30. sanat yılını bugün İzmir’den başlayarak Karadeniz’de sürdürecek ve İstanbul’da noktalayacak bir dizi konserle kutlamaya hazırlanan Ferhat Tunç'un İzmir’de gerçekleştireceği 30. Yıl Konseri’ni BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder sunacak. Can Dündar’ın seslendirdiği ‘Tarih Bize İyi Davranmadı’ belgeseli de ilk kez izleyici ile buluşacak İzmir’de.

Radikal'den Rifat Başaran'a konuşan Tunç ise, "Ben sadece sanatçı olamadım bu ülkede" dedi. Tunç, pazar günleri konser yaptığını, gece gözaltına alındığını, sabah ise adliyeye çıkartılıp serbest bırakıldığını hatırlattı. "1990’lı yıllarda sanatçı olarak kendimi ifade etmenin dışına çıkarak, insan hakları aktivisti olarak çalışmaya başladım," diyen Tunç, bugün ise ‘Gezizekâlı’ olmanın demokrasi açısından büyük bir şans olduğunu belirtti. Tunç, Ahmet Kaya ile olan ilişkisinden de bahsetti.

30 yılı geride bıraktınız. Darbenin hemen ardından başladığınız protest müzik macerası bu yıllara kadar sürdü. 30 yıl içinde Türkiye’de demokrasi mücadelesinde ne değişti?

1984 yılında Türkiye’ye döndükten sonra ilk kez Beşiktaş Tarihi Çay Bahçesi’nde bir konser verdim. O konserde de ilk kez Zazaca ‘Daye Daye’ ağıdını okudum. Bir gün sonra da bir gazete, ‘Konserde bölücülük’ manşetiyle çıktı. Her konserden sonra gözaltına alındım ve hakkımda davalar açıldı. Daha dün bir konserimden dolayı Esenyurt polisi beni aradı ve ifadeye çağırdı. Bir şey değiştiğini söylemek için polis tarafından aranmaların, keyfi uygulamaların, hakkımızda açılan davaların da son bulması gerekir. Grup Yorum konseri keyfi nedenlerle yasaklanıyorsa, iktidar gibi düşünmeyenler baskı görüyorsa bir şeyin değiştiğini söylemek mümkün olabilir mi? 30 yıl önce ne yaşamışsam, biraz daha inceltilmiş halini şimdi yaşıyoruz. Bu ülkede halen muhalifler için değişen bir şey yok.

Bu 30 yıl içerisinde Türkiye değişik dönemler geçirdi. Bu sanatınızı nasıl etkiledi?

Ben sadece sanatçı olamadım bu ülkede. İlk albümümü yaptıktan sonra, 1990’lı yıllardan önce yasadışı sol örgüt yandaşı veya militanı olarak gösterildim. Her konser sonrası gözaltına alınıyordum. Öyle ki, cumartesi günü bir konser yapmışsam pazar adliye tatil olduğu için iki gün gözaltında geçiyordu. O nedenle konserlerimi, en azından bir gün gözaltında kalayım diye Pazar günü yapmaya başladım. Pazar konser yapıyordum, gece gözaltına alınıyordum, sabah adliyeye çıkartılıp bırakılıyordum. Bu dünyanın başka bir yerinde görülmüş bir şey değil.

Peki ya 1990’lı yıllar..

1994’ten sonra Kürt sorununun Türkiye’de daha fazla gündemleşmesiyle birlikte, bu konuda duyarlı olmaya başladım ve bu kez bölücü olarak yaftalandım. Bu sürecin en ağır bedellerinden birini Ahmet Kaya yaşadı. ‘Dersim’ dediğim için yıllarca DGM’lerde yargılandım. Mahkemelerde süründürüldüm. 1990’lı yıllarda sanatçı olarak kendimi ifade etmenin dışına çıkarak, insan hakları aktivisti olarak çalışmaya başladım. 1990’lı yıllar özellikle Kürtlerin yaşadığı bölge açısından bir felaketti. O halkla birlikte oluyordum. Oradaydım. Defalarca ellerimle ceset parçaları toplamak zorunda kaldım. Bu bir sanatçının yaşayacağı bir şey değil.

Bu mücadeleniz nedeniyle Londra’da ödül almıştınız sanırım...

Freemuse, Dünya Özgür Müzik Ödülü’nü aldım. Türkiye’de yargılanırken, yok sayılırken dünyanın en büyük özgün müzik ödülünü almış bir insanım. İngiltere’de ödül töreninde bu yaşadıklarımı anlatırken şaşkınlıkla beni dinlediler. İnanmak istemediler ve ‘Bir sanatçı bunu nasıl yaşayabilir’ dediler. Bu dönemde duyarlı olmanın gereğini yerine getirirken, devletin hedefi haline geldim. Bugün de aynı uygulamaların hedefindeyim. ‘ AKP yargısının’ bana yaptığını bir ben biliyorum.

Şimdi sizinle aynı duruşu gösterenlere ‘Gezizekâlı’ diyorlar. Siz de Gezizekâlı mısınız?

Bak biz ‘Gezizekâlıysak’, halen böyle bir durumla karşı karşıya kalıyorsak bir şey değişmediğini gösteriyor bu Türkiye’de. Ben Türkiye’de muhalefet cephesinin giderek büyüdüğünü de vurgulamak istiyordum. Geçmişte iktidarın yanlış uygulamalarına ve antidemokratik uygulamalara karşı toplum bu kadar duyarlı değildi. Altı aydır daha fazla duyarlıyız. O nedenle ‘Gezizekâlı’ olmak demokrasi açısından da büyük bir şanstır.

Tüm bu yaşadıklarınız aynı zamanda Türkiye’nin mücadele tarihi. Müziğinizde bunun izleri vardır mutlaka...

Dersim’in yazılı bir tarihi yok. Ama ozanlarımızın dile getirdikleri ağıtlardan öğrendik yaşananları. 1982’de ilk albümümü ‘Kızılırmak’ adıyla Almanya’da çıkardım. Askeri darbenin izleri vardı o albümde. Ardından 1984 yılında yine Almanya’da ‘Bu Yürek Bu Sevda Varken’ adıyla ikinci albümüm çıktı. Ahmet Kaya ise o yıllarda ‘Ağlama Bebek’ albümünü çıkarmış, ‘Şafak Türküsü’ çıkmak üzereydi. Türkiye’nin son 30 yılını öğrenmek isteyen varsa Ahmet Kaya’yı, Ferhat Tunç’u dinlerlerse çok sağlıklı bir tahlil yapabilirler. Bugünü yaşıyoruz ama bizden sonra gelen kuşakların Türkiye’nin yaşadığı demokrasi mücadelesini bu şarkılardan öğreneceklerini düşünüyorum. Ben de, Sevgili Ahmet Kaya da, bizden sonra gelen Grup Yorum da Türkiye’de demokrasi mücadelesinin gelişmesine inanın ki çok büyük katkılar sunduk. Belki tarih bunu yazar.

Ahmet Kaya ile aynı dönemde çıktınız ama siz biraz daha radikaldiniz sanırım.

Biz Ahmet Kaya ile de çok konuştuk bunu. Birbirine çok yakın olan insanlardık. Ahmet Kaya tarafından da katı görülüyordum. 1996 yılında bir gün, Cumartesi Anneleri eyleminde polis üzerime çullandı, sürükleyerek götürüyor beni, ben de bağırıp çağırdım. O akşam Ahmet beni aradı ve “Başka işin yok mu senin, Devrimi sen mi yapacaksın” diye esprili bir dille eleştirdi. Ben Dersimliydim. 12 yaşına kadar dedemin dersim tarihi üzerine yaktığı ağıtları dinleyerek geçirdim. Ardından ortaokulun sonlarında aktif bir şekilde devrimci mücadelenin neferi oldum. Daha sonra bu mücadeleyi müziğime taşıdım.

Ahmet Kaya ile son görüşmeniz nasıl oldu?

Sürgündeyken telefonla görüşüyorduk. O dönem benim için de zor bir dönemdi. Ahmet Kaya’yı tarihi Berlin Gecesi’ne davet eden, katılmasını isteyen ve ikna eden bendim. Birlikte gittik. Yalçın Küçük de vardı. Çok büyük bir talihsizlikti. En son ölmeden birkaç ay önce beni aradı. Çıktığı bir gecede benimle ilgili bir şeyler söylediği kulağıma gelmiş ve sitem etmiştim. Beni aradı ve “Sen benim hayatımda en yakın arkadaşımsın. Böyle bir şeye inanma” dedi. Sonra da kaybettik.