Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Göçmen, mülteci, sığınmacı gibi kavramlar her gün gündemimizde daha çok yer alıyor. Çeşitli ülkelerden milyonlarca insan bu sıfatlarla Türkiye’de kalıyorken, Türkiye’den ve dünyanın dört bir tarafından milyonlarca insan da Avrupa ülkelerinde bu statülerde yaşamaya çalışıyor.

Göçmen, mülteci, sığınmacılarla ilgili çalışmalar yapan İbrahim Soysüren ile bu konulardaki Avrupa’da yaşananları ve hukuksal durumu konuştuk…

Sevgili İbrahim Soysüren, Demokrat Haber okuyucularına birkaç cümle ile kendinizi tanıtır mısınız?

İsviçre’de Neuchâtel Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışıyorum. Sosyolog ve Avukatım. Doktoramı şu anda çalıştığım üniversitede yaptım. Yabancıların sınırdışı edilmesini Fransa, İsviçre ve Türkiye’de karşılaştırmalı olarak inceledim. Halen Avrupa Birliği’nin oluşturduğu ve yabancıları sınır dışı etmesinde kullanılan Dublin ve Eurodac gibi araçların Avrupa ülkeleri tarafından kullanımını inceleyen karşılaştırılmalı bir araştırma üzerinde çalışıyorum. Araştırmanın verilerini toplamak için geldiğim Fransa’daki Paris Diredot Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulunuyorum. Bu vesileyle, izin verirsen, önemli bulduğum bir duyuru yapmak istiyorum. Fransa’dan Dublin Yönetmeliği çerçevesinde, başka bir Avrupa ülkesine gönderilmiş ya da gönderilme tehlikesi olan, deneyimlerini paylaşmak isteyen ve durumlarına ilişkin uzman görüşü almak isteyenler [email protected] adresinden benimle iletişime geçebilirler.

Uzun yıllardır bu konularda çalışan biri olarak, göç, sınır, iltica, mülteci konularındaki düşünceleriniz neler?

Bu çok geniş bir soru. Yanıtlamak için belirttiğin kavramların her biri üzerine uzun uzun düşünmek, okumak ve tartışmak gerekir. Sorun çok önemli ve yerinde, ama doyurucu bir biçimde ve kısaca yanıtlamak her babayiğidin harcı değil. Buna rağmen sıraladığın kavramların ulus devletlere ayrılmış ve eşitsizlikler üzerine kurulu, kriz ve savaşların eksik olmadığı kapitalist dünya gerçekliği hesaba katılmadan anlaşılamayacağını hatırlatmak fena olmaz. Diğer taraftan sosyal gerçekliklerin çeşitli ve karmaşık olabilen sebepleri olduğunu da göz önüne almak gerektiği unutulmamalı. Buna insanın parçası olduğu sosyal gerçekliği anlamasının zorluğunu da eklemek gerekir.

Dünyanın herhangi bir ülkesinde askeri/sivil bir darbe olduğunda, savaşlar çıktığında insanlar gitmek için yönlerini Avrupa’ya dönerler, bunun nedenleri için neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle göç akınlarının hepsinin Avrupa kıtasına yöneldiği sanısının, yaygın olmasına rağmen, doğru olmadığının altını çizmek gerekir. En önemli göç hareketlerinin ve en önemli iltica hareketlerinin de Avrupa’nın dışında gerçekleştiği uzun yıllardır bilinen bir gerçek. Konuyla ilgili herhangi ciddi bir rapor karıştırıldığında söylediğim kanıyı destekleyen verilere ulaşılabilir. Avrupa’ya yönelik hareketlerin öne çıkmasının arkasında Avrupa’daki göç karşıtı politikalar, göçmen karşıtı hareketlerin güçlenmesi ve medyadaki göç karşıtı söylemlerin etkisini unutmamak gerekir.

Buna rağmen politik, sosyal ve ekonomik sebeplerle ülkesinden ayrılmak durumunda kalan göçmenlerin önemli bir bölümünün Avrupa’ya gelmek istediği gerçeği göz ardı edilemez. Bunun arkasında çeşitli sebepler bulunuyor. Örneğin Avrupa’da bulunan aile ve tanıdıklardan oluşan göçmen ağlarının göçü kolaylaştırıcı işlevi ve Avrupa’yı toz pembe ve hatta yeryüzü cenneti olarak görme eğilimi de var

Avrupa göç ve de iltica meselelerine nasıl bakıyor?

Her şeyden önce Avrupa’da çok sayıda ülke olduğunu ve bunların arasında çok çeşitli farkların bulunduğu gerçeğini bir tarafa yazmak gerekiyor. Bunun yanında genel eğilim kısaca şöyle özetlenebilir: Avrupa iş piyasasında ihtiyaç olan üstün nitelikli göçmenlerin dışında diğer göç hareketlerinin ve iltica amaçlı göçmenlerin istenmediği görülüyor. Göçmenlere ve ilticaya ilişkin idari ve hukuki düzenlemeler genellikle onların kalmalarını zorlaştırmak amacını taşıyor. Bu durum, hazırlıklı olmayan kişilerde ne yazık ki büyük hayal kırıklıkları yaratıyor ve daha fazla acı çekmelerine yol açıyor.

Türkiye'den Avrupa’ya göçler de her zamankinden daha çok olmaya başladı. Mevcut iktidarın baskısına uğrayan insanlar Avrupa’ya geçmek istiyor. Sizce daha Türkiye’den çıkmadan bu insanlar nelere dikkat etmeli?

Öncelikle insanların gerçekten zorunlu değillerse kurulu yaşamlarını ve ülkelerini bırakmamalarını söylemek gerekiyor. Aslında Türkiye’de ağırlaşan politik ortam ve otoriterleşme sürecinin yanında özellikle Batı Avrupa ülkelerine ilişkin daha önce değindiğim fazla toz pembe imaj da bazı insanların göç etme yönünde karar almalarına etki edebiliyor. Ama insanlar gerçekten zorunlu değilse veya güvenilir bilgiler temelinde oluşturulmuş bir projeleri yoksa göç etmeleri genellikle beklentilerini karşılayacak sonuçlar doğurmuyor. Hatta hayal kırıklığı ve acılarla dolu bir sürecin önünü açabiliyor. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi durumların ortaya çıkması mümkün oluyor.

Diğer taraftan göç etmek yeniden ve sıfırdan bir hayat kurmak, dil öğrenmek ve başka bir toplumda kendine yer edinmek anlamına geliyor genellikle. İnsanın yaşamını tamamıyla değiştirmesinin ve yeniden oluşturmasının bedeli ağır olabiliyor. Dolayısıyla göçün büyük bir risk almak ve pek çok şeye sıfırdan başlamak anlamına geldiğini bilerek hareket etmek gerekiyor. Gidilecek ülkeye, nasıl gidileceğine ve orada nasıl kalınacağına ilişkin konularda çok açık olmak önemli. Bunun için mümkün olduğunca güvenilir kaynaklardan yeterli bilgi almanın öneminin altını tekrar tekrar çizmek istiyorum.

Gelenlerin çoğu politik mülteci statüsüne geçiyor, Avrupa’da bu durum nasıl işliyor?

Aslında istatistiklere bakıldığında gelenlerin çoğunun mülteci statüsü aldığını söylemek zor. Çünkü Avrupa ülkelerindeki hâkim yaklaşım mümkün olduğunca az mülteci kabul etmeyi amaçlıyor. Bunun sonucu olarak pek çok insanın iltica istemi reddediliyor ve haklarında sınır dışı kararları alınıyor. Fakat buna rağmen gelenlerin çoğunun bir şekilde Avrupa ülkelerinden birinde kaldığı söylenebilir. Ülkeden ülkeye ciddi farklılıklar olmasına rağmen Avrupa Birliği ülkeleri tarafından alınan her 10 sınır dışı kararından sadece yaklaşık 4’ü gerçekten uygulanabiliyor. Bu şekilde sınır dışı edilenlerin önemli bir bölümü de daha sonra Avrupa’ya geri gelmenin yollarını arıyor ve buluyor.

“Dublin Sözleşmesi” ne demek, gelen ya da gelecek insanları nasıl ilgilendiriyor?

Dublin Konvansiyonu 1990’da Avrupa Birliği üyesi ülkeleri arasında imzalandı. Ancak 2003’te Dublin II Yönetmeliği diye adlandırılan değiştirilmiş bir versiyonu yürürlüğe girdi. Uygulamasındaki sorunlardan dolayı 2013’te yeniden değiştirildi. Şu anda “Dublin IV” olarak adlandırılan yeni bir versiyonu üzerine Avrupa ülkeleri arasında görüşmeler sürüyor.

Dublin Yönetmeliği’nin amacı, bir yandan Avrupa ülkelerinin hepsinin dahil olduğu bir Avrupa ortak iltica sistemi kurmak, diğer yandan kişilerin istedikleri ülkede ya da birden fazla ülkede iltica isteminde bulunmasını engellemek. Bunun için Dublin III Yönetmeliği kişinin iltica isteminde bulunacağı ülkeyi belirlemeye ilişkin çeşitli kurallar koyuyor. Aynı ailenin üyelerinin aynı ülkede çeşitli şartlar altında iltica etmesine izin vermesine rağmen esasında kişiyi yakalandığı ya da kendisine vize veren ülkede iltica etmeye zorunlu kılıyor. Bu durumda örneğin sahte belgelerle de olsa Bulgaristan vizesi almış ya da bu ülkede polis kontrolünde geçmiş bir kişi Almanya ya da Fransa gibi başka bir Avrupa ülkesinde iltica edemiyor. Ederse hakkında Bulgaristan’a gönderilme kararı alınıyor.

Elbette başka bir Avrupa ülkesine sınır dışı edilmekten kurtulmanın yolları var, ama meşakkatli ve insanların 18 aya kadar ve bazen daha fazla bir süre beklemelerini ve saklanmalarını gerektiriyor çoğunlukla. Deyim yerindeyse Dublin uygulamasına takılmamak ve insanların istemedikleri bir ülkede ve zor koşullarda kalmaması için önceden bilgilenmek çok önemli. Türkiye’den çıkmadan önce konu hakkında güvenilir kaynaklardan bilgi alan insanların çoğunlukla Dublin uygulamasına takılmadıkları ve dolayısıyla istemedikleri ve kötü koşullara sahip bir ülkeye gönderilme tehlikesini daha rahat bertaraf edebildiklerini söyleyebilirim. Elbette ülkesinden kaçan insanlar için dediğim gibi davranmak her zaman mümkün değil. Bu durumda ise sistemin işleyişi hakkında doğru bilgi alan ve işleyişini iyi kavrayabilen ve kalmak istedikleri ülkede güçlü insan ilişkileri geliştirebilen insanların Dublin çerçevesinde başka bir Avrupa ülkesine sınırdışı edilme tehlikesini daha kolay atlattıkları görülüyor.

Bir şekilde Türkiye’den Avrupa’ya gelenler çoğu zaman ne yapacaklarını bilmiyorlar, geldiklerinde destek alabilecekleri kurumlar neler? Bu konuda neler önerirsiniz?

Ülkesini, yakınlarını, sevdiklerini bırakıp genellikle dilini, kültürünü ve sistemini bilmediği bir ülkeye giden insanların zorlanması normaldir. Fakat kişinin kendi durumuna hayıflanıp içine kapanması yerine, ne kadar zor olsa da yeni ilişkiler kurmaya çalışması ve hızlı bir şekilde bulunduğu ülkenin dilini öğrenmeye başlaması oldukça önemlidir.

Diğer taraftan güvenilir kaynaklardan doğru bilgiler edinmek oldukça önemli. Bunu daha önce de vurguladım, çünkü çok önemli. Yanlış bilgiler insanların hayatlarını çok kötü bir şekilde etkileyebiliyor. Mesela İsviçre’de karşılaştığım bir kişiye Almanya vizesi alabilecekken arkadaşları İtalya vizesi alması gerektiğini, çünkü İsviçre’nin İtalya’ya kimseyi göndermediğini söylemişti. Gördüğümde hakkında Dublin çerçevesinde İtalya’ya gönderilme kararı alınmıştı. İtalya’daki kötü koşulların farkındaydı. İtalya’ya gitmek istemiyordu çünkü eşini ve küçük kızını İtalya’ya getirmek istemiyordu. Belirttiğim örnekte olduğu gibi insanlar çevrelerinde benzer deneyimleri yaşamış insanların söyledikleri üzerinden hareket edebiliyorlar. Diğer göçmenlerin deneyimlerinden yararlanmak oldukça önemlidir. Fakat göç alanındaki idari işleyiş ve hukuki düzenlemeler hızla değişebiliyor. Bazen birkaç ay önce gelmiş ve aynı deneyimi yaşamış kişiler açısından sonuç veren davranış ve girişimler birkaç ay sonra sonuçsuz kalabiliyor veya olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Buna rağmen mürekkep yalamış diyebileceğimiz çoğu insanın bile başkalarından duyduklarıyla hareket ettiklerini görüyorum. Halbuki yeni gelen göçmenleri bilgilendirecek pek çok kurum, internet sitesi ve Türkçesi rahatlıkla bulunabilecek broşürler ve çok çeşitli yayınlar bulunuyor. Buralardan alınacak bilgiler genellikle kulaktan dolma bilgilerden çok daha güvenlidir. Ayrıca insanların önce çeşitli kaynaklardan alınan bilgileri ölçüp tartarak karar almaları da oldukça önemli.

Son olarak neler söylemek istersin?

İlginç ve önemli olduğunu düşündüğüm bir gözlemi paylaşmak istiyorum. Çok yakın zamana kadar Türkiye’de göçe ilişkin meseleler neredeyse sadece Türkiye’den Avrupa’ya göçenler etrafında tartışılırdı. Bu çerçevede gurbetçilerin yaşadığı zorluklar ve onlara reva görülen kabul edilemez muameleler öne çıkarılırdı, örneğin medyada. Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaştan beri Türkiye’ye gelen sayıları 3,5 milyonu bulan Suriyeli’den sonra artık göçe ilişkin olgular onlar merkeze alınarak tartışılıyor. Türkiye’de yaşayan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya varmaya çalışan ve sayıları yüzbinleri bulan başka ülke vatandaşı göçmenlerin varlığı neredeyse unutuluyor. Artık Suriyeliler günah keçisi olarak görülüyor ve ırkçı söylemlerin hedefi oluyor. Türkiye kökenli göçmenler, gurbetçiler söz konusu olduğunda mağdurluklarına yapılan vurgu Suriyelilere gelince çabucak unutuluyor. Dahası bu tutum Türkiye’deki kamuoyunun ve medyanın ötesinde Avrupa’da göçmen olarak yaşayan kişilerde de görülüyor. Göçmen olarak yaşadıkları zorluklardan ve sıkıntılardan yakınanlar yaşadıkları ülkeyi ve yerlilerini kıyasıya eleştirenler, Türkiye’deki Suriyeli göçmenler söz konusu olduğunda “şahinleşebiliyor”; dahası milliyetçi ve “Suriyeli karşıtı” bir tutum takınmaktan çekinmeyebiliyor. Bu “yaman çelişki”yi görmek göçü ve göçmenleri anlamanın bir anahtarı olabilir mi diye kendi kendime sormadan edemiyorum.

Fakat yanıtının hayır olduğunu da biliyorum. Çünkü göçmenlerin bir ülkede varlığını gayrimeşru gören yaklaşımların temelinde günümüzün sınırlara bölünmüş ulus devletler dünyasının hepimizin zihin dünyasına derinlemesine nüfuz etmiş kavramları ve bakış açısı var. Basitleştirerek söylersek, bu anlayışa göre herkes doğduğu ve vatandaşı olduğu ülkede yaşamalı ve ölmelidir. Elbette arada tatile çıkabilir, başka ülkeleri ziyaret edebilir. Fakat “taş yerinde ağırdır”. Kişiyi doğduğu ve vatandaşı olduğu ülkenin sınırlarına hapsetmeye iten bu anlayış, elbette ki ulaşım araçlarının yer değiştirmeyi oldukça kolaylaştırdığı ve hızlandırdığı günümüz dünyasının sosyal gerçekliğine uymuyor. Nerde doğduğu ve anne ve babasının hangi ülke vatandaşı olduğu kişinin seçemediği olgular. Fakat belirttiğim hâkim anlayışa göre kişinin bu duruma boyun eğerek yaşaması gerekmekte. Pasaportların, vizelerin, sınır kontrollerinin, sınırdışı etmelerin ve genel olarak insanların hareket etme özgürlüğünü kısıtlayan politikaların temelindeki ve onlara meşruiyet kazandıran belirttiğim ulus devlet temelli anlayış kabul edilebilir mi? Bence göçe ilişkin olgulara ve göçmenlere ilişkin düşünürken herkesin kendisine sorması ve cevaplaması gereken soruların başında bu geliyor.