Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski İzmir Milletvekili hukukçu Rıza Türmen, “AKP Türkiyesi’ne bir alternatif üretmek lazım. İnsanların savaşmayacağı, barış, demokrasi ve özgürlük içinde yaşayabileceği, yargının bağımsız olduğu bir yeni Türkiye modeli ortaya koymak ve bu yeni Türkiye modelini tartışmak lazım” ifadelerini kullandı.

Rıza Türmen Evrensel’den Serpil İlgün’ün sorularını yanıtladı.

Önce, “Demokrasi cephesine gereksinim var” başlıklı yazınızla başlayalım. Size bu yazıyı kaleme aldıran temel saikler neler? Ortak mücadele birliği neden gerekli?

Türkiye’de büyük bir demokrasi krizi var. Bu demokrasi krizi giderek bir rejim krizine dönüşmeye başladı. Bütün güçlerin tek bir elde toplandığı, bütün kurumların tek bir yere bağlandığı bütün özgürlüklerin sınırlandığı, yargının bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı bir ülkede yaşıyoruz.

Ve bu baskı giderek artıyor. Bir yere doğru gidiyoruz ve bu süreçte bakıyorsunuz ki her dönemeç giderek daha hızlı bir şekilde alınmaya başlanıyor. İşte dokunulmazlıklar kaldırıldı, arkasından başkanlık geliyor. Bunların gittiği yer iyi bir yer değil.

Bu aslında totaliter bir diktatörlüğe doğru gidiştir. Son seçimlerden sonra özellikle muhalefetin de çok zayıf kalması, bu gidişi durduracak bir performans gösterememesi, toplumda büyük bir sıkıntıya, bir umutsuzluğa, bir karamsarlığa yol açtı. Ama bu umutsuzluk ve karamsarlığın ortaya çıkardığı bir umut ışığı da var.

Nasıl?

Şöyle ki, bu umutsuzluk ve karamsarlık kamusal alanda sivil toplumu hareketlendirdi. Bir bakıyorsunuz her gün bir yeni kuruluş ortaya çıkıyor. Herkes, “bu gidişi nasıl durdurabiliriz, acaba bir demokrasi mücadelesi nasıl verebiliriz, biz ne yapabiliriz?” diye düşünmeye başladı.

Ve örgütlenmeye başladı. Yani kamusal alanda yeni bir enerji, yeni bir dinamizm belirdi. “Bu dinamizmi acaba nasıl kullanabiliriz, demokratik amaçlara nasıl yöneltebiliriz?” sorusu var. Bu yazı oradan çıktı işte.

Çünkü bu kuruluşların teker teker kendi mücadelelerini vermelerinin etkili olmayacağı açıktır. Çünkü karşınızda devleti ele geçirmiş, devletle partiyi birleştirmiş güçlü bir hegemonik bir yapı var. Bu hegemonik yapıya karşı durmak için sizin kendi yapınızı kurmanız lazım.

İşaret ettiğiniz gidişata müdahale etmek, hegemonik yapıyı kırmak için çeşitli birlikler, platformlar oluşturuldu lakin başarılı olamadı. Neden olamadığı konusunda sizin tespitleriniz neler?

Olamadı evet ama şimdi buna konjonktür uygun. Türkiye’deki koşullar insanları buna zorluyor. Dört nala giderek hızlanan bir tempoda uçuruma doğru gidiyoruz. Bunu durduracak, bunu başka yöne çekecek bir araç lazım.

Devleti eline geçirmiş, bütün güçleri kendine bağlamış, kendi kuvvetlerini kurmuş, zorbalığı, baskısı olan, öte taraftan kendi ideolojisi de olan ve seçimlerde de gördüğümüz gibi rıza alan, rıza üreten büyük bir güç var karşımızda. Buna karşı etkili bir mücadele vermek için AKP paradigmasının içinde olmamak lazım.

Yani oyunu onun sahasında oynamamak lazım. Bugün Türkiye’de bütün muhalefet partileri dahil olmak üzere oyun AKP’nin sahasında oynanıyor. Gündemi, ne yapılacağını o tespit ediyor. Bir kere bu paradigmanın karşısında başka bir yapı inşa etmek, paradigmanın dışına çıkmak, oyunu kendi sahanıza çekmeniz lazım.

Bu nasıl yapılacak?

Bunu iki türlü yapacaksınız. Bir kere sivil toplum alanındaki, kamusal alandaki bu enerjiyi birleştirmek lazım.

Nasıl birleştireceksiniz? İşte benimki bir öneridir, bir kurultay toplarsınız. AKP’nin hegemonik yapısına karşı duran, o yapı karşısında zarar gören herkes bu kurultaya katılır. Kurultayda bir demokratik cephe kurulur. Bu bir direniş mücadelesidir tabii.

Direniş çeşitli şekillerde olabilir. Bildiri yayımlamak da direniştir, sokağa çıkmak, protesto etmek de bir direniştir, sivil itaatsizlik de bir direniştir. Bilmek lazım ki direnmek demokrasinin bir parçasıdır. Ama direniş yetmez. Onun yanında siz başka bir Türkiye’nin olabileceğini göstermeniz lazım.

AKP Türkiyesi’ne bir alternatif üretmek lazım. İnsanların savaşmayacağı, barış, demokrasi ve özgürlük içinde yaşayabileceği, yargının bağımsız olduğu bir yeni Türkiye modeli ortaya koymak ve bu yeni Türkiye modelini tartışmak lazım.

Tuğla üzerine tuğla koyarak inşa etmek lazım. Demokrasi, barış, hukuk, özgürlük öyle genel laflar değildir. Somut olarak ne olacak, katılımcı, çoğulcu bir demokrasi nasıl olur, bu çoğulculuktan ne kastediyoruz, nasıl bir katılımcı toplum yaratabiliriz, halkın yönetime katılması, kendi kendini yönetmesi nasıl sağlanır? Bunları konuşmamız, dolayısıyla kurultayı somutlaştırmak, hazırlıklarını yapmak lazım.

Kurultay hazırlıkları başladı mı peki?

Evet, konuşmaya başladık. Bu yazı genel olarak çok olumlu tepkilere yol açtı. Sanki böyle bir bekleyişe denk düştü. Herkes ana fikrimizde mutabık. “Uygulaması nasıl olmalı” kısmında görüşler var tabii. Solun her zamanki hastalığıdır biliyorsunuz, her kafadan bir ses çıkar.

Sol içinde anlaşma sağlamak sağ içinde anlaşma sağlamaktan çok daha güçtür! Bu güçlükler olacaktır ama ortada bir amaç birliği varsa eğer bir anlaşma sağlamanın mümkün olması lazım. Onun için bunun olacağını sanıyorum. Tabii ki bir hazırlık aşaması olması ve hazırlık aşamasına herkesin katılması lazım. Hazırlık komitesi gibi bir şey olması ve buradan kurultayın ana hatlarının çıkması lazım.

Hazırlık aşamaları kadar sonrası da önemli. Kurultay sonrası nasıl gelişecek?

Evet, kurultay sonrası da önemli. Bir izlemesi olması lazım. Buradaki oyunun amacı yeni bir güç merkezi yaratmak ve bu güç merkezi kanalıyla yeni bir halk hareketi yaratmak. Yani bunun sadece odalarda konuşulan bir konu olmaması lazım. Bunun geniş toplum kesimlerine açılması gerek. Bundan sonra kurultayın amacı asıl bu olmalı. Ve orada işte halka “Daha iyi bir Türkiye olabilir, alternatif vardır”ı verebilmek lazım.

Yazınızda da “bir toplumsal muhalefetin iktidarın hegemonik yapısında çatlak yaratması ancak halk kitlelerini harekete geçirerek gerçekleşebilir” diyorsunuz. Daha iyi anlaşılması için, bu nasıl yapılacak? Dayanakları, mekanizmaları nasıl olacak?

Birçok şekilde yapılır. Tabii ki önce halka götüreceğiniz bir projeniz olması lazım. Ondan sonra iletişim kanallarını kullanmanız lazım. Halk topluluklarını, birlikleri teker teker dolaşmanız, halkın katıldığı forumlar yapmak lazım.

Yeni Türkiye modelinde zaten mutlaka halk birlikleri kurmalı. Bütün bunları yaparken halkta bir değişim umudu, bir değişim isteği uyandırmak lazım. Yani adam evine geldikten sonra niye televizyon seyretmesin de sizin toplantınıza gelsin?

Bunu yapabilmesi için bir umut, bir heyecan duyması gerek. Kendi yaşamını etkileyecek bir gelişme var, buna inanması, ve kendisinin kendi yaşamını değiştireceğine inanması lazım. Çünkü dediğim gibi Türkiye’de bugün büyük bir umutsuzluk var, yeni bir umut yaratabilmek lazım.

İnsanlar bekliyorlar bunu, bu yeni umudu istiyorlar. Bu yeni umudun siyasi partilerden gelmesi şart değil. Belki siyaseti bir parça siyasi partilerden, meclisten, devletten ayırmak, siyaseti biraz bu kanallara itmek gerek.

Siyasi partilerin ön cephede olmaması vurgunuz dikkat çekici. Bu neden önemli?

Siyasi partiler kimliklerine sıkışmış durumda, kutuplaşmayı arttırıyorlar. Siyasi partilerin kırmızı çizgileri çok. Zihinsel blokları var. Siyasi partiler arasında bugünkü Türkiye de bir uzlaşı sağlamanın imkanı yok.

Oysa böyle bir sivil toplum inisiyatifiyle uzlaşan bir Türkiye’de tahakkümsüz bir özgürlük ve eşitlik sağlama imkanı var. Bu bambaşka bir yoldur, bu bambaşka bir umuttur.

Kurultaya katılacak kuruluşlar elbette ayrı kimliklerini, ayrı görüşlerini saklı tutacak. Bu kuruluşlar arasında  bir görüş birliği sağlamak gibi bir amaç olmamalı” diyorsunuz. Görüş birliği sağlanmadan nasıl olacak?

Herkesin aynı görüşte olması gerekmiyor, asgari ortak bir strateji etrafında birleşilmesi yeterli. Bunu içinde herkes olur. Sizden çok farklı düşünenler de olur. Yeter ki ortak bir strateji benimseyebilsin.

Bu Diyalog Grubu’un da bir çağrısı haline geldi diyebilir miyiz?

İşte onu konuşuyoruz. Bence kimin yaptığı çok önemli değil ama birinin bir çağrı yapması lazım; “Gelin arkadaşlar, böyle bir proje var, siz de bu projeye dahil olun, herkes buyursun, bunu nasıl gerçekleştireceğimizi oturup konuşalım” çağrısını bir kişi de yapabilir, Diyalog Grubu da yapabilir, bir grup insan da yapabilir. Bu o kadar önemli değil. Bir hiyerarşi kurmamak lazım. Eşitlik çok önemli.

Kurultayın yeni bir siyasi kültürün yaratılmasına hizmet edeceği vurgunuz da önemli. Siyasi kültürün değişmesi, demokrasi mücadelesinin bir diğer kazancı” olacak sanırız, ne dersiniz?

Evet, tabii. Bugün temsili demokrasinin tıkandığını görüyorsunuz. Temsili demokrasi çoğunlukçu bir tahakküme yol açıyor. Temsili demokrasiyi artık bir yana koyup başka türlü bir demokrasi arayışı içine girmemiz lazım.

Burada tabii birkaç şey var, bir kere yurttaşların aktif yurttaşlık zihin yapısı içine girmeleri lazım. Kendi kaderini kendisi yapabilir, kendisiyle ilgili kararlarını kendisi verir. Yani bir yolun yapımını, bir köprünün yapımını devletin oradaki insanlara vermesi başka bir şeydir, oradaki insanların o köprünün yapımını, yolun yapımını kararlaştırarak devletten istemesi, bunu yaptırması başka bir şeydir.

Yeni siyaset anlayışı budur. Siyaseti demokratikleştirmek. Yani iktidarın bürokratik bir merkezden halka devredilmesi. Bu hem demokrasi, hem de yeni siyaset anlayışı işte.

YÜKSEK YARGI BAŞKANLARININ CUMHURBAŞKANI İLE GEZİLERE KATILMASI BİR SKANDALDIR

Muhalefetin sert eleştirileriler yönelttiği Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarının Cumhurbaşkanının gezilerine katılmasını deneyimli bir hukukçu olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu bir skandaldır. AİHM kararlarında yargıcın tarafsızlığının bir ölçütü de şudur, tarafsızlık dışardan da görülmelidir. Dış görünüm çok önemlidir. Yani yargılanan kişinin kafasında yargıcın tarafsızlığı konusunda bir kuşku uyanmamalıdır.

Kuşku uyanırsa AİHM buna bakar, “kuşku neden kaynaklanıyor, haklı bir kuşku mudur” diye inceler. Onun için dış görünüm çok önemlidir. Yargıç tamamen tarafsız olsa bile, kararları son derce adil olsa bile, dış görünüm bakımından tarafsızlık görümünü veremiyorsa, bu tarafsızlık ilkesinin ihlalidir.

Bu İngiliz hukukundan gelme bir ilkedir. İngiliz hukukunda meşhur bir değiş vardır, “adalet sadece gerçekleştirmekle olmaz, aynı zamanda adaletin gerçekleştiği görülmelidir” der. Burada dış görünüş bakımından bunların tarafsızlığı bitmiştir.

Artık Yargıtay da, Danıştay da, Sayıştay da en doğru, en adil kararları verseler bile dış görünüş bakımından tarafsızlıklarını yitirmişlerdir. Örneğin Cumhurbaşkanı tarafından basın mensuplarına hakaretten açılmış dünya kadar dava vardır. Şimdi bu davalı kişiler Yargıtaya gittiklerinde deseler ki, “ben bu Yargıtayın tarafsızlığına inanmıyorum çünkü Yargıtay başkanı gidiyor Cumhurbaşkanı ile gezilere katılıyor, alkışlıyor” çok haklı olurlar.

Ve bunu AİHM önünde ileri sürerse davayı da kazanır. ABD’de Obama içeri girdiğinde ayağa kalkmayan sadece yargıçlardır. Yargıçlar cumhurbaşkanı önünde ayağa kalkmazlar. Çünkü onlar bütün yürütmenin tasarruflarını kontrol eder, bunun sınırlarını çizerler.

Yargıtay Başkanı Cirit’ten, “Devletin başkanıyla birlikte olmak onurdur. Ayrıca protokol gereği bu gezilere katılıyoruz” açıklaması geldi…

Cumhurbaşkanı ile geziye gitmek, çay toplamak, alkışlamak protokol görevi değildir. Kaldı ki bu cumhurbaşkanının tarafsız bir cumhurbaşkanı olduğu iddia edilebilir mi? Tarafsız bir cumhurbaşkanı olsa bile, yürütmenin başıdır aynı zamanda. Yürütmenin başıyla yargıçların hiçbir işi olmaması lazım.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da şu savunmayı yaptı:“28 Şubat döneminde de yargıçlar Genelkurmay’a gidip brifing alıyorlardı. Hiçbir hukuk devletinde, Cumhurbaşkanı ile Danıştay veya Yargıtay başkanları bir araya geldi diye, yargı bağımsızlığını kaybetti, denilemez!”

O da çok yanlıştı. Yargıcın ne işi var brifinglerde? Ne denirse densin, yargı tarafsızlığını kaybetti burada. Burada ileri sürülecek iddia, dış görünüm bakımından verdiği görünüş nedeniyle tarafsızlığını kaybettiğidir.

AYM YOLU KAPALI, DOĞRUDAN AİHM’E BAŞVURULMALI

AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması teklifinin CHP desteği ile kabul edilmesinin ardından şu soruların yanıtı aranıyor: “Bundan sonra ne olacak”, “kaç milletvekiline dokunulacak?” “Ara seçim gündeme gelebilir mi, süreç nasıl işler?”HDP ve CHP’li vekillerin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruları oldu. AYM’nin önümüzdeki günlerde başvuruları gündeme alacağı belirtiliyor ama önce, dokunulmazlıkların CHP desteği ile kaldırılmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Bu hakikaten birlikte yaşama isteğine tuz biber ekecek. Bu siyaseten son derece yanlış bir şey. Kürt meselesini mümkün olduğu kadar siyasetin içine çekmek lazım, siyasetin dışına değil.

Peki nasıl çözeceksiniz Kürt meselesini? Nedir formülü? Kaç kişi öldürebilirsin? Herkesi nasıl öldürürsün? Bu çözüm değilse, nasıl çözeceksin? Kürt milletvekillerini Meclis’ten atarak mı çözeceksin? Bu akıl almaz bir yanlıştır.

CHP’nin tutumuna gelince, hiç anlayamadım doğrusu. Çünkü söylenen şey neydi, “bu iş yanlıştır, Anayasaya aykırıdır.” Doğru. “Ama biz evet vereceğiz!” Neden? Sayın Kılıçdaroğlu bunu söyledi, “Çünkü referanduma gidildiği taktirde bu toplumu bölecektir.” Referandum sınırı aşıldı, ortada ne kaldı?

Ortada CHP’nin de hukuka aykırı olduğunu kabul ettiği bir anayasa değişikliği kaldı. Peki o zaman niçin CHP buna karşı niçin iptal davası açmıyor ya da 111 milletvekilinin iptal davası açmasına izin vermiyor? Bunu anlamak mümkün değil.

Tutarlı olmak bakımından da anlamak mümkün değil. CHP Türkiye’ye bütüncül bir yeni Türkiye projesi sunmadı. Yani taktiksel hesapların dışında daha uzun vadede, daha stratejik düşünmek ve insanlara başka bir Türkiye projesi sunabilmek çok önemli.

İzlenecek yollar konusunda da çeşitli yorumlar var. Belirttiğiniz gibi Kılıçdaroğlu AYM’ye iptal başvurusu için (HDP hariç 52 milletvekilinin desteğine ihtiyaç var) CHP’den imza desteği isteyen HDP’nin talebini geri çevirdi. Bunun üzerine AYM’ye bireysel başvurular yapıldı ama bireysel başvurularla sonuç elde edilebilinir mi?

İptal davası açılmıyorsa AYM yolu da kapalı, bunu görmek lazım. Çünkü bireysel başvuru bakımından Anayasa Mahkemesi İşleyişi Hakkındaki Kanun çok açıktır. Orada der ki, “yasama tasarrufları, buradan doğan hak ihlalleri bireysel başvuru konusu olamaz.” O zaman yapılması gereken şey AYM’ye gitmeden doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmek. AİHM’de de iç yargı yolunu tüketmek gerekmez. Onun için bu kabul ettirilebilir.

Burada bir mesele daha var, milletvekillerine henüz daha dokunulmadı. Dokunulmadığına göre mağdur sıfatı doğmadı denebilir ama nasıl olsa dokunulacaktır. Kanun dokunulmasını emrediyor. O yüzden burada potansiyel mağdur meselesi vardır. Onun için AİHM’de bu dava kazanılır.

Selahattin Demirtaş, “Değişiklik kadüktür, pratikte işleyemez. İfade alınamadıkça da yargılama başlayamaz. Bu bir çeşit uygulanamaz yasadır, bu değişikliği uygulayamazlar” diyor. Katılır mısınız?

Burada hukuk çiğnendi tabii. Bir de unutulan bir şey var, bu insanlar seçilmiş insanlar, halkın oy verip meclise gönderdiği insanlar. Yani olacak iş mi, bu milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılırken bir takım temel güvenceleri var, savunma hakları var, AYM’de iptal davası açma hakkı var, bunların teker teker dinlenip teker teker karara bağlanması lazım, böyle kolektif bir şekilde bu işin yapılması cezaların şahsiliği ilkesine aykırıdır.

Bütün bu hukuk ilkeleri çiğnenmiştir. Bir de bütün bunlar geçmişi etkili olarak uygulanmaktadır. Yani milletvekillerinin meşru bir beklentisi var. Milletvekili olduğu sıradaki kanunların kendisine uygulanacağını bekliyor. Ondan sonra kanunu değiştirip geçmişe etkili olarak “sen artık dokunulmazlıktan yararlanamazsın” demek, hukukun başka bir ihlali. Burada çok geniş bir hukuk ihlali var, tutar tarafı yok.

Selahattin Demirtaş, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genelkurmay’dan aldığı brifing üzerine dokunulmazlıkların kaldırılması teklifine “evet” dediği iddiasını gündeme getirdi. “Asker görüşü”, kararda etkili olmuş mudur?

Bunun böyle olmadığını umut ederim sadece.

Şunu da hatırlatarak yorumunuzu rica edelim. Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan MGK bildirisinde, “terör örgütünün siyasi uzantıları” olarak tarif edilen siyasal oluşumların “bölgede yaşayan vatandaşların temsilcisi olamayacağı” ilan edildi. Soru şu; bundan sonra “bölgede” yaşayan vatandaşların temsilcilerinin kimlerin olabileceğine MGK mi karar verecek?

Bu çok vahim bir şey. Hani milli irade çok önemliydi? Hani en önemli şey seçim sandığıydı? Demokrasiyi seçim sandığına indirgeyen bu iktidar, şimdi seçim sandığından çıkan halkın temsilcisini tanımıyor. Böyle şey olur mu? Halkın iradesine ne kadar büyük bir saygısızlık.

TASARLANAN ANAYASA, DAYATMACI BİR ANAYASADIR

Binali Yıldırım başkanlığındaki 65. Hükümet, anayasa ve başkanlığın öncelikli hedefleri olduğunu ilan etti. Bunun üzerine, aralarında sizin de olduğunuz milletvekilleri, aydınlar, gazeteciler, akademisyen, emek ve meslek örgütü temsilcileri “bu ortamda anayasa yapılmaz” başlıklı bir bildiri yayınlandı. Anayasanın yapılmasına ilişkin temel kaygınız nedir?

Öncelikle, böyle bir savaş sürerken hangi anayasayı yapıyorsunuz? Nasıl bir anayasa istiyorsunuz? Hangi amaçla yeni bir anayasa istiyorsunuz? Bence bunlar çok önemli. Dayatmacı bir anayasa mı istiyorsunuz, uzlaşmacı bir anayasa mı istiyorsunuz?

Anayasa uzlaşmalara dayanır. Toplumsal sözleşmelerdir. Onun için Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşların kendini bulabileceği bir anayasa olması lazımdır. Katılımcı bir süreçle yapılması lazımdır ki, insanlar bu anayasayı benimseyebilsin, anayasa uzlaşma getirebilsin vs. Şimdi bir parti kendi parti meclisinde, kendi parti binasında hazırladığı bir anayasayı küt diye halkın burnuna dayıyor.

Bu bir dayatmacı bir anayasadır. Bu toplumda uzlaşma sağlamaz. Olsa olsa toplumda gerginliği arttırır. Bu anayasa Türkiye’ye daha çok demokrasi getirmek, barış uzlaşısı sağlamak amacıyla mı yapılıyor, yoksa tek bir adamın iktidarını pekiştirmek amacıyla mı yapılıyor?

Uzunca bir süredir anayasa değişikliği dendiğinde akla ikincisi geliyor.

Tabii. Anayasa değişikliği sadece başkanlık meselesine sıkışmış durumda. Halbuki 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak, onu değiştirmek lazım. Nereleri sakat, nerelerini değiştirmek lazım, onları konuşamıyorsunuz. Çünkü başkanlık tıkacı milletin boğazına tıkılmış durumdadır. Dolayısıyla canhıraş bir şekilde diktatörlüğü önlemeye çalışıyorsunuz.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz’dan ilginç bir açıklama geldi. “Hiç kimse başkanlık sisteminden bahsederken bir rejim değişikliğinden bahsetmiyor. Türkiye’de bizim bahsettiğimiz hükümet sistemidir. Sistem ile rejim farkı şeylerdir” dedi. Bu sözleri nasıl değerlendirdiniz?

Siz başkanlık sistemi mi, yoksa parlamenter sistem mi tartışmasından bahsediyorsanız bu bir hükümet sistemi sorunudur. Hükümet sistemi tartışmasıdır. Ama siz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirdiği başkanlık sisteminden bahsediyorsanız, bu bir rejim sorunudur.

Çünkü Türkiye’deki rejim değişiyor. Bu başkanlık önerisinin kabul edilmesiyle Türkiye demokrasiden çıkacak, demokrasi olmayan başka bir rejime geçecektir. O nedenle rejim tartışması var ortada.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINDA ÇİFT BAŞLILIK DAHA FAZLA OLACAK

Partili cumhurbaşkanlığı daha ağırlık kazanan bir seçenek gibi görünüyor. Partili cumhurbaşkanlığı Erdoğan’ın sürekli atıf yaptığı ve başkanlık gerekçesini dayandırdığı çift başlılık sorununu çözecek mi peki?

Partili cumhurbaşkanlığı yarı başkanlık sistemi gibi olacaktır. Yarı başkanlık sisteminde yine cumhurbaşkanı elinde büyük yetkiler olacaktır. Tabi bunun bir problemi şu, başbakan olacak burada yine.

“Çift başlılıktan kurtulmak için bunu yapıyoruz” diyor ama orda yine seçilmiş bir başbakan olacak. Yani çift başlılık daha fazla olacak. Nasıl kurtulacaklar bundan, o belli değil. Başbakan başka bir partiden olursa bu sistemin tıkanmasına yol açacaktır. Onun nasıl üstesinden gelinecek o da belli değil.

Burada başka bir şey daha var, Türkiye’de cumhurbaşkanın anayasada şöyle bir rolü var; o bütün milletin birliğini, ulusun birliğini temsil eder, tarafsızdır, siyasi partiler arasındaki çekişmelerde hakem rolünü oynar. Şimdi bütün bunlardan vazgeçiliyor.

Cumhurbaşkanın tarafsızlığı değiştirilecek anladım ama cumhurbaşkanı ulusun birliğinin temsilcisidir, o hakem rolü ne olacak, ulusun birliği nasıl temsil edilecek? Hele şimdiki cumhurbaşkanı gibi bir siyasi partiyle kendini özdeşleştirmiş bir cumhurbaşkanı bütün ulusu nasıl temsil edecek?

SAVCININ İDDİANAMESİNİN MERKEZİNDE ZARRAB’IN AMERİKA’DAKİ AMBARGOYU DELMESİ VAR

Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, ilk günden itibaren “Erdoğan’a, AKP’ye de etki eder mi” sorusu etrafında takip edilmekte biliyorsunuz. Konuyla ilgili son bilgiler, 17-25 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda adı geçen bakan, siyasetçi ve iş insanlarının, ABD’li savcının iddianamesinde de yer aldığı yönünde. Son gelişmeler, dokunma olasılığını arttırıyor mu, nedir gözleminiz?

Bilemiyorum ne kadar etkiler. Tabii ki Amerika’daki savcının iddianamesinin merkezinde Reza Zarrab’ın yaptığı işlerle ilgili Amerika’da ambargoyu delmesi var. Bu Türkiye’deki sorunları etkiler mi, bunu göreceğiz. İddianame çıkmadı çünkü daha.

Ama herhalde bunlardan da yararlanmak isteyecek. Türkiye’de 17 Aralık’la ilgili dört bakanın soruşturması çok açıktır. Soruşturma komisyonundaydım. Kim ne zaman ne aldı, ne verildi gayet açıktı. Tabi 25 Aralık biraz daha farklı, o soruşturma daha başlarken örtüldü biliyorsunuz. O büsbütün bir alem. Çünkü soruşturmaya başlatmak isteyen ne kadar savcı, polis varsa şimdi kimi cezaevinde, kimi yurt dışına kaçtı. Yani yolsuzluk başka ülkelerde de oluyor tabi ama bir soruşturma yapılıyor, soruşturma kapısı açık tutuluyor. Türkiye’deki gibi derhal soruşturmanın üstü örtülmüyor. Dört bakan yargılanmadı, yargılanmamaları çok tuhaf bir şey, yaptıkları şeyler ortada çünkü. Yargılanmadıkları içinde kuşkular artıyor