusu Gina Haspel CIA Başkanlığı'na getirildi.

Sözde seçim yapılan ve bir diktatörün “seçildiği”, Brezilyada, ileride devlet başkanı bile olabileceği düşünülen gencecik bir insan hakları savunucusu feminist kadının, Marielle Franco’nun öldürüldüğü bir dünya burası! Belki de Stephen Hawking’in ölmeden iki hafta önce söylediği sözler gibi “dünya bir karanlığa gömülecek” insani olarak da karanlığa gömüleceğiz… Hala gömülmedi mi sizce!

‘BU MİNDERLERDE OTURAN İNSANLAR NEREDE?’

Burası Afrin! (Kurt işareti yapan bir askerin, Afrinli bir ailenin evinde çekilen fotoğrafı gösteriliyor) Ben dünyanın neresi olursa olsun bu minderlerde, bu odada oturan insanlara ne olduğunu merak ediyorum. Dünyanın sorması gereken soru bu. Bu insanlar nereye gittiler. On binlerce insan göçtü Afrin’den. Buraya bu yazıları yazmakla burayı fethetmiş mi oluyoruz? Bundan sonra fetihçi bir dış politikamız mı var? Ya da Kırşehir valisinin sözlerinde olduğu gibi “Kudüs’e de gireceğiz, Musul’a da gireceğiz mi” diyeceğiz?  Böyle derli toplu evinde oturup,  normal bir hayat sürerken nerede şimdi bu insanlar? Arap mı, Kürt mü, Türkmen miydiler bilemiyorum. Önemli de değil, merak da etmiyorum. Önemli olan minderlerini, gündelik hayatlarını terk etmek zorunda kalmış olmaları.

‘DEMİRCİ KAWA’NIN HEYKELİNİ YIKIP ERDOĞAN‘IN HEYKELİ DİKİLSE RAHAT MI EDİLECEK?’

Demirci Kawa’nın heykelini yıkıp Erdoğan‘ın heykeli dikilse rahat mı edilecek? Böyle bir toplum mu olmak istiyoruz? Demirci Kawa, zalim Dehak’a karşı direnişi temsil ediyor. Brezilya’daki insan hakları savunucusu Mariella Franco da direnişi temsil ediyor. Rusya’da gazeteciler bu yüzden öldürülüyor, Slovakya’da yolsuzluk haberleri yapan 27 yaşındaki gazeteci bu nedenle öldürülüyor. Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinli eylemcilere kauçuk kaplı metal kurşunlar ve hakiki mühimmatlarla bu nedenle öldürülüyor. Meksika’da bu nedenle yalnızca bir yıl içinde 12 gazeteci faili meçhul cinayetlere kurban gidiyor. Hindistan’da seçimleri protesto eden 8 gösterici bu nedenle yaşamını kaybediyor.

‘KÜRTLERİN YENİ BİR YAŞAM ÖRNEĞİ KURMASI İSTENMİYOR’

İşte bugün gelinen noktada Ortadoğu’da seküler, laik, demokratik bir yaşamı kurmaya uğraşan, bunun için mücadele eden Kürtlerin de oraya örnek olması ve dolayısıyla bütün dünya düzenini aslında değiştirecek yeni bir yaşam örneği sunması, kadınların özgürlüğüne ve kurtuluşuna, ulus devlet sınırlarına hapsolmadan onlarca halkın eşit haklarla bir arada aynı yerde bir hayat kurmalarına, kapitalizme karşı öncülük ediyor olmaları engellenmek isteniyor.

CNN Türk muhabiri Fulya Öztürk Afrin operasyonu ile ilgili bölgeden yayın yaparken başını kapatmak zorunda kalıyor. Küçücük kız çocuklarının başı kapalı eğitim aldığı görülüyor. ÖSO mensubu olduğu söylenen yüzleri dahil peçeli kadınlardan oluşmuş küçük bir birliğin fotoğrafları basına servis ediliyor. Buna karşı bölgede eşit ve seküler bir toplum kurmak isteyen halkların bunu kurması istenmiyor. Bu hikaye dünya zalimlerine karşı direnenlerin hikayesidir. Direnenin adı ister Mariella olsun, ister demirci Kawa, ister Spartaküs; aynı direnişçilerdendir. Bunca insan bu kadar zalimliğe karşı direniyor. Yapılması gereken yegane şey bu.

‘YAYIN POLİTİKANIZI BEĞENMİYORUZ’ DAVASI

Geçtiğimiz günlerde pek çok yargı skandalı yaşandı. Cumhuriyet Gazetesi’nin yazar ve yöneticileri hakkında açılmış dava görüldü. 507 gündür tutuklu olan insanların yüzlerine okunan mütalaa, iddianamenin benzeriydi. “Bizim istediğimiz gibi habercilik yapmıyorsunuz, yayın politikanızı beğenmiyoruz” davasıydı. Mesela Aydın Engin, "Cihanda Sulh Peki Yurtta Ne"  isimli yazısının başlığı, 15 Temmuz'daki darbe girişiminde bulunanların kullandığı "Yurtta Sulh Konseyi" ile ilişkilendirilip örgüt bağı kurulmaya çalışılıyor. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan her vatandaş bu sözün Mustafa Kemal Atatürk’e ait olduğunu bilir.

Yine Kadri Gürsel’in, "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" isimli yazısında Erdoğan'ın sigara eleştirilerine yönelik görüşlerini yazması savcı tarafından “asiliği normal, meşru ve kabul edilebilir olarak yansıtmak” şeklinde yorumlanmıştır. Bunlar akla zarar şeyler. Sayfalarca süren o metinleri ciddi bir şeymiş gibi karşımızda okudular. Bunu da hazırlayan cemaat mensubu bir savcıydı. Ama yargılama devam ediyor.

Komedi bununla bitmiyor. AB fonları üzerinden de itham ediliyorlar. AB fonlarını dağıtan hükümet. İktidara yakın pek çok STK AB fonlarıyla zengin oldu. O zaman onların da yargılanması mı gerekiyor. Sizin yayın politikanızı beğenmiyoruz yargılamasıdır bu.

‘KENDİLERİ SENARİST OLMAK, KENDİLERİ OYNAMAK İSTİYORLAR’

Bu tür şeyler ‘dizinizi de beğenmiyoruz’a dönüştü. İşte şimdi Avlu dizisiyle ilgili de daha yayınlanmadan talimatı göndermiş RTÜK’e. Gerçekten kendileri senarist olmak istiyorlar, kendileri oynamak istiyorlar. Hayatımızın her yeriyle oynamak istiyorlar. Bütün hayatımızın senaryosunu çizmek ve oyuncusu olmak istiyorlar.

ŞAHİN ALPAY’IN KONTROLLÜ TAHLİYESİ

Yargılamaların adil olmadığına ilişkin çarpıcı bir örnek de Şahin Alpay kararıdır.  AYM Genel Kurulu, 11 Ocak’ta cemaat üyeliğinden tutuklu yargılanan gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın, “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ve “ifade ve basın özgürlüklerinin” ihlal edildiğine karar vermişti. İstanbul 13 ve 26. Ağır Ceza Mahkemeleri ise AYM’nin ihlal kararına direnerek, Alpay ve Altan’ın tahliye taleplerini reddetmişti. Ancak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’ın “AYM kararlarına saygı gösterilmezse bu mahkemeye yapılan başvuruların tamamı doğrudan AİHM’ye gelir. AİHM, AYM’nin artık etkili bir iç hukuk yolu olmadığı sonucuna varırsa bu dosyalar hakkında karar verir” açıklamasından sonra AYM Genel Kurulu, Altan ve Alpay’ın ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle “kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği” iddiasıyla yeniden yaptığı başvuru üzerine Alpay’ın tahliyesine karar verdi. Aynı durumda olan birçok dosyada inanların tahliye olması gerekiyor.

‘BİR SİYASİ PARTİ BAŞKANININ OFİSİNDE YARGININ ATAMALARI YAPILABİLİR Mİ?’

Fakat artık hukukun bağımsızlığına dair konuşmaya bile utanır olduk. Neredeyse 40 yılını bu mesleğin içinde geçirmiş bir hukukçu olarak yargının geldiği halden samimiyetle utanıyorum. 19 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla Saray’da avukatlıktan mesleğe kabul edilen 1236 yeni hakim ve savcının atama kuraları Cumhurbaşkanı Sarayında yapıldı. Bir Siyasi Parti Başkanının ofisinde bağımsız olması gereken yargının atamaları yapılabilir mi? Üstelik bir de Ak Parti genel Başkanı Sayın Erdoğan salona girdiğinde aday hakim ve savcılar ayağa kalkarak yürütmenin başı olan cumhurbaşkanını ayakta alkışladılar. Biz onlardan adalet bekliyoruz.

Daha evvel Cumhurbaşkanı huzurunda ilikleyecek düğme bulamadığı ve Cumhurbaşkanı ile çay toplamaya gitmesi sebebiyle eleştirilen Danıştay Başkanı’nın Sarayda çalışan kızı önce Elazığ’a hakim olarak atandıktan sonra HSK kararnamesi ile Yargıtay üyeliğine getirildi. Bu yöntemlerle hakim savcı olunmaz, yargı mensubu olunmaz.

‘YARGI DİLE GELSEYDİ EBEDİ BİR SUSKUNLUKLA KENDİNİ CEZALANDIRIRDI ‘

Bu adaletsizliğin en çarpıcı örneği Aysel Tuğluk yargılamasıdır. Geçenlerde bir yazı okudum; 90’larda Leyla Zana’nın 10 yıl hapis yatmasının vicdan azabını çekti bu ülke şimdi Aysel Tuğluk’un 10 yıl hapis yatmasının acısını çekmez umarım diyordu. Adeta ibreti alem olsun diye hazırlanarak yargılaması yapılmış bir dosyadır. Eğer ki yargı dile gelseydi bu dava karşısında ebedi bir suskunlukla kendini cezalandırırdı. Aysel Tuğluk dosyasının hiçbir aşamasında tevsi tahkikat talebi kabul görmemiştir. İddianameyi mütalaa olarak okuyan savcı sonrasında mahkeme heyeti de beraat vermesi gereken dosyada üyelikten 10 yıl ceza vererek iddianameye sadık kaldı.

‘BOZKIRIN ORTASINDA BİR SALON’

Aynı gün biz Selahattin Demirtaş’ın davasını da izledik. Yargılandığı salon bozkırın ortasındaydı ve Nuri Bilge ceylan filmlerinin sahnelerine benziyordu. İnsanlar ulaşamasın diye orada yaptılar. Bizler ulaştık, halkımız ulaştı.

‘YARGI HDP’YE ÇALIŞIYOR’

19 Mart 4 Kasım siyasi darbesinin 500'üncü günüydü. Bu süreç içinde bir tane AKP ve MHP milletvekili soruşturmaya uğramadı. Sadece tutuklu milletvekillerinin bu 500 gün içinde 395 duruşması yapıldı. Bunların 185 tanesi Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın duruşmaları. Sadece bu istatistik bile Anayasa'ya aykırı dokunulmazlık düzenlemesinin HDP’ye özgü olduğunu, yargının bize çalıştığını gösteriyor. Şimdi, şehir merkezlerine devasa adalet sarayları yaptınız yani onların adına "adalet sarayı" dediniz. Aslında, o, tırnak içerisindeki saraylara baktığım zaman bir hukukçu olarak gerçekten üzüntü duyuyorum. O saraylarda da yargılamıyorlar milletvekillerimizi.

Mahkeme heyeti genç bir heyetti, 3 kişilik bu heyetin yaşları 35 civarındaydı ve ne yazık ki bu genç heyet, Türkiye'nin en genç liderine ceza vermek için aslında talimat alarak davranış içerisindeydi.

Bir dosyada konuşmadan dolayı yargılanıyorsanız o dosyada o konuşmanın tamamının olması gerekmez mi? konuşma yok dosyada. İddianame nokta noktalarla dolu, biz konuşmanın çözülmesini istiyoruz dediler. Bu kadar olağan, sıradan bir talep reddedildi. Konuşmanın tamamı yargılandıkları davada yok.

‘BU YARGILAMALAR TUZAKTIR’

Bu aslında çözüm sürecinin yargılanmasıdır. Peki neyden yargılanıyor Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder? 17 Mart 2013 de İstanbul Newroz’un da yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle… O dönem Türkiye’de toplumun neredeyse tamamının destek verdiği bir süreç, bir iklim vardı. Ertesi sabahı gazete manşetleri – gerçi şimdi tamamı yandaş oldu medyanın, Hürriyet, CNN Türk de satılmış - Yeni Şafak “Nevruz Ateşi Çözüm İçin”, Sabah gazetesi “Nevruz Ateşi Barış İçin Yandı”, Akşam Gazetesi “Çözüm Nevruz’u” Akşam Gazetesi “Açılımın Nevruz’u”, Milliyet Demirtaş’ın sözünü manşete taşıyor “Gençler ölmek İstemiyor Artık Anlayın”. Bütün bunlara baktığınızda bu yargılamaların tuzak olduğunu görürsünüz. O gün bunlar söyleniyorsa bugün bu sözlerden dolayı yargılama yapmak tuzaktır.

2011 yılında, Adalet Bakanı Sadullah Ergün imzasıyla yayınlanan genelgede “Milletvekilleri hakkında hazırlayacağınız fezlekelerde suç konusu veya iddia konusu konuşmalar yasama sorumsuzluğu kapsamında olup olmadığına öncelikle bakın” diyor. Bütün duruşmalarda söylüyoruz, bunlar yasama sorumsuzluğu kapsamında. Biz küsülerde aynı konuşmaları yaptık. Getirin bu konuşmaları diyoruz ama mahkemeler bu talepleri reddediyor. Çünkü seçim sattı mahallinde milletvekillerimizi siyasi yasaklı hale getirmek istiyorlar. Çünkü hemen yargılamayı yapıp siyasi yasaklı hâline getirmek istiyorlar. Bunları hem Adalet Bakanına hem Meclis Başkanına soruyoruz, randevu alarak da soracağız.

Yargı dün de yaşamını savunan Nevin Yıldırım’a müebbet kararı verdi. İşte yargının hali.

BM Raporunda 159 bin 506 kişinin, 300 gazetecinin gözaltına alındığı, çocuklarıyla birlikte hapsedilen kadınların 600’e yaklaştığı, 166 basın kuruluşuna el konulduğu, yasaklı site sayısının 100 bini geçtiği, Güneydoğu’da 263 gözaltında işkence yapıldığı belirtiliyor. İşkence yok diye dizi yasaklayanlara da duyurulur.

Demokrat Haber/Ankara