Hıdır Işık

Yaşamın iç evren ışığını, o sonsuz spektrumu tuz çölüne çevirmek isteyen bir sistem ağı tüm insanlığı ablukaya almış durumda. Dünya hızla meçhule itilmekte yani. İktidarların hırsları, rant çarkları, doymaz kursakları sebebiyle çıkan savaşlarda yüz binlerce insanın öldüğü, onlarca milyon insanın yersiz yurtsuz kaldığı gerçeğinin, medeniyetin gelişmişliğiyle olan paradoksu derinleştirmekte. Neyse ki bu cenderede, çürümeye yüz tutan insanlığa ışığın sağduyu deltasını sunanların varlığı umut oluyor. Tuz Çölü’nde ırmak düşü olmak böyle bir şey olsa gerek...

Ülkemizde yaşananlara diyalektik bir düzlemden bakıldığında, “İnsanca yaşama hakkını karartan böylesi bir dünyadan geri kalır mıyız hiç...” dedirten bir hakikat panoramasıyla karşılaşıyoruz. Yaşamın yapıtaşı olan hemen her şey değersizleştirilmekte ve hızla sevgisizliğin uçurumuna itilmekte. Bu savı somutlaştırmak adına, son dönemlerde Hülya Koçyiğit’in ülkenin refahı ile ilgili tepkilere yol açan açıklamalarına ve Bircan İpek, İlkay Buharalı, Ali Eyüboğlu ve Ece Erken’in Beyaz Tv’de yaptıkları programda sanatçı Ferhat Tunç’la ilgili söylediklerine değinmek istiyorum. Koçyiğit, "Türkiye'de kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür. Çok fazla atıp tutuyorlar." dediğini hatırlatarak başlamak isterim söyleyeceklerime. Koçyiğit ülkenin en pahalı ve lüks villa sitesindeki milyon dolarlık villasında verdiği röportajında bu sözleri söylerken, çoluk çocuğuna baktıkça içi içini yiyen milyonlarca işsiz, sabahın karanlığında otobüs kuyruklarında bekleyen insanlar, her geçen gün yükü artan faturalarla ay sonunu getirmenin yollarını düşünüp nasırlaşmış elleriyle bir sigara yakan işçiler, cezaevlerinde gökyüzüne özlem büyüten gazeteciler umutsuzluk taşlarıyla örülü bir geleceğe tutunmanın düşlerini arıyorlardı. Elbette ülkenin büyük bir kısmını oluşturan bu milyonlarca insanın yaşadıkları, yaşayacakları ve umutsuzlukları Koçyiğit’in düşünce sahasında değildi. Verdiği röportajdan kısa bir süre sonra damadının Antalya’da aldığı plaj ihalesiyle ilgili iddialar ayyuka çıkınca, verdiği röportajla bal tutup parmağını yalayan toplumunun gerçekliğine yabancı bir oyuncu olarak hafızalara kazındı.

Bir diğer örneğe gelelim şimdi de. Bircan İpek, İlkay Buharalı, Ali Eyüboğlu ve Ece Erken’in Beyaz Tv’de yaptıkları ‘Söylemezsem Olmaz’ adlı programlarının 28 Marttaki yayınında sanatçı Ferhat Tunç’la ilgili sözleri, bu kişilerin kendi mevcut lüks yaşamlarını muhafaza etmek ya da standartlarını daha da arttırmak adına rengini aldıkları sistemin nefret ve linç politikasını yücelttiğini gösteriyordu adeta. Program, Ferhat Tunç’un sosyal medya paylaşımlarından dolayı kendisine açılan ve halen devam etmekte olan bir davaya ilişkin haberle başlıyor. Ardından Ece Erken’in programı sunduğu arkadaşlarına, “Bir Ferhat Tunç şarkısı biliyor musunuz?” sorusu geliyor. Aslında bu soruyla yaptığı işe saygısı olmayan bir medya figürü durumuna düşüyor Erken. Neden mi, çünkü iki binli yılların başlarında yaptığı televizyon programına Ferhat Tunç’u konuk etmiştir ve kendisine yeni albüm yayınlamış bir sanatçı muamelesi yapmış, sonrasında programa telefonla katılan bir izleyicinin, “Şu anda karşınızda duran sanatçının sizin yaşınız kadar kaseti var, ondan yeni çıkmış biri gibi bahsedemezsiniz.” söylemiyle karşılaşmıştır. Yine aynı programda Tunç yeni çıkan “Kavgamın Çiçeği” adlı albümünden “Savaşa Hayır” adlı şarkısını seslendirmiştir. Erken bu program dışında farklı zamanlarda bir ya da iki defa daha programlarına konuk etmiştir Ferhat Tunç’u. Ece Erken bu detayları lüks düşkünlüğüne adanmış zihninde tutamamış mıdır da, “Bir Ferhat Tunç şarkısı biliyor musunuz?” sorusunu sormuştur. Oysa sözünü ettiği sanatçı, yakın dostu Ahmet Kaya ile birlikte ülkemizin en bilinen özgün müzik sanatçısıdır ve ülkemizde Dünya Free Müzik Ödülü’ne değer görülen ilk ve tek sanatçıdır.

Bir programcı olarak bir sanatçıyı düşünsel olarak kendinize uzak görebilirsiniz, fakat o sanatçının milyonlarca insan tarafından dinlendiğini ve sevildiğini işiniz gereği bilmeli, buna göre değerlendirmelerde bulunmalısınız. Ama Ece Erken bununla da kalmayıp, “Almanya’ya git, orada yaşa…” diyerek faşizanlığını hat safhaya çıkarıyor. Şu ülkenin güzelliklerinin kaybolmaması adına bir gram mücadele emeği olmamış, farklılıkları zenginlik olarak gören demokratik bir ülkeye ulaşabilmek için kılını kıpırdatmamış şahıslar, otuz yıllık sanat hayatının merkezine savaşa hayır, barış olsun kardeşlik olsun felsefesini ve insan hakları mücadelesini yerleştirmiş bir sanatçıyı linç etmeye çalışıyorlar.

Milyonluk arabalarıyla eğlenceden eğlenceye koşan çocuklarını ihaleden ihaleye uzatanların, gecekondularda oturan çocukların ölümlerine bayrak salladığı bir ülke de, gerçekte sanatçının kim olduğunu, yaşadığı topraklara kimin güzellik kattığını tarih gösterecektir elbet.

Neyse ki bu cenderede, çürümeye yüz tutan insanlığa ışığın sağduyu deltasını sunanların varlığı umut oluyor. Tuz Çölü’nde ırmak düşü olmak böyle bir şey olsa gerek...