Gazeteci yazar Ahmet Altan P24 adlı internet sitesi'ne Can Dündar ve Erdem Gül'ün Anayasa Mahkemesi'nin tahliye kararını değerlendirdi.

Altan, Anayasa mahkemesinin kararına uymuyorum diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a da "Anayasa Mahkemesi'nin kararına uymamak Erdoğan'ın haddine değildir" açıklamalarını yaptı.

Ahmet Altan'ın yazısının tamamı:

Çok net ve çok yalın biçimde söyleyeyim: Anayasa Mahkemesi’nin kararına “uymamak” Cumhurbaşkanı’nın haddine düşmemiştir.

Can Dündar’la Erdem Gül’ün tahliyesine çok sevindim, son zamanlarda bu ülkede yaşanan tek iyi gelişmeydi.

Bir suya atılan taşın çevresindeki halkalar gibi içiçe birçok “iyiliği” bir arada getiriyordu.

Öncelikle saçma sapan bir suçlamayla karşı karşıya olan iki gazetecinin serbest kalmasını sağlıyordu.

İkincisi, içerdeki bütün gazeteciler için bir içtihat yolu açıyordu.

Üçüncüsü, Tayyip Erdoğan’ın her sözünü emir telakki edip, onun kızdıklarını hapse yollamakta tereddüt etmeyen savcılarla yargıçları “dikkat edin, burada hâlâ hukuka benzeyen bir şeyler var” diyerek uyarıyordu.

Dördüncüsü, hukuka fevkalâde uygun bir karar olmasına rağmen bu kararla aynı zamanda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a çok ciddi siyasi bir mesaj yollayarak “seni ilgilendirmeyen alanlardan geri çekil” diyordu ki bu mesajın sadece Mahkeme’den değil doğrudan “devlet” denilen aygıttan geldiğini düşünüyorum.

Zaten Erdoğan “anayasal çizgisine” çekilmesi için ard arda uyarılar alıyor son günlerde.

AKP uyarıyor, Başbakan uyarıyor, muhalefet uyarıyor, devlet uyarıyor, Avrupa uyarıyor, Amerika uyarıyor.

Erdoğan görüldüğü kadarıyla bu mesajları almıyor ya da anlamını tam kavrayamıyor.

Anyasa Mahkemesi’nin kararıyla ilgili yaptığı açıklama Cumhurbaşkanı’nın tamamen “gerçeklerden koptuğunu” gösteriyor bence.

“Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum da, saygı da duymuyorum,” diyor.

Çok net ve çok yalın biçimde söyleyeyim…

Anayasa Mahkemesi’nin kararına “uymamak” Cumhurbaşkanı’nın haddine düşmemiştir.

“Fiili başkan oldum” sözünden sonra şimdi de “Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum” sözü bir cumhurbaşkanının değil ancak bir darbe liderinin söyleyebileceği sözlerdir.

Erdoğan darbe mi yaptı, darbeye mi hazırlanıyor?

“Fiili başkan oldum” sözü anayasayı çiğnediğinin, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorum” sözü de “anayasal yapıyı” kabul etmediğinin itirafı.

İkisi de çok ağır suçlar.

Bir cumhurbaşkanı böyle ağır suçlar işleyerek yoluna devam edemez… Cumhurbaşkanı olmak Erdoğan’a darbe lideri gibi davranma hakkını ve gücünü vermez.

Zaten bu yüzden neredeyse dünyanın her yanından “yapma” uyarıları alıyor.

Anayasayı, yasaları, hukuku yok sayarak cumhurbaşkanlığı yapmaya kalkışmak büyük bir anarşiye yol açar, bu da Türkiye’nin felaketi olur… Ortadoğu’nun en karışık zamanında Türkiye’nin bir kaosa yuvarlanması kimsenin işine gelmez.

Benim görebildiğim kadarıyla Erdoğan Suriye’de yaptığı hatayı şimdi Türkiye’nin içinde sürdürüyor… Kafasına koyduğu hedefe ulaşamayacağı çok açıkça belli olmasına rağmen herkesi tehdit ederek, herkesi korkutmaya çalışarak o hedefe ulaşmaya çabalıyor.

Suriye’deki inadıyla nasıl Türkiye’nin bütün gücünü ve itibarını Ortadoğu’da “sıfırladıysa”, şimdi aynı inatla Türkiye’de kendi siyasi kariyerini sıfırlayacak.

Aksi takdirde Türkiye kendi içinden infilak edecek.

Türkiye’nin de buna izin vermeyeceği artık peşpeşe gelen uyarılarla anlaşılıyor.

Erdoğan ya anayasal sınırlarının içine çekilip suç işlemekten vazgeçecek ya da Türkiye onu anayasal sınırlarının içine çekecek ve böyle bir zorlama yarattığı için de siyaseten bir daha affetmeyecek.

Ben, Erdoğan’ın “tek adam” döneminin sonuna yaklaştığını düşünüyorum, bütün işaretler onu gösteriyor benim görebildiğim kadarıyla.

Tabii, “anayasaya uymayan cumhurbaşkanı” bir ülke için çok büyük bir sorun olmakla birlikte ne yazık ki tek sorun değil.

Herkesin hayatını etkileyen bir de “hukuk” sorunu var.

Şu hepimizi sevindiren Anayasa Mahkemesi kararını ele alalım.

Çok doğru bir karardı.

Ama “hukuku” tek bir karar oluşturmuyor, hukuk bir bütün, bir yerde doğru karar vermek o bütünü sağlam tutmaya yetmiyor.

Şimdi sormak istiyorum.

Dündar’ın ve Gül’ün hakkındaki iddiaların “hak ihlali olduğunu” söyleyen Anayasa Mahkemesi neden diğer tutuklu gazeteciler için aynı kararı vermiyor hâlâ?

Mehmet Baransu aynı suçlamalarla bir yıldır içerde.

Jiyan.org’dan Hayri Tunç içerde.

Hidayet Karaca, Gültekin Avcı içerde.

Otuza yakın Kürt gazeteci hâlâ içerde.

Bu gazeteciler “anayasanın kapsama alanına” girmiyor mu?

Anayasa Mahkemesi bir yıldır hakkında bir iddianame bile yazılamadan hapiste tutulan Baransu’nun durumunu görüşmek için ne bekliyor?

Baransu’yla ilgili bir iddianame bile yazamıyorlar, böyle giderse yazamayacaklar da çünkü “Balyoz’un ne olduğuna” dahi karar veremediler henüz, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a göre “kumpas”, Adalet Bakanı Bozdağ’ın iki gün önceki konuşmasına göre “darbe.”

Onlar aralarında anlaşamıyorlar ama hapiste Baransu yatıyor.

Anayasa Mahkemesi’nin mahkeme olma vasfını sürdürmesi ve saygıdeğer bir hukuki organ olarak varlığına devam etmesi için içerdeki bütün gazeteciler için tahliye yolunu açması gerekiyor şimdi.

Bu olaylar olurken hukuk adına bir başka tuhaflığı daha yaşadık.

Hapisten çıkan Dündar’la Gül tam konuşma yaparken İMC televizyonu “uydudan” atıldı.

Biliyorsunuz, “tek adam” rejimi kurmak, anayasayı tanımamak, laikliği yok etmek isteyenler, bu amaçlarının önündeki en büyük engel olarak HDP’yi ve Kürtleri görüyorlar.

Ellerindeki bütün medya organlarıyla birlikte HDP’ye ve Kürtlere hücum ediyorlar.

Güneydoğu’yu bir cehenneme çevirdiler.

Sadece kasabaları, mahalleleri değil “duygusal ortaklığı” da geriye dönüşü imkânsız kalacak biçimde paramparça ediyorlar.

Orada öylesine vahşice işler yapıyorlar ki bunların duyulmaması için bütün medyada büyük bir sansür uyguluyorlar.

Güneydoğu’dan doğru dürüst haber veren, haber platformlarındaki tek televizyon kanalı olan İMC’yi de susturmak istiyorlar.

Eğer Türkler Güneydoğu’da olanları sadece iktidar güdümündeki kanallardan öğrenirlerse burunlarının dibindeki korkunç olayların durması için kıllarını bile kıpırdatmayacaklar, bu ülkenin Kürt vatandaşlarında büyük bir “ihanete uğramışlık “duygusu yaratacaklar.

Devletle-PKK arasında kırk yıldır süren çatışma ilk kez Türk-Kürt düşmanlığına dönüşerek bu ülkeyi parçalayacak.

Medya dünyasında, İMC bunu önleyebilecek belki de tek televizyon…

Ve onu susturuyorlar.

Türkiye tehlikeli bir kavşaktan geçiyor.

Buradan sadece topraksal değil, bence çok daha önemli olan “insansal” bütünlüğümüzü koruyarak geçebilmemiz için doğru haberlere ulaşabilmeye ihtiyacımız var.

İMC televizyonuna sahip çıkmak Kürtlere sahip çıkmak anlamına gelmiyor, bütün Türkiye’ye sahip çıkmak anlamına geliyor bu nedenle.

Sevinçli olaylar yaşadık.

Dündar ve Gül bırakıldı.

Erdoğan, anayasayı çiğnedikçe yalnızlaşıyor.

Ama bunun devamını getirebilmemiz için hukukun bütünlüğüne, içerde haksız yere yatan bütün gazetecilere ve bize gerçek haberleri veren televizyon kanallarına da sonuna kadar sahip çıkıp direnmek gerekiyor.

Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.