TUĞBA TEKEREK / Taraf

 
Türkiye sol hareketinin önemli isimlerinden, iki dönem Türk Tabipler Birliği Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Gençay Gürsoy şimdi sol örgütlerle Kürt hareketini bir araya getiren Halkların Demokratik Kongresi’nde (HDK) Yürütme Kurulu Üyesi. Anayasa çalışmaları için sıkça yurdun çeşitli bölgelerine giden Gürsoy, hem mağarada saklanan kadın gerillaları öldüren devletin şiddetine hem de PKK şiddetine karşı olduğunu söylüyor. KCK’nın yapısı için “garabet bir durum var” diyen Gürsoy’la hem HDK’yı hem Kürt meselesini konuştuk.

 

KCK davasında bir yandan hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle binlerce Kürt hapse atılıyor. Ama bir yandan da BDP binalarında şiddet eylemi planlarının delilleri sunuluyor. Siz KCK hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir kere KCK denen o yapının ne menem bir şey olduğuna ben bile vâkıf değilim. Ama şöyle garabetler var. Kandil’de silahlı hareketin başındaki kişi aynı zamanda KCK’nın başında. Ama bir taraftan da bu yapı meşru siyasi hareketlerle ilişkilendirilmiş. Ben bu illegal yapının legal alana taşınmasını çok iyi anlamıyorum. Orada bir garabet olduğunun farkındayım. Buna Öcalan’ın da “Neden illegal yapıları bunun içine soktunuz” diye itiraz ettiğini biliyorum. Bunlar anlaşılabilir şeyler değil. Öte taraftan BDP’nin demokratik çerçevede bir faaliyet alanı var. Bu alanının engellenmesi daraltılması konusunda siyasi iktidarın, adaletin çabaları var. Siz eğer KCK davasına hareketin bütün siyasetçilerini sokarsanız belediye başkanlarından meclis üyelerine kadar… Binlerce insan bugün ya cezaevinde ya sırasını bekliyor. Meşru bir siyasi partinin de eli kolu bağlanmış durumda. Evet bir sakarlık var KCK illegal yapısıyla legal yapısını karıştırmak konusunda. Ama öte taraftan da dört dörtlük meşru bir siyasi parti var, siz bu partinin bütün siyasi örgütlerini kriminalize ediyorsunuz.

 

Kürt siyasetine yakın biri olarak, sizce hareketin kendini gözden geçirmesi gereken noktalar var mı?

Elbette var, demokrasi iddiası olan bütün siyasi hareketlerin kendini defalarca gözden geçirmesi gerekir. Ben yapı olarak da siyasi kültür olarak da şiddete karşıyım. Şiddetle çözüm aramanın dünyada başarıya ulaşmış örnekleri yoktur diyemem ama o kadar sınırlıdır ki, o kadar ağır bedellerle başarı elde edilmiştir ki, bunun tekrar kendi ülkemde denenmesini acıyla karşılarım. Ama dürüst olmak lazım, geriye dönüp sormak lazım. Kürtler “İşler yolunda ama dağda biraz ölüvereyim “ diye mi bunu yaptı, yoksa buna mecbur mu edildi? Ben hekimliğimin en acı deneyimlerini Diyarbakır Cezaevi tezgahından geçen iki hastam vesilesiyle yaşadım. Kürt hareketinin silahlı aşamaya gelmesi Diyarbakır’da yapılan insanlık dışı, her türlü vicdani ölçüyü hiçe sayan davranışlar sayesinde olmuştur. Siz 5-6 yaşındayken anneniz, babanız yerlerde sürüklenmişse, pislik yedirilmişse sonra da götürülüp bir çukurda cesedi bırakılmışsa, böyle bir siyasi geçmişe sahipseniz, sizin nasıl davranacağınız konusunda kimsenin uzaktan ahkâm kesmesi mümkün değil.

 

DEVLETİN KÖR İNANCI: İNSAN ÖLDÜREREK PUAN KAZANIRIZ

Silahlı mücadelenin doğuşunu anlattınız ama bugün devam etmesinin Kürtlere bir faydası var mı? Silahlı mücadelenin sadece Kürt siyaseti hareketine değil, barış ve demokrasi yanlısı Türk siyasi hareketine de zararı olduğu konusunda hiçbir tereddütüm yok. Şiddet devam ettikçe hiçbir yere varılmayacak. Ama bu arada, mağaraya gizlenmiş olan 15 Kürt kadın gerillasını öldürmenin de bir şiddet eylemi olduğunu unutmamak lazım. Şiddet, sadece Kürtlerin karakolu basmasından ibaret değil, karşılıklı. Savaş iki tarafı da çıkmaz sokağa sürükleyen bir şey. Kürt siyasi hareketinin savaşı durdurması lazım. Türkiye Cumhuriyeti devletinin de daha çok insan öldürmenin meselenin çözümünde puan kazandıracak bir eylem olduğu kör inancından kurtulması lazım.

 

Başbakan’ın son açılım açıklamaları sizde çözüme dair umut yaratıyor mu?

Umutlu değilim çünkü böyle bir kararlılığa sahip olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Başbakan önceki akşam bambaşka şeyler söyledi, Kore’de kullandığı ifadeler ise köprüleri atan ifadelerdi. Eğer hakikaten BDP’yi muhatap kabul etme, müzakere zemini açma niyetleri varsa bu, hâlâ ümit var demektir ama bu ümidin hayata geçirilmesi için BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği gibi onlara bu konuda yardımcı olacak enstrümanları da vermek lazım. Ama görüyoruz ki çok daha önceden bu talepler hükümete iletildiği halde cevap bile verilmemiş.

 

‘DERELERİN ÖZGÜRLÜĞÜ’ BİLE TEHDİT ALTINDA

HDK hakkında “KCK’nın klonlanmış hali” diye haberler çıktı. Nedir HDK?

HDK bir toplumsal muhalefeti birleştirme hareketi, somut olarak da “İlk yerel seçime ve cumhurbaşkanlığı seçimine bir parti olarak girilebilir mi?” düşüncesiyle oluşturulmuş bir girişim. İçinde BDP ve sol grupların yanı sıra Yeşiller Partisi var, Alevi örgütleri var, çeşitli inanç gruplarını, halkları temsil eden örgütlü, örgütsüz yapılar var. Legal, meşru, amacı, yeri yurdu belli, tüm toplantıları halka açık bir yapı. Biz seçim partisi kurulursa, bu kendiliğinden basına yansıyacak diye düşünürken geçtiğimiz iki üç ayda, Bugün gibi iktidar yandaşı gazetelerde, Habertürk ’te, internet sitelerinde akıl almaz haberler çıktı: “KCK bitti HDK geldi”, “KCK’yı klonladılar.” Bu haberler bir ismi bir simgeyi kriminalize etmeyi amaçlıyor. Şöyle bir Aristo mantığı emniyet ve adalet sistemine artık yerleşti: “PKK terör örgütü, KCK onun üst yapısı, BDP ise uzantısı. Herhangi bir eylem PKK’nın KCK’nın siyasi hedefleri doğrultusundaysa, bu doğrudan PKK ile bağlantı kurmak için hukuki gerekçe sayılabilir.” Bu mantık kurulduktan sonra siz isterseniz derelerin özgürlüğünü savunan bir çevreci olun, PKK’nın uzantısı olarak suçlanabilirsiniz.